Geçtiğimiz yıl olduğu gibi bu yılda İstanbul’da bir grup insanımız ellerinde “Hepimiz Ermeni’yiz(!)” yazılı pankartlarla yürüyüş yaptılar. Bu görüntüleri izlerken bir anda eski günlere, üniversite yıllarına döndüm. Elimde olmadan gözümde canlandı.Ermeniler HOCALI’da yapmış olduğu katliamın kanları kurumadan KELBECER şehrini kuşatmış 30 bin Azeri Türk’ünü öldürmeye hazırlanıyordu. Dönemin Azerbaycan Cumhurbaşkanı Merhum Ebulfeyz ELÇİBEY Kelbecer’deki vatandaşlarını kurtarmak için Türkiye’den 6 helikopter istemişamma velâkin o zamanki idarecilerimiz bu talebe kulak tıkayarak ağırdan almışlardı. İşte bu Ermeni katliamlarını telin için Zafer Caddesi’ni trafiğe kapayıp eylem yapacaktık.
Bir gün sonra Zafer Caddesi’nde toplandık. Ellerimizde korsan bildiriler dağıtarak durumu anlatıyorduk. Oradan geçenlerin çoğu bize şaşkın ve tuhaf gözlerle bakıyor, ihtiyarlar sözle destekliyor gençler ise “İşinize bakın kardeşim size ne elin Azeri – Ermeni savaşından” gibi o zamanın tabiriyle SEV-GENÇ nutukları atıyordu.
Elimdeki bildiriler bitmek üzereydi ki kılık kıyafeti düzgün birkaç adam yaklaştı. Onlara da verdim. Adamın telsizi çaldı. Anladım ki polismiş. Oradan uzaklaşıp kalabalığa daldım. İzimi kaybettirip tekrar Zafer Caddesi’ne döndüm. Gösterinin zamanına 10 dakika kalmıştı. Sokaktaki arabadan bayrakları ve yazdığımız pankartları alarak başkanın işaretiyle Zafer Caddesi’ne indik.
Zafer’de bizden çok polis vardı. Dağıtmak için bağırıyordu. Artık meydana çıkmıştık ne söylememiz gerekiyorsa söylemeliydik. Bir süre sonra özel harekât timleri copları çekerek etrafımızı çevirdi. Bildiri verdiğim sivil polis Konya Emniyet Müdürü imiş, eline megafonu alarak bize dağılmamızı emrediyordu. Ortalık adeta ana baba günüydü. Trafik arapsaçı, araç kornaları, polis sirenleri, sloganlar ve çığlıklar birbirine karışıyordu. Tüm müdahalelere rağmen korkusuzca bağırıyorduk:
—“Karabağ Türk’tür Türk kalacak!”
—“Azerbaycan Türkiye kardeştir, bunu bilmeyen kalleştir!”
—“Hepimiz askeriz Ermeni’ye yeteriz!”
Kimilerine göre yiğit kimilerine göre aptal 200 genç Bayrağa! Silaha!… diye başlayan. Yılmayacağız! Yıkılmayacağız! diye biten YEMİNİMİZİ ederek caddeyi boşalttık.
Akşam anlaştığımız gibi hiçbir olaya karışmadan evlerimize dönüyorduk. Tam Sağlık İl Müdürlüğü’nün yanında geldiğimde Eğitim Fakültesi İngilizce Bölümü’nden bir arkadaşla karşılaştım. İkimizin de nişanlısı Anadolu Üniv.’den arkadaşlardı. İşte bu sebeple tanışıyorduk. Alaycı bir tavırla “Elindeki bayrak nedir? Nereden geliyorsun?” diye soruyordu. Anlaşılan gösteriye katılmamış katılanları hafife alıp çamur atıyordu. En çok da şu sözü sinirimi bozdu:
“Memleketi siz mi kurtaracaksınız len !”
La havle… deyip eve döndüm. Bütün televizyonlar televole paparazzi programlarıyla halkı uyutuyordu. Biz ise beşiğinden çıkan bebek misali ortalıkta geziniyorduk. O gün sabaha kadar “Acaba biz yanlış mı yapıyoruz? Kendimizi kullandırıyor muyuz?” diye düşünüyor ancak olumsuz bir cevap alamıyordum.
Birkaç gün sonra garajda nişanlımı karşıladım. Daha ilk lafı: “Siz gösteriye mi katılıyorsunuz? Amacınız okuldan atılıp derbeder kakmak mı? Baban sizi ne yokluklarla okutuyor bilmiyormuş gibi davranıyorsunuz. Siz değil misiniz? Her yaz tatili inşaatlarda çalışan? Hayatın acısını benden iyi bilirsiniz ama kendini riske atıyorsunuz” oldu. O nu memlekete gönderip, soluğu İngilizce Bölümü’nde aldım ve arkadaşa: “Bundan sonra nişanlıma bir kelime dahi konuşursan karışmam! Bu son olsun” dedim. Son da oldu. O gün nişanlımın karşısında geri adım atmadım ama çok bozulmuştum. Hani kızın haklı tarafı da yok değildi. O günlerin yasal mevzuatları çok ağırdı. Bu tür işlerin karşılığı okuldan ihraçtı.
Anlaşılan bu yolda yalnız yürümeye devam edecektik. Herkes fasıl geçiyor, basın yayın bile bize yer ayırmamış ayıranı da konuyu saptırmıştı.
O günlerde binlerce Azeri Türkü’nün katline ses çıkarmayanlar, Ermeni diyasporasının 1915 tehcir olayını dünyanın birçok ülkesinin parlamentolarına sözde soykırım ilan ettirmesine de duyarsız kaldılar. Ancak elim bir cinayeti fırsat bilen sözde aydınlarımız “Hepimiz Ermeni’yiz(!)” diye pankart açmış, bize her türlü zorluğu çıkaran yetkililer bunlara müsaade etmiş, görmezden gelmişler hatta ne mana taşıdığını bir hafta sonra anlayıp bu yanlıştır diyerek vaziyeti kurtarmaya çalışmışlardır.
Almanlar II. Dünya Savaşı’ndan sonra “Hepimiz Yahudi’yiz” diyerek Yahudi soykırımını kabul ettikleri için hala tazminat ödemektedirler. Kafalarını ve kalemlerini Ermeni diyasporasına satan sözde aydınlar da aklınca aynı yolla soykırımı kabul etmektedir. Bundan sonraki adımları koşulsuz Ermenistan ile diplomatik ilişkilerin başlatılması, en mühimi de korkarım sözde soykırım teklifini TBMM”ne taşımak ve tazminat istemek olacaktır. Bunlara da yeltenirlerse hiç şaşırmayacağım.
Bir gün sonra Zafer Caddesi’nde toplandık. Ellerimizde korsan bildiriler dağıtarak durumu anlatıyorduk. Oradan geçenlerin çoğu bize şaşkın ve tuhaf gözlerle bakıyor, ihtiyarlar sözle destekliyor gençler ise “İşinize bakın kardeşim size ne elin Azeri – Ermeni savaşından” gibi o zamanın tabiriyle SEV-GENÇ nutukları atıyordu.
Elimdeki bildiriler bitmek üzereydi ki kılık kıyafeti düzgün birkaç adam yaklaştı. Onlara da verdim. Adamın telsizi çaldı. Anladım ki polismiş. Oradan uzaklaşıp kalabalığa daldım. İzimi kaybettirip tekrar Zafer Caddesi’ne döndüm. Gösterinin zamanına 10 dakika kalmıştı. Sokaktaki arabadan bayrakları ve yazdığımız pankartları alarak başkanın işaretiyle Zafer Caddesi’ne indik.
Zafer’de bizden çok polis vardı. Dağıtmak için bağırıyordu. Artık meydana çıkmıştık ne söylememiz gerekiyorsa söylemeliydik. Bir süre sonra özel harekât timleri copları çekerek etrafımızı çevirdi. Bildiri verdiğim sivil polis Konya Emniyet Müdürü imiş, eline megafonu alarak bize dağılmamızı emrediyordu. Ortalık adeta ana baba günüydü. Trafik arapsaçı, araç kornaları, polis sirenleri, sloganlar ve çığlıklar birbirine karışıyordu. Tüm müdahalelere rağmen korkusuzca bağırıyorduk:
—“Karabağ Türk’tür Türk kalacak!”
—“Azerbaycan Türkiye kardeştir, bunu bilmeyen kalleştir!”
—“Hepimiz askeriz Ermeni’ye yeteriz!”
Kimilerine göre yiğit kimilerine göre aptal 200 genç Bayrağa! Silaha!… diye başlayan. Yılmayacağız! Yıkılmayacağız! diye biten YEMİNİMİZİ ederek caddeyi boşalttık.
Akşam anlaştığımız gibi hiçbir olaya karışmadan evlerimize dönüyorduk. Tam Sağlık İl Müdürlüğü’nün yanında geldiğimde Eğitim Fakültesi İngilizce Bölümü’nden bir arkadaşla karşılaştım. İkimizin de nişanlısı Anadolu Üniv.’den arkadaşlardı. İşte bu sebeple tanışıyorduk. Alaycı bir tavırla “Elindeki bayrak nedir? Nereden geliyorsun?” diye soruyordu. Anlaşılan gösteriye katılmamış katılanları hafife alıp çamur atıyordu. En çok da şu sözü sinirimi bozdu:
“Memleketi siz mi kurtaracaksınız len !”
La havle… deyip eve döndüm. Bütün televizyonlar televole paparazzi programlarıyla halkı uyutuyordu. Biz ise beşiğinden çıkan bebek misali ortalıkta geziniyorduk. O gün sabaha kadar “Acaba biz yanlış mı yapıyoruz? Kendimizi kullandırıyor muyuz?” diye düşünüyor ancak olumsuz bir cevap alamıyordum.
Birkaç gün sonra garajda nişanlımı karşıladım. Daha ilk lafı: “Siz gösteriye mi katılıyorsunuz? Amacınız okuldan atılıp derbeder kakmak mı? Baban sizi ne yokluklarla okutuyor bilmiyormuş gibi davranıyorsunuz. Siz değil misiniz? Her yaz tatili inşaatlarda çalışan? Hayatın acısını benden iyi bilirsiniz ama kendini riske atıyorsunuz” oldu. O nu memlekete gönderip, soluğu İngilizce Bölümü’nde aldım ve arkadaşa: “Bundan sonra nişanlıma bir kelime dahi konuşursan karışmam! Bu son olsun” dedim. Son da oldu. O gün nişanlımın karşısında geri adım atmadım ama çok bozulmuştum. Hani kızın haklı tarafı da yok değildi. O günlerin yasal mevzuatları çok ağırdı. Bu tür işlerin karşılığı okuldan ihraçtı.
Anlaşılan bu yolda yalnız yürümeye devam edecektik. Herkes fasıl geçiyor, basın yayın bile bize yer ayırmamış ayıranı da konuyu saptırmıştı.
O günlerde binlerce Azeri Türkü’nün katline ses çıkarmayanlar, Ermeni diyasporasının 1915 tehcir olayını dünyanın birçok ülkesinin parlamentolarına sözde soykırım ilan ettirmesine de duyarsız kaldılar. Ancak elim bir cinayeti fırsat bilen sözde aydınlarımız “Hepimiz Ermeni’yiz(!)” diye pankart açmış, bize her türlü zorluğu çıkaran yetkililer bunlara müsaade etmiş, görmezden gelmişler hatta ne mana taşıdığını bir hafta sonra anlayıp bu yanlıştır diyerek vaziyeti kurtarmaya çalışmışlardır.
Almanlar II. Dünya Savaşı’ndan sonra “Hepimiz Yahudi’yiz” diyerek Yahudi soykırımını kabul ettikleri için hala tazminat ödemektedirler. Kafalarını ve kalemlerini Ermeni diyasporasına satan sözde aydınlar da aklınca aynı yolla soykırımı kabul etmektedir. Bundan sonraki adımları koşulsuz Ermenistan ile diplomatik ilişkilerin başlatılması, en mühimi de korkarım sözde soykırım teklifini TBMM”ne taşımak ve tazminat istemek olacaktır. Bunlara da yeltenirlerse hiç şaşırmayacağım.
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te Bozkır Haber'e abone olun.