Filiz Kılıncel’in Bozkır Postası Gazetesinde yayınlanan Şehitler Abidesi yazısında şöyle diyor: “Bizim için, bu vatan için canlarını hiçe sayan atalarımıza vefamızı, onları unutmadığımızı çocuklarımıza gösterebiliriz. . Şehitler Abidesinin yapılması aslında öyle gözümüzde büyüttüğümüz kadarda zor bir olay değildir. Bu konuyu Konya Bozkırlılar Derneği başkanı Burhan Yılmaz Hocama açtığımda, bu konuda her şeyi yapacaklarının sözünü verdi. Bu kadar da değil. Bozkır’lı olmayan birçok gönül dostum bu konuda bize maddi manevi destek olacaklarını da söylediler. Öyleyse bizlerinde bir şeyler yapması gerekmiyor mu?”
Çok duygulandığım ve görev kabul ettiğim bu konuyla ilgili birçok arkadaşım ve ağabeylerimle görüştüm. Hepsinden neden olmasın cevabını aldım.
Elbette yapılması gereken birçok formaliteler olduğunu biliyorum. Bu formalitelerin tamamlanması sırasında Şehitler Abidesinin yapılması için ruhen birkaç aylık zamana ihtiyacımız olacak.
Şehitler Abidesi için çocuklarımızda katkıda bulunacaklar. Sembolik olarak bir liranın bile bu şehitlikte değerlendirilmesini arzu ediyoruz.
İlk adımı Bozkır Belediye Başkanımız Mustafa UYAR ile atacağız, nasip olursa. Bu başlangıçtan sonra bütün Bozkırlıları (yaşı önemli değil) Türkiye’nin neresinde olurlarsa olsunlar katılmaları gerekmektedir. Şehitliğimizin yapılmasıyla, şehitlerimize karşı bir nebze olsun sorumluluğumuzu yerine getireceğiz.
88 Yıl önce 30 ağustos 1922 dünya tarihinin seyrini değiştiren mücadele de dünyayı şok eden yiğitlerin 316 kişisi Bozkır’dan gitmiş. Geri gelmemek üzere, yani şehit olmuşlar. Bizlere bu vatanımızı bir kere daha hediye etmişler. Oğullarım, kızlarım daha onurluca yaşasın diye canlarını bizim için hiçe sayıp sonsuzluğa karışmışlar. Vatan için verecekleri tek şeyleriydi canları, o canlarını hiçe saydılar. Kimin için bizim için…
Bazıları bir çift çarık, bazıları bir kese bulguru, bazıları atını, eşeğini bazıları da son yavrularını alıp koşmuştu Mustafa Kemal’in arkasından Dumlupınar Meydanına… Tıpkı Konya Bozkırlı 8 yaşında şehit Ömeroğlu Hüsnü, 11 yaşında şehit Ali Oğlu Süleyman ve Hadim’den 14 yaşında şehit Hüsmenoğlu Alişan gibi…
Bu yiğitlere dikkatle bakın! Bunlar asla dönmeyi düşünmediler ve dönmediler de… Sadece Çanakkale Savaşında 316 Bozkır’lı bu vatan için canlarını sebil yapıp bu vatan için bu toprağa serildiler.
Yıl 1918, yer Çanakkale, savaş devam ediyor. Gelibolu çıkartması başladı. Bazen Türkler, bazen İngilizler saldırıya geçiyor ama kesin üstünlük sağlayan taraf yok. Gögüs göğüse çarpışmalar henüz bitmiş, top atışları başlayınca her iki taraf meydanı boşaltıp geri çekilmişti. Ortalıkta zaman zaman duyulan top seslerinden başka ses ve hareket yoktu. Gün kararırken yavaş yavaş top sesleri de kesildi.
Savaş meydanında ertesi sabah:
Bir Türk yavaş yavaş doğruldu, ölüm sessizliğindeki meydanı bir süre süzdü. Eli bayılmasına sebep olan başındaki yaraya gitti. Sıçrayan bir taş başına çarpıp bayıltmıştı. Önemli bir yarasının olmadığını anlayınca, bacaklarının üzerindeki ölüyü hafifçe yana itekledi, ayağa kalktı. Ortalığı bir süre süzdükten sonra rastgele bir yöne yürümeye başladı. Pek geçmeden sağ tarafından gelen iniltileri duyarak durakladı. Seslerin geldiği yöne ilerledi. İnleyen iki kişi gördü, birden eli silahına gitti; inleyenlerin ikisi de İngiliz’di, düşmanıydı. Silahı elinde bir süre dona kaldı. İnleyerek, henüz kendilerine gelen iki İngiliz korkuyla kendisine bakıyor, ateş etmesini bekliyorlardı. Türk İngilizlerin ikisinin de yaralı olduğunu fark etti; biri kolundan, diğeri ayağından vurulmuştu. Bunun üzerine silahını indirdi, beline taktı, eğildi yaralarına baktı. Kolundan yaralı olanın durumu fena değildi ama ayağından yaralı olanın yarası kanıyordu. Türk İngilizlerin şaşkın bakışları altında, kasaturasını çıkardı ölmüş askerlerden birinin atletini yırttı, ayaktaki yarayı kanı durduracak şekilde sardı, sonra diğerinin yardımıyla iki tüfeği yaralı ayağı korumak için bağladı. Kurşunu çıkartamayacağını düşünmüştü. Diğerinin kolundaki kurşun derinde değildi kasaturayla kurşunu çıkardı, yarayı sardı. İngilizler sebebini anlayamasalar da Türk'ün kötülük yapmayacağını anlamıştı.
Üçü birlikte bir yerlere varabilmek, kendilerine yardım edecek birilerini bulabilmek için amacıyla rast gele bir yöne doğru yola koyuldular. Türk de buralara ilk defa gelmişti, çevrenin en az İngilizler kadar yabancısıydı. Joe adındaki ayağı yaralı olan İngiliz, kendisine yürürken de zaman zaman destek olan Türk'e minnettarlık duyuyor ama kolu hafif yaralı olan Fred adındaki diğeri hâlâ nefret doluydu. Üçü beraber yürürken Fred, Türk'ün dillerini anlamadığını da bildiğinden Joe'ya:
"-İlk fırsatta Türk'ü öldüreceğim"
Dedi. Fakat umduğu karşılığı alamadı, Joe bu düşüncesine isyan etti. Fakat Fred, tek başına da olsa Türk'ü öldüreceğini söyledi. Türk'ün yanında tabancası vardı ama diğerlerinin tüm silahlarını yere attırmıştı. Hava kararınca konakladılar. Türk yorgunluktan hemen uyuyakalmıştı. İngilizler biraz ötede yatmış ama henüz uyumamışlardı. Fred, Türk'ün uyuduğunu anlayınca usulca yerinden kalktı, belinde gizlediği bir bıçağı çıkararak Türk'e yaklaşmaya başladı. Onu gören Joe yerden doğruldu, alçak sesle arkadaşına bağırdı:
"-Git, yat yerine! "
Fakat Fred onu duymamışçasına ilerlemeye devam etti. Bu kez bacağı yaralı olan da yerden bir taş aldı, kendisine daha yakın olan Türk’le arkadaşının arasına girmeye çalıştı. Joe'nun kararlı tutumu üzerine Fred sinirlendi ama Türk'ün uyanmasından çekinerek yerine gitti, yattı.
Sabah Türk yanındaki yiyeceği İngilizlerle eşit paylaşınca, Fred'te de biraz yumuşama olur, ama uzun sürmez. Türk'ün düşman olduğunu, sağ kalırsa tekrar İngilizlerle savaşacağını düşündü. İlk fırsatta onu öldürmeye karar verdi. Joe'nun Türk'e aptalca bir minnet duyduğunu ve bu konuda onu güvenemeyeceğini düşünüyordu. Tek başına başarmak zorundaydı. O bir Türk, bir düşmandı ve ölmeliydi. Yer yer uçurumlarla kesilen bir patikadan ilerlemeye başlamışlardı. Aniden fırlayıp uçan bir kuş Fred'i şaşırtır, ayağı takılır, tam uçuruma düşecekken Türk atılır, bileğinden yakalar. Zorluklada olsa yukarı çekmeyi başarır. Sonra hiçbir şey olmamış gibi dönüp yürümeye devam eder. Fred, Türk'ün kendisini kurtardığına sevinememiş, hatta üzülmüş, sinirlenmişti. Ne yapması gerektiğine artık kendisi de karar veremiyordu. Aynı dar yolda ilerlemeye devam ettiler. Türk bacağı yaralı olan Joe'ya çoğu zaman yardım ediyor, Fred biraz arkadan geliyordu. Arkadan gelen Fred, tutunmak için elini attığı yerde, tam eline oturan bir taş buldu. İçinde yine Türk’ten kurtulmak için büyük bir istek duydu. Kısa bir kararsızlıktan sonra, taşı eline alıp, Türk'e arkadan yaklaşmaya başladı. Son anda Joe onu fark etti, kendisini yere atarken Türk'ü uyarmak için bağırdı. Bir tehlike olduğunu anlayan Türk ileri fırlarken, silahını çekip hızla döndü. Bir an için sanki zaman durdu; birinin elinde tabanca, diğerinde taş ve yerde şaşkın Joe öylece kaldılar. Fred elindeki taşın, tabanca karşısında bir işe yaramayacağını düşünüp kahroluyordu. Türk bir kaç saniye daha öylece baktıktan sonra. Bir dostu tarafından aldatılmış gibi, hayalleri yıkılmış gibi omuzları düştü. Tabancayı ters çevirip Fred'e uzattı:
"-Hâlâ beni öldürmek istiyorsan, al! "
Der gibiydi. Fred şaşkınlık içinde tabancayı aldı ve Türk'e çevirdi. Ne olduğunu anlamak ister gibi kendisine bakan yerdeki Joe ile göz göze geldi. Arkadaşı "-Yapma! . " diye bağırınca, fırsatı kaçırmaktan çekinir gibi elindeki silahı daha da doğrulttu, parmakları tetiğe gitti.
Türk'ün "-Vefasızsın, kalleşsin! . " diye haykıran gözlerinden kendini kurtarıp tekrar arkadaşına baktı; öfke dolu gözlerle karşılaştı. Yapamayacağını düşündü. Tabancayı tutan eli güçsüzce yanına düştü, sonra tabancayı Türk'e uzattı. Türk tabancayı sevinçle geri aldı, tekrar silahı ona çevirdi. Joe'nun şaşkın bakışları altında tetiğe bastı. . .
İngilizler şaşkınlık içinde kalmışlardı; silahta kurşun yoktu. Türk gülerek silahını beline koydu, cebinden çıkardığı kurşunları gösterdi. Silahını boşalttığı için Fred'e vermiş, onu denemişti. İngilizler de durumu anlayınca dakikalarca güldüler.
Tekrar yola koyuldular. Birden Türk ayağını oynak bir taşa basıp yere yuvarlandı. Düşerken kolu sıyrılmış, bileği kanamıştı. Joe atletini yırtıp onun bileğini sarmaya hazırlandı, fakat kanın çok az olduğunu görünce bir an durdu. Sonra bıçağını çekip kendi bileğini de hafifçe kesip, kanattı. Sonra kanayan bileğini Türk'ün bileğinin üzerine koydu. Türk kan kardeş olarak kabul edildiğini anlayınca gülümsedi. Birbirlerine sımsıcak, dostluk kokan bakışlarla baktılar. Onları ayakta seyreden diğer Fred de bıçağını çekip bileğini hafifçe kesti, yanlarına çömelip bileğini onlarınkiyle birleştirdi.
Şafak sökerken yola koyuldular. Çok geçmeden bir kamp ateşi göründü, sevinç içinde yürüdüler. Uzun bir yürüyüşten sonra kampa yaklaşmışlardı. Sevinç ve heyecandan kampa çok yaklaştıkları halde, hiç kimseyi neden göremediklerini düşünmediler. Arkada kalan Türk gayri ihtiyari, eline aldığı boş tabanca ile oynuyordu.
Fred, kampta İngiliz bayrağını görüp sevinç naraları atmaya başlamıştı kî; iki el silah sesi sevincini kursağında bıraktı. Bir gurup İngiliz askeri saklandıkları yerden neşeyle çıkarken, vurulan Türk cansız yere düştü.
Joe, Türk'ün üzerine kapanıp ağlarken Fred kendini dermansızca dizlerinin üstüne bıraktı. Türk'ün tabancasını aldı. Bir süre boş boş ufuklara baktıktan sonra hıçkırıklarına engel olamadı. Arkadaşlarını Türk’ten kurtardıklarını sanan İngilizlerin şaşkın bakışları altında, o da arkadaşı gibi Türk'ün üstüne kapanıp ağlamaya başladı. Bir yandan da bağırıyordu:
"-Kardeşim! . . Kardeşim! . . "
Evet, düşmanı bile olsa yardım etmekten vazgeçmeyen bu insan bir Türk’tü, bir Bozkırlıydı. Şehit olmuştu.
Çanakkale Savaşları devam ederken Karacaardıç’ta o zamanlar yaşayan ve meczup olarak bilinen bir kişi Karacaardıç’ta Kumluk’ta toplanan suyun içine girerek bir tenekeye su doldurarak, yandınız mı kuzum diyerek suyu serper. Siperlerde ki askerlerimize su verir. Bunu teyit eden eskilerden bu gerçekleşen olay dinlenebilir. Ben de on yıllar öncesi dinleyicilerdendim.
Gülfüz SARIÇAM’ın “ŞEHİDİM ANNEM” adlı yazdığı yazıyı bir kere daha okuyalım, şehitlerimize yapmamız gerekenleri yapalım.
Davullarla, zurnalarla uğurladın beni Asker Ocağına, elimde bir valiz, bir de ceketim vardı. Kalın kazaklarımı koymuştun; oğlum oralar soğuk olur, üşütme diye. Ana kucağı derler Asker Ocağına. Gerçekten öyleymiş. Üşümüyorum annem. Demiştin ya kendine iyi bak oğlum diye, babama da söyle; insan tek kalınca üzülür, içlenirmiş. Biz burada binleriz, on binleriz annem. Hepimiz ana baba çocuğu, Askeriz, MEHMETÇİĞİZ annem... Dağlarımızı saran çakallardan şimdi nifak tohumları ekenlerin hizmetinde olanlardan vatanı temizlemeğe çalışıyoruz. Biz dimdik ayakta, çakı gibi askeriz. NEFERİZ ANNEM...
Buralarda düşman uyumuyor annem. Gecemiz gündüzümüz kalmadı, Sakın! Sakın
şikâyet ettim zannetme... Biraz önce postallarımı boyadım, silahımı temizledim.
Vatan toprağında, Şırnak' ta Nöbetteyim, beklemedeyim, sınırdayım annem... Birkaç gündür yoğunlaştı it sürülerinin saldırıları annem. Ama sen üzülme, ağlama annem, beni bugünler için yetiştirmedin mi?
Hani çok sevdiğim siyah montum vardı ya; sakın kimse giymesin diye
tembihlediğim. Kardeşim, Ahmet’im çok severdi, bırak giyinsin... Kader bu! Belki döner, belki hiç dönemem...
Yirmi kişiyle uğurladığın, hasretiyle yandığın, ASKER oğlunu belki binlerle
karşılayacaksın Annem... Parola VATAN, İşareti NAMUSTUR derdin. Namusum uğruna can verdim annem. Bana verdiğin tertemiz, helal sütüne layık olmaya çalıştım, düşmana, kalleşe yol vermedim.
Ben ölmedim annem. Metinler, Mehmetler, Ahmetler Süleymanlar, Yunuslar,
Yusuflar... Kısaca MEHMETCİKLER ölmez. Hakkını helal et benim canım annem...
Annem; YARİME söyle beni beklemesin, karalar bağlamasın beyaz duvak yerine. Bana kısmet değilmiş onunla bir yuva kurup, aynı yastığa baş koymak, çocuklarımızı büyütmek... Annem söyle ona; dünyada istediğim tek şey; işten geldiğim zaman evimin
kapısını onun açmasıydı... Söyle ki; ondan ve hayallerimden ayrılmama sebep olanlar, Mardin'de, Şırnak'ta ve Ankara'dalar...
Al Bayraklara sarılı, küçük bedenlerimizle dev olduk, geçit vermedik. Biz Vurulduk ama BİTMEDİK annem... Bayramlarda elini öpmeğe gelemiyorum, Üzülme Annem, ama sen sakın beni ziyaretsiz bırakma, Biliyorsun ŞEHİTLER; Şehit olunca değil, UNUTULUNCA
ÖLÜRMÜŞ, sen sakın beni unutma! Başını dik tut, Onurlu, gururlu ol, sen ŞEHİT annesisin... Ağlayıp, kalleşleri sevindirme...
Bekleme beni güzel annem... Sizlere hem çok yakın hem de çok uzaklardayım... Kısaca yüreğinizdeyim. Dönemem, gelemem, sizleri bir daha göremem annem... Sana sarılıp artık öpemem.
Hakkını helal et annem. Sen de; vatan toprağım, güzel insanlarım... Dedim ya; Ben ŞEHİDİM vatanın her karışındayım. Artık Tüm Türkiye'nin Şehidiyim... Görevimi
tamamladım annem...
Başucumda ay yıldızlı bayrağım ve Üstünde al al açan çiçeklerim olsun yeter. Toprağa düştüm Çiçek oldum... Çiçeklerimi soldurma annem...
Şehitlik Abidesi için hepimiz sorumluyuz, hepinizi göreve davet ediyorum. Şehitlerimizin bir abidesi olsun, onlarla gurur duyuyoruz.
Saygılarımla…
Burhan YILMAZ
Çok duygulandığım ve görev kabul ettiğim bu konuyla ilgili birçok arkadaşım ve ağabeylerimle görüştüm. Hepsinden neden olmasın cevabını aldım.
Elbette yapılması gereken birçok formaliteler olduğunu biliyorum. Bu formalitelerin tamamlanması sırasında Şehitler Abidesinin yapılması için ruhen birkaç aylık zamana ihtiyacımız olacak.
Şehitler Abidesi için çocuklarımızda katkıda bulunacaklar. Sembolik olarak bir liranın bile bu şehitlikte değerlendirilmesini arzu ediyoruz.
İlk adımı Bozkır Belediye Başkanımız Mustafa UYAR ile atacağız, nasip olursa. Bu başlangıçtan sonra bütün Bozkırlıları (yaşı önemli değil) Türkiye’nin neresinde olurlarsa olsunlar katılmaları gerekmektedir. Şehitliğimizin yapılmasıyla, şehitlerimize karşı bir nebze olsun sorumluluğumuzu yerine getireceğiz.
88 Yıl önce 30 ağustos 1922 dünya tarihinin seyrini değiştiren mücadele de dünyayı şok eden yiğitlerin 316 kişisi Bozkır’dan gitmiş. Geri gelmemek üzere, yani şehit olmuşlar. Bizlere bu vatanımızı bir kere daha hediye etmişler. Oğullarım, kızlarım daha onurluca yaşasın diye canlarını bizim için hiçe sayıp sonsuzluğa karışmışlar. Vatan için verecekleri tek şeyleriydi canları, o canlarını hiçe saydılar. Kimin için bizim için…
Bazıları bir çift çarık, bazıları bir kese bulguru, bazıları atını, eşeğini bazıları da son yavrularını alıp koşmuştu Mustafa Kemal’in arkasından Dumlupınar Meydanına… Tıpkı Konya Bozkırlı 8 yaşında şehit Ömeroğlu Hüsnü, 11 yaşında şehit Ali Oğlu Süleyman ve Hadim’den 14 yaşında şehit Hüsmenoğlu Alişan gibi…
Bu yiğitlere dikkatle bakın! Bunlar asla dönmeyi düşünmediler ve dönmediler de… Sadece Çanakkale Savaşında 316 Bozkır’lı bu vatan için canlarını sebil yapıp bu vatan için bu toprağa serildiler.
Yıl 1918, yer Çanakkale, savaş devam ediyor. Gelibolu çıkartması başladı. Bazen Türkler, bazen İngilizler saldırıya geçiyor ama kesin üstünlük sağlayan taraf yok. Gögüs göğüse çarpışmalar henüz bitmiş, top atışları başlayınca her iki taraf meydanı boşaltıp geri çekilmişti. Ortalıkta zaman zaman duyulan top seslerinden başka ses ve hareket yoktu. Gün kararırken yavaş yavaş top sesleri de kesildi.
Savaş meydanında ertesi sabah:
Bir Türk yavaş yavaş doğruldu, ölüm sessizliğindeki meydanı bir süre süzdü. Eli bayılmasına sebep olan başındaki yaraya gitti. Sıçrayan bir taş başına çarpıp bayıltmıştı. Önemli bir yarasının olmadığını anlayınca, bacaklarının üzerindeki ölüyü hafifçe yana itekledi, ayağa kalktı. Ortalığı bir süre süzdükten sonra rastgele bir yöne yürümeye başladı. Pek geçmeden sağ tarafından gelen iniltileri duyarak durakladı. Seslerin geldiği yöne ilerledi. İnleyen iki kişi gördü, birden eli silahına gitti; inleyenlerin ikisi de İngiliz’di, düşmanıydı. Silahı elinde bir süre dona kaldı. İnleyerek, henüz kendilerine gelen iki İngiliz korkuyla kendisine bakıyor, ateş etmesini bekliyorlardı. Türk İngilizlerin ikisinin de yaralı olduğunu fark etti; biri kolundan, diğeri ayağından vurulmuştu. Bunun üzerine silahını indirdi, beline taktı, eğildi yaralarına baktı. Kolundan yaralı olanın durumu fena değildi ama ayağından yaralı olanın yarası kanıyordu. Türk İngilizlerin şaşkın bakışları altında, kasaturasını çıkardı ölmüş askerlerden birinin atletini yırttı, ayaktaki yarayı kanı durduracak şekilde sardı, sonra diğerinin yardımıyla iki tüfeği yaralı ayağı korumak için bağladı. Kurşunu çıkartamayacağını düşünmüştü. Diğerinin kolundaki kurşun derinde değildi kasaturayla kurşunu çıkardı, yarayı sardı. İngilizler sebebini anlayamasalar da Türk'ün kötülük yapmayacağını anlamıştı.
Üçü birlikte bir yerlere varabilmek, kendilerine yardım edecek birilerini bulabilmek için amacıyla rast gele bir yöne doğru yola koyuldular. Türk de buralara ilk defa gelmişti, çevrenin en az İngilizler kadar yabancısıydı. Joe adındaki ayağı yaralı olan İngiliz, kendisine yürürken de zaman zaman destek olan Türk'e minnettarlık duyuyor ama kolu hafif yaralı olan Fred adındaki diğeri hâlâ nefret doluydu. Üçü beraber yürürken Fred, Türk'ün dillerini anlamadığını da bildiğinden Joe'ya:
"-İlk fırsatta Türk'ü öldüreceğim"
Dedi. Fakat umduğu karşılığı alamadı, Joe bu düşüncesine isyan etti. Fakat Fred, tek başına da olsa Türk'ü öldüreceğini söyledi. Türk'ün yanında tabancası vardı ama diğerlerinin tüm silahlarını yere attırmıştı. Hava kararınca konakladılar. Türk yorgunluktan hemen uyuyakalmıştı. İngilizler biraz ötede yatmış ama henüz uyumamışlardı. Fred, Türk'ün uyuduğunu anlayınca usulca yerinden kalktı, belinde gizlediği bir bıçağı çıkararak Türk'e yaklaşmaya başladı. Onu gören Joe yerden doğruldu, alçak sesle arkadaşına bağırdı:
"-Git, yat yerine! "
Fakat Fred onu duymamışçasına ilerlemeye devam etti. Bu kez bacağı yaralı olan da yerden bir taş aldı, kendisine daha yakın olan Türk’le arkadaşının arasına girmeye çalıştı. Joe'nun kararlı tutumu üzerine Fred sinirlendi ama Türk'ün uyanmasından çekinerek yerine gitti, yattı.
Sabah Türk yanındaki yiyeceği İngilizlerle eşit paylaşınca, Fred'te de biraz yumuşama olur, ama uzun sürmez. Türk'ün düşman olduğunu, sağ kalırsa tekrar İngilizlerle savaşacağını düşündü. İlk fırsatta onu öldürmeye karar verdi. Joe'nun Türk'e aptalca bir minnet duyduğunu ve bu konuda onu güvenemeyeceğini düşünüyordu. Tek başına başarmak zorundaydı. O bir Türk, bir düşmandı ve ölmeliydi. Yer yer uçurumlarla kesilen bir patikadan ilerlemeye başlamışlardı. Aniden fırlayıp uçan bir kuş Fred'i şaşırtır, ayağı takılır, tam uçuruma düşecekken Türk atılır, bileğinden yakalar. Zorluklada olsa yukarı çekmeyi başarır. Sonra hiçbir şey olmamış gibi dönüp yürümeye devam eder. Fred, Türk'ün kendisini kurtardığına sevinememiş, hatta üzülmüş, sinirlenmişti. Ne yapması gerektiğine artık kendisi de karar veremiyordu. Aynı dar yolda ilerlemeye devam ettiler. Türk bacağı yaralı olan Joe'ya çoğu zaman yardım ediyor, Fred biraz arkadan geliyordu. Arkadan gelen Fred, tutunmak için elini attığı yerde, tam eline oturan bir taş buldu. İçinde yine Türk’ten kurtulmak için büyük bir istek duydu. Kısa bir kararsızlıktan sonra, taşı eline alıp, Türk'e arkadan yaklaşmaya başladı. Son anda Joe onu fark etti, kendisini yere atarken Türk'ü uyarmak için bağırdı. Bir tehlike olduğunu anlayan Türk ileri fırlarken, silahını çekip hızla döndü. Bir an için sanki zaman durdu; birinin elinde tabanca, diğerinde taş ve yerde şaşkın Joe öylece kaldılar. Fred elindeki taşın, tabanca karşısında bir işe yaramayacağını düşünüp kahroluyordu. Türk bir kaç saniye daha öylece baktıktan sonra. Bir dostu tarafından aldatılmış gibi, hayalleri yıkılmış gibi omuzları düştü. Tabancayı ters çevirip Fred'e uzattı:
"-Hâlâ beni öldürmek istiyorsan, al! "
Der gibiydi. Fred şaşkınlık içinde tabancayı aldı ve Türk'e çevirdi. Ne olduğunu anlamak ister gibi kendisine bakan yerdeki Joe ile göz göze geldi. Arkadaşı "-Yapma! . " diye bağırınca, fırsatı kaçırmaktan çekinir gibi elindeki silahı daha da doğrulttu, parmakları tetiğe gitti.
Türk'ün "-Vefasızsın, kalleşsin! . " diye haykıran gözlerinden kendini kurtarıp tekrar arkadaşına baktı; öfke dolu gözlerle karşılaştı. Yapamayacağını düşündü. Tabancayı tutan eli güçsüzce yanına düştü, sonra tabancayı Türk'e uzattı. Türk tabancayı sevinçle geri aldı, tekrar silahı ona çevirdi. Joe'nun şaşkın bakışları altında tetiğe bastı. . .
İngilizler şaşkınlık içinde kalmışlardı; silahta kurşun yoktu. Türk gülerek silahını beline koydu, cebinden çıkardığı kurşunları gösterdi. Silahını boşalttığı için Fred'e vermiş, onu denemişti. İngilizler de durumu anlayınca dakikalarca güldüler.
Tekrar yola koyuldular. Birden Türk ayağını oynak bir taşa basıp yere yuvarlandı. Düşerken kolu sıyrılmış, bileği kanamıştı. Joe atletini yırtıp onun bileğini sarmaya hazırlandı, fakat kanın çok az olduğunu görünce bir an durdu. Sonra bıçağını çekip kendi bileğini de hafifçe kesip, kanattı. Sonra kanayan bileğini Türk'ün bileğinin üzerine koydu. Türk kan kardeş olarak kabul edildiğini anlayınca gülümsedi. Birbirlerine sımsıcak, dostluk kokan bakışlarla baktılar. Onları ayakta seyreden diğer Fred de bıçağını çekip bileğini hafifçe kesti, yanlarına çömelip bileğini onlarınkiyle birleştirdi.
Şafak sökerken yola koyuldular. Çok geçmeden bir kamp ateşi göründü, sevinç içinde yürüdüler. Uzun bir yürüyüşten sonra kampa yaklaşmışlardı. Sevinç ve heyecandan kampa çok yaklaştıkları halde, hiç kimseyi neden göremediklerini düşünmediler. Arkada kalan Türk gayri ihtiyari, eline aldığı boş tabanca ile oynuyordu.
Fred, kampta İngiliz bayrağını görüp sevinç naraları atmaya başlamıştı kî; iki el silah sesi sevincini kursağında bıraktı. Bir gurup İngiliz askeri saklandıkları yerden neşeyle çıkarken, vurulan Türk cansız yere düştü.
Joe, Türk'ün üzerine kapanıp ağlarken Fred kendini dermansızca dizlerinin üstüne bıraktı. Türk'ün tabancasını aldı. Bir süre boş boş ufuklara baktıktan sonra hıçkırıklarına engel olamadı. Arkadaşlarını Türk’ten kurtardıklarını sanan İngilizlerin şaşkın bakışları altında, o da arkadaşı gibi Türk'ün üstüne kapanıp ağlamaya başladı. Bir yandan da bağırıyordu:
"-Kardeşim! . . Kardeşim! . . "
Evet, düşmanı bile olsa yardım etmekten vazgeçmeyen bu insan bir Türk’tü, bir Bozkırlıydı. Şehit olmuştu.
Çanakkale Savaşları devam ederken Karacaardıç’ta o zamanlar yaşayan ve meczup olarak bilinen bir kişi Karacaardıç’ta Kumluk’ta toplanan suyun içine girerek bir tenekeye su doldurarak, yandınız mı kuzum diyerek suyu serper. Siperlerde ki askerlerimize su verir. Bunu teyit eden eskilerden bu gerçekleşen olay dinlenebilir. Ben de on yıllar öncesi dinleyicilerdendim.
Gülfüz SARIÇAM’ın “ŞEHİDİM ANNEM” adlı yazdığı yazıyı bir kere daha okuyalım, şehitlerimize yapmamız gerekenleri yapalım.
Davullarla, zurnalarla uğurladın beni Asker Ocağına, elimde bir valiz, bir de ceketim vardı. Kalın kazaklarımı koymuştun; oğlum oralar soğuk olur, üşütme diye. Ana kucağı derler Asker Ocağına. Gerçekten öyleymiş. Üşümüyorum annem. Demiştin ya kendine iyi bak oğlum diye, babama da söyle; insan tek kalınca üzülür, içlenirmiş. Biz burada binleriz, on binleriz annem. Hepimiz ana baba çocuğu, Askeriz, MEHMETÇİĞİZ annem... Dağlarımızı saran çakallardan şimdi nifak tohumları ekenlerin hizmetinde olanlardan vatanı temizlemeğe çalışıyoruz. Biz dimdik ayakta, çakı gibi askeriz. NEFERİZ ANNEM...
Buralarda düşman uyumuyor annem. Gecemiz gündüzümüz kalmadı, Sakın! Sakın
şikâyet ettim zannetme... Biraz önce postallarımı boyadım, silahımı temizledim.
Vatan toprağında, Şırnak' ta Nöbetteyim, beklemedeyim, sınırdayım annem... Birkaç gündür yoğunlaştı it sürülerinin saldırıları annem. Ama sen üzülme, ağlama annem, beni bugünler için yetiştirmedin mi?
Hani çok sevdiğim siyah montum vardı ya; sakın kimse giymesin diye
tembihlediğim. Kardeşim, Ahmet’im çok severdi, bırak giyinsin... Kader bu! Belki döner, belki hiç dönemem...
Yirmi kişiyle uğurladığın, hasretiyle yandığın, ASKER oğlunu belki binlerle
karşılayacaksın Annem... Parola VATAN, İşareti NAMUSTUR derdin. Namusum uğruna can verdim annem. Bana verdiğin tertemiz, helal sütüne layık olmaya çalıştım, düşmana, kalleşe yol vermedim.
Ben ölmedim annem. Metinler, Mehmetler, Ahmetler Süleymanlar, Yunuslar,
Yusuflar... Kısaca MEHMETCİKLER ölmez. Hakkını helal et benim canım annem...
Annem; YARİME söyle beni beklemesin, karalar bağlamasın beyaz duvak yerine. Bana kısmet değilmiş onunla bir yuva kurup, aynı yastığa baş koymak, çocuklarımızı büyütmek... Annem söyle ona; dünyada istediğim tek şey; işten geldiğim zaman evimin
kapısını onun açmasıydı... Söyle ki; ondan ve hayallerimden ayrılmama sebep olanlar, Mardin'de, Şırnak'ta ve Ankara'dalar...
Al Bayraklara sarılı, küçük bedenlerimizle dev olduk, geçit vermedik. Biz Vurulduk ama BİTMEDİK annem... Bayramlarda elini öpmeğe gelemiyorum, Üzülme Annem, ama sen sakın beni ziyaretsiz bırakma, Biliyorsun ŞEHİTLER; Şehit olunca değil, UNUTULUNCA
ÖLÜRMÜŞ, sen sakın beni unutma! Başını dik tut, Onurlu, gururlu ol, sen ŞEHİT annesisin... Ağlayıp, kalleşleri sevindirme...
Bekleme beni güzel annem... Sizlere hem çok yakın hem de çok uzaklardayım... Kısaca yüreğinizdeyim. Dönemem, gelemem, sizleri bir daha göremem annem... Sana sarılıp artık öpemem.
Hakkını helal et annem. Sen de; vatan toprağım, güzel insanlarım... Dedim ya; Ben ŞEHİDİM vatanın her karışındayım. Artık Tüm Türkiye'nin Şehidiyim... Görevimi
tamamladım annem...
Başucumda ay yıldızlı bayrağım ve Üstünde al al açan çiçeklerim olsun yeter. Toprağa düştüm Çiçek oldum... Çiçeklerimi soldurma annem...
Şehitlik Abidesi için hepimiz sorumluyuz, hepinizi göreve davet ediyorum. Şehitlerimizin bir abidesi olsun, onlarla gurur duyuyoruz.
Saygılarımla…
Burhan YILMAZ
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te Bozkır Haber'e abone olun.