Sevgili Hemşehrilerim;
Bozkır’dan ve Bozkırlılardan kişisel bir beklentim olmadı ve YOK. Duygusal olarak ise çok ama PEK ÇOK.
Bu gazetede yazma önerisi, daha doğrusu isteği Hasan Amcam’dan geldi.
Kendisi Tahsildarzade Mehmet Efendi’nin, oğlu Abdullah Aydın’dan olma torunudur. Türkiye’nin çeşitli illerinde Özel İdare Müdürlüğü görevinde bulunmuştur. Hasan Aydın benim sevgili amcamdır. Halası Memnune Hanım benim öz be öz “babaannemdir”. Hasan Amcamı çok severim, çünkü geçmişimden kalan son “nitelikli” yadigardır… Geri kalan ömrünü çok sevdiği ve aşık olduğu Bozkır’da geçirmektedir.
Amcamın “emir” kabul ettiğim isteği üzerine sizlerle sohbet olanağım oldu.
İlk yazımda da belirttiğim üzere emekli gazeteciyim. Ankara’dan sonra Mersin’e yerleştim. Mersin’de ev-bark sahibi oldum. Rahmetli Babam ve Annem burada yatıyorlar. Burada “adam” yerine konuluyorum. Televizyonda yaptığım programlardan, yazdığım makale ve kitaplardan dolayı tanımadığım insanlar da sevip sayıyorlar. Vatan hainleri ve bölücüler ise beni iyi tanır ve hiç sevmezler. Hatta öldüresiye nefret ederler.
Beni “ben” yapan, bana “bey” diyen milletime karşı ödevlerim var. Ödevlerimi yapmaya ve Aziz Türk Milletine olan “varoluş” borcumu ödeyerek O’na layık olmaya gayret ediyorum.
Sade bir hayatım var. Eşim de çalıştığı için Allahtan başka kimseye el açmıyoruz şükürler olsun…
Sevgili hemşehrilerim; bunları niye anlattım? Şundan:
Sarıbeyler ve Tahsildarzadeler sülalelerine mensup “safkan” Bozkırlıyım. Bozkırımla onur duyuyorum. Bozkırlı olmak bana “haz” ve “gurur” veriyor..
“Bozkır üzerine” kişisel hiçbir “hesabım-kitabım” yok. Yani “çıkar” beklentim yok.
Romantik olduğumdan mıdır nedir, Bozkır’ın “platonik” aşığıyım. Bozkır’ın “adam ocağı” özelliğini kaybetmesini istemiyorum. İstiyorum ki Bozkır, “ezelden” olduğu gibi “ebede” kadar Türk Milletine “örnek” mensuplar yetiştirsin.
Ömrümüzü yaşarken, olumsuzlukların yanı sıra epey “olumlu sonuçlar” da gördük.
Yerel kalkınmada halka dayalı kimi projelerin nasıl başarılı olduğuna tanık olduk. İsteyince oluyor, yapınca oluyordu. Yeter ki resmi kurumlar işin içinde görünsün…
Birikim heybemize bunları koyarak geçtiğimiz ramazan bayramı ertesi düştük Bozkır yollarına… Antalya’da Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı yapan Amcaoğlum Mustafa ve Muğla’daki abisi Arif’e de haber saldım ki Bozkır’da buluşup hasret giderelim diye… Biz hasret giderdik ama birikimlerimizi kimseyle paylaşamadan “tos tos” Mersin’e geri döndük.
Nasıl mı? Şöyle:
Bozkır Belediye Başkanı Mustafa Uyar akranım olur. Çocukluk arkadaşımızdır. Baba dostlarıyızdır. Yanlış hatırlamıyorsam annesi Ayşe Teyze de baba tarafımdan akrabamız olur. Babam rahmetliden duymuştum.
“Bozkır Gündem”i ziyarete gittik. Yılmaz Katuk’tan belediye başkanından randevu almasını rica ettim. “Uygun zamanı yoksa boş ver” dedim. Yılmaz bağlantı kurulunca ahizeyi bana verdi. Selamlaşmadan sonra başkan bizi makamına davet etti. Kendisine “vaktin darsa gelmeyelim boşuna, anlatacaklarım var” dedim. İllaki “gelin” diye ısrar etti.
Kalktık gittik. Allah var ki odasının kapısında karşıladı. Ama arkadaşım gibi değil, politikacı gibi kucakladı. Sonra o makamına oturdu biz de önündeki koltuklara kurulduk. Amca oğullarımı tanıştırdım. Çay mı kahve mi içeceğimizi sordu. “Çay” dedik geldi. Kendisi önündeki evrakı incelemeye koyuldu. İki kişi daha geldi. Onları da bizim gibi kapıda karşıladı. Teker teker öptükten sonra yer gösterdi oturttu. Onlara da “çay mı kahve mi” diye sordu, “çay” dediler. Bu arada bir görevli geldi masanın başına dikildi.
Aaa!.. Başkan çok meşgul. Koskoca devlet işleri yapıyor. Kendimizi çok meşgul önemli bir devlet görevlisini varlığımızla taciz ediyor gibi görmeye başladık. Hakim amca oğluyla göz göze geldik. Bana “gidelim” der gibi bakıyordu. Ben arsızlığa vurdum. Çocukluk arkadaşıma hitap eder ağızla yılışmaya başladım.
-Mustafa ya, işsizliği hafifletecek ve Bozkır ekonomisini canlandıracak şöyle bir proje var. Anlatayım mı? deyiverdim bir solukta.
Başkan önündeki evraktan başını kaldırıp bana baktı.
-Projeyle filan uğraşacak hiç zamanım yok valla, dedi yakınır bir ses tonuyla. Sonra bizim arkamızdan gelenleri göstererek
-Tanıdın mı, diye sordu.
-Hatırlayamadım, dedim.
Başkan yine önündeki evraka gömüldü.
Amcaoğlu benden küçük olmasına rağmen bakışlarıyla gözlerimi yakalamayı başardı. Gözleri öfkeden çakmak çakmak olmuştu. Korktum.
-Eh o zaman biz gidelim başkan, dedim.
İstiyordum ki “oturun ya, şu işlerim bitsin konuşacağız” desin…
Demedi.
Hemen ayağa kalktı ve niyetimizi değiştirip oturur kalırız belki diye bir izlenim mi verdim nedir, makam kapısına yürüdü. Uğurlama pozisyonu aldı.
..Ve uğurlandık.
“Evrak inceleme ve ön imzalama işini devlet memurundan bir başkan yardımcısı da yapar, kendisi kalıcı projelere zaman ayırabilirdi, yazık oldu,, diye düşündüm.
Başbakanlarla, bakanlarla, parlamenterler, müsteşarlar, genel müdürler, valiler, belediye başkanlarıyla yüz yüze geçen meslek yıllarım geçti gözümden. Kendime acıdım. Kuzenim Mustafa’nın bana merhametle seslendiğini duydum.
-Amcaoğlu boş ver üzülme ya!..
* * *
Sevgili Hemşehrilerim;
Ben bu haltı sık sık yerim. Benden bir şey istenmesine fırsat vermem.
İnsanların, isterken “ezilmesine”, “üzülmesine” dayanamam. Yapabileceğim bir şey varsa onlara ben yaklaşım gösterir, onların gururlarının, onurlarının incinmesini önlerim sözüm ona(!)…
Genellikle de sonunda “tos tos” geri dönen ve kendisiyle iç hesaplaşması yapıp kendine küfür eden yine ben olurum.
Mersin’e dönerken hep bunları düşündüm sevgili hemşehrilerim.
Yol bitmek bilmedi…
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te Bozkır Haber'e abone olun.