Recent Comments

BOZKIR Tarihi Hakkında Bilgiler I

Prof. Dr. Faruk SÜMER

Okuyucular aşağıda Bozkır tarihi ile ilgili birçok bilgi bulacaklardır. Yine okuyucular bu bilgilerin kolayca elde edilmemiş olduklarını da anlıyacaklardır. Çünkü Bozkır yöresi maalesef zengin bir tarihe sahip değildir. Bu yöre kuytu bir yerde bulunduğu gibi nüfusuna nisbetle topraklan çok yetersiz olduğu gibi, ayni zamanda verimsizlik ve darlıktan, arazinin biçimli olmamasından yerleşik hayatin gelişmesine müsaid değildir.

Bozkır hakkında bilgi vermeye baslarken önce su hususu burada da bir kere daha belirtmek isterim. Çünkü hemşehrilerimin bu hususta derin bir yanılgı içinde oldukları görülüyor. Bozkır aslında kasabanın değil, yörenin, yani Çay ile Seydişehir arasındaki toprakların adidir. Kasabanın adi "Sıristad" idi. Hatta delikanlılığımda köylülerimizden söyle bir söz işitmiştim: "Aşağı yanı Fart yukarı yanı Çat, ortasında yetmiş köyün parasını yiyen Sıristad". Sıristad Türklerden önce yörede yasayan kavimlerden birine ait bir isim olduğundan, kısaca Türkçe asıllı olmadığı için, atılarak kasabaya da Bozkır adi verilmiştir. Anlaşılacağı üzere yöre kasabanın değil, kasaba yörenin adını almıştır.

Bozkır adına gelince bu, arazinin coğrafî yapısı ile ilgili değildir. Yörenin adi olan Bozkır, bu yöreyi feth veya idare etmiş bir beyden gelmektedir. Bozkır Bey en kuvvetli ihtimal ile XIV. yüzyılda bu yöreyi idare etmiştir. O, Karaman oğullarının bir valisi olabilir. Bozkır Beyi belki daha az muhtemel olarak Selçukluların da valisi olabilir.

Fransızca "steppe" mânâsında simdi kullandığımız bozkır yeni bir deyim ve yüzyılımızın birinci yarısında kullanılmaya başlanmıştır.

Esasen Bozkır adını taşıyan yer, gerçek mânâsında, bozkır karakterinde de değildir.

Esasen halkımız coğrafî adların konmasında asla hata yapmaz. Hatayı halkı küçük gören aydınlar yaparlar, nitekim aşağıda bununla ilgili bazı misaller zikr edilecektir.

Verilen bütün bu bilgilerden sonra Bozkır adının boz ve kir fiillerinden emir ikinci şahıs ile yapılmış bir ad olduğu anlaşılmış bulunur. Yani bozkır, anlaşılacağı üzere Bozkır "yen ve safdışı bırak." demektir.

Sayın hemsehrilerimiz Bozkır adının steppe mânâsında olduğunu sanarak onun yerine başka bir ad verilmesi için İçişleri Bakanlığına müracatta bulunmuşlardır. Bunu duyunca pek hayret ettim. Bununla beraber vakit geçirmeden İçişleri Bakanlığına koştum. Bakan Hıfzı Oğuz Bekata Bey ile görüşüp gerçeği anlattım. Memleketimizin bu tapu senedi korunmuş oldu. Bir topluluk, tarihine ve kültürüne sahip çıkarsa millet olur ve varlığını sürdürebilir. Bu böyle bilinmelidir. Bunun aksini iddia edenler cahil ve akılsız kişilerdir.

Bozkır aslında Kozağaç da dâhil olmak üzere Çaydan başlayıp Seydişehir yöresine ulaşan kesimin adıdır. Halkımız bu kesime “Yazı Kolu” adını verir. Yazı, “ova düzlük” demek olup VIII. yüzyıldaki Orhun Abidelerinde geçen bir yadigârdır. Bu sözün kullanılmış olması bozkır yöresindeki Türk kültürünün eskiliği zenginliği ve devamlılığından ileri gelmiştir.

Bozkır’ın doğudaki kesimine de halkımız “Dağ Kolu” der. Dağ Kolu’nun resmi adı ise eski zamanlardan beri “Belviran” idi. Şimdi Belören’e döndürülmüştür. Burası da yine eskiden beri müstakil bir kaza idi. Geçen yüzyılda bir nahiye olarak Bozkır’a bağlanmıştır.1864 yılında veya daha sonraları bildiğimiz üzere Belviran’ın merkezi Sarıoğlan’dır. Sarıoğlan’ın tarihi bir şahsiyetin adı olması ihtimali kuvvetlidir. Mesela Selçuklu Şehzadesi Gıyaseddin Siyavuş’un (Ona Cimri de denilir) ordusunun kumandanının adı (1277 yılında) kaynak İbn-i Bibi de Saroğla şeklinde zikredilir. Bu şekli ile bir mana ifade etmediği için bu adın doğrusu Saruoğlan olabilir.

Şimdiki bilgilerimize göre Türk devrinde Bozkır’la ilgili en eski haber XIV. yüzyılın ortalarından daha geriye gitmiyor. O tarihlerde Karaman Oğulları tarihi müellifi Şikâri’ye göre, 30.000 asker ile Beyşehri’nden göçüp Sırıstad Kalesine gelmiştir.

Sırıstad Kalesi’nin sahibi Galencan adlı bir bey idi. Sırıstad hâkimi, Alâeddin Bey’i kalesinin önünde görünce kapılarını kapayıp kaleyi müdafaaya girmiştir. Alâeddin Bey’de 28 gün kuşattığı halde başarı gösterememiştir. Bunun üzerine bir geçe kırk yoldaşı ile gizlice kemend atarak kale burçlarına çıkıp Galencan’ı sarayında yakalayıp bağlamışlardır. Bunun üzerine kapılar açılarak Karaman askeri kaleye girmiştir. Alâeddin Bey kalede çok mal, hazine ve cephane bulup bunları askerlerine dağıtmıştır. Kaleyi de yine eski sahibi Galencan’a veren Karaman Oğlu birkaç gün sonra ülkesine dönmüştür.

Galenca hangi doğru ismi yanlız şeklidir, bilinemiyor. Galencan’ın aynı zamanda aslıda meçhuldür. Yani Türk mü Moğol mu olduğu kesin bir şekilde anlaşılmamıştır. Bununla beraber bu Sırıstad Beyinin Moğol asıllı olması ihtimalide zayıf. Çünkü Beyşehri’ni Moğol’dan İsmail Aka idare etmektedir. Saniyen o esnada Akşehir-Ilgın yöresinde oturan Moğol beylerinden biri de Galencan adını taşıyor.

Şikâri’deki bu kayıttan XIV. yüzyılın ortalarından Sırıstad’ın muhkem bir kaleye sahip olduğunu öğreniyoruz. Gayet, doğru olarak Sırıstad, o zamanlar Çay ile Şube arasındaki arızalı yerde bulunuyordu.

Alâeddin Bey 1361 veya1362 yılında Karaman devleti tahtına oturdu. Hükümdarlığının ilk yıllarını hükümdarlığını sağlamlaştırmakla geçirdi. Bu sırada Karaman devletinin idaresinde İçel’den başka ova bölgesinde sadece devlet merkezi Lârende (Karaman) bulunuyordu. Konya, Aksaray, Niğde, Beğşehri (Beyşehir) ne gelince bunlar başkentleri Kayseri olan Eretneliler’e bağlı valiler tarafından idare ediliyor, Konya ovasının en güzel otlaklarında da Moğol oymakları oturuyordu. Ancak bu sırada Eretneler’in ülkesinde önemli bir olaylar cereyan ediyordu. Eretne Oğlu Mehmet Bey, Moğollar tarafından yenildikten sonra Kayseri’den Sivas’a çekilmiş ise de orada beyleri tarafından öldürülmüştü. Alâeddin Bey Eretneliler’in içine düştükleri buhranlı durumdan faydalanarak ilk önce Konya’yı almış (1366–1367), sonrada Ereğli, Akşehir ile diğer bazı yerleri fethetmişti. Karaman hükümdarı siyasi ve askeri durumları kendisi için daha da müsait bir gelişme göstermesi üzerine Ilgın, Okluk Hisarı, Niğde, Aksaray ve Yavaş Kara Hisarı’nı(Yeşilhisar) da ülkesine kattı.

Beyşehri hakimi Moğol asıllı İsmail Ağa kuvvetli bir şahsiyetti. Bununla ilgili olarak Mısır’daki Memlükler ile doğrudan muhabere ediyordu. Beyşehir’de medrese ve zaviye yaptırmış olduğu da biliniyor. O nu Alâeddin Bey’i metbu tanıdığına dair hiçbir delil yoktur. İsmail Ağa 1378 de ölmüş ve yerine oğullarından Eminüd-devle geçmiştir. Alâeddin Bey Beyşehir’i Eminüd-devle’nin ölümü üzerine mi, yoksa Hamid Oğlu’nu yenerek mi eline geçirdi, bu da bilinemiyor. Bilinen bir şey varsa Osmanlı hükümdarı Murad Hudâvendigâr 1386'da Karaman iline yürüdüğünde Beysehri'nin Alâeddin Bey idaresinde olduğudur. Beyşehir ile beraber Seydişehir ve Bozkır’ın da Karaman hükümdarına tabi olduğuna şüphe yoktur. Bu arada Alâeddin Bey'in Seydişehir ile Çay arasındaki yöreyi Bozkır Bey'e vermiş olabilir. Bu bize göre kuvvetli bir ihtimaldir.


I. Murad ile Alâeddin Bey arasında Konya'ya iki konak mesafedeki Efrenk Yazısında vuku bulan ve Karaman Oğlu’nun yenilgisi ile sona eren savaştan (1386 yılında) sonra yapılan barış sonucunda Beyşehir Osmanlı idaresine geçmiş ise de Bozkır yöresi Alâeddin Bey'in elinde kalmıştır.

1391'de Bayezid Han ile yapılan barış andlaşmasına göre sınır Beyşehir’e bağlı onun doğusundaki Köşk Bükü köyünden kesilmişti. Buna göre de Seydişehir ve Bozkır Alâeddin Bey'in elinde kalmıştı. Ancak Alâeddin Bey'in öldürülmesinden (1397–1398) sonra, Karaman devletinin, İçil müstesna diğer bütün toprakları Osmanlı idaresine geçmiştir. Bunlar arasında şüphesiz Seydişehir ve Bozkır yöreleri de bulunuyordu.

Fakat Ankara Savası’ndan (1402) sonra Karaman beyliği yeniden eski topraklarına kavuştu. Bundan sonra Bozkır yöresi, Belviran gibi Karaman devleti sona erinceye kadar (1475), bu devletin elinde kaldı.

Osmanlı devrinde Bozkır, kaza idi. Yani kadılar eliyle idare edilirdi. Bundan dolayı kaza denmiştir. Seydişehir de kaza sayılmış her ikisi de Beyşehri sancağına bağlanmıştır. Belviran ise Karaman sancağının kazalarından birini teşkil etmiştir.


Not: Yazının devamı yine bölümler halinde yayınlanacaktır. Bu yazı Prof. Dr. Faruk SÜMER
Tarafından kaleme alınmış ve Türk Dünyası Tarih Dergisi’nde 1995 Haziran sayısında yayınlanmıştır. Yazını sadece fotoğrafları değiştirilmiştir. Bu güzel fotoğrafları çeken Mehmet Demiray namı diğer Foto Lider’e çok teşekkür ederim
Google News Takip Et
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? ’te Bozkır Haber'e abone olun.
Google News Takip Et
Son dakika gelişmelerden anında haberdar olmak için WhatsApp haber kanalımıza katılın.

Yorum Gönder

0 Yorumlar
* yapılan yorumlar denetlendikten sonra yayınlanmaktadır.