Gazetemizin misafir yazarlarından Ali Erzincan’nın bir müddet Bozkır’dan ayrı olması nedeniyle bir kaç aydır yazılarına ara vermişti. Tekrar ilçemize gelen Ankaralı Ali Erzincan’ın bu yazısını da yine heyecanla soluk soluğa okuyacaksınız.
Kaleme aldığı Beyşehir ve Çevresi başlığını taşıyan yazı dizisini siz sevgili okuyucularımıza sunuyoruz.
Ülkemizin Van ve Tuz Gölünden sonra gelen üçüncü büyük gölüne adını veren Beyşehir’de M.Ö. 2000-1200 yılları arasından kalma antik eserler, ilçenin tarihi zenginliğini simgelemektedir. Bunlardan Sadıkhacı Kasabası yakınlarındaki Eflatun Pınarı ile Fasıllar Kasabasındaki Kurtbeşiği Anıtı ve Atlı Kaya Kabartması, başta gelen Hitit eserlerindendir.
1071 Malazgirt Savaşından sonra Anadolu Selçuklularının yönetimine geçen ve Anadolu Selçuklu Devletinin yazlık başkenti olan Beyşehir altın çağını, Eşrefoğlu Beyliğinin Merkezi olduğu dönemde yaşmış. Kenti Moğolların istilasından sonra yeniden kurarak beyliğini ilan eden Seyfettin Süleyman Beyin inşa ettirdiği camii, türbe, bedesten, hamam, medreseden oluşan külliyesi günümüze kadar canlılığını korumuştur. Kentin en önemli yapıtlarından olan Eşrefoğlu Camii ise 1297 – 1299 yıllarında yine Eşrefoğlu Seyfettin Süleymen bey tarafından yaptırılmıştır. Anadolu’nun ağaç çatılı, direkli, düz tavanlı camilerinin en büyüğü olup günümüze kadar kalmış olanıdır. Üç kapılı, otuz üç pencereli kırk iki, sütun direkli camiin tavanı 480 ağaçtan oluşuyor. Hepsi sedir ağaçlarından yapılmış. Ağaçlar Beyşehir Civarındaki Genek Dağından kesilmiş. 3-5 ay gölde ıslatılmış sonrada fırınlanmış. Ağaçların ömürlerinin uzun olması için nem ve rutubet gerektiğinden camiin orta yerine bir kar deposu yapılmış. Bu gün hala görülebilen ve orjinalı on dokuz metre olan bu çukurda damdan kürenen kar depo edilirmiş. Kar bu çukurda bastırılır, çıkan nem ve rutubette, camii içinde bulunan sedir ağaçlarının ömrünün uzamasını sağlarmış. Kuyunun bir başka özelliği de Beyşehir halkı kırık çıkık tedavisiyle yaz aylarında ihtiyaç duydukları karı ve buzu bu kuyudan temin ederlermiş. Camiin mihrabının tamamı firuze, siyah-beyaz çini kaplatılmış.
Kaleme aldığı Beyşehir ve Çevresi başlığını taşıyan yazı dizisini siz sevgili okuyucularımıza sunuyoruz.
Ülkemizin Van ve Tuz Gölünden sonra gelen üçüncü büyük gölüne adını veren Beyşehir’de M.Ö. 2000-1200 yılları arasından kalma antik eserler, ilçenin tarihi zenginliğini simgelemektedir. Bunlardan Sadıkhacı Kasabası yakınlarındaki Eflatun Pınarı ile Fasıllar Kasabasındaki Kurtbeşiği Anıtı ve Atlı Kaya Kabartması, başta gelen Hitit eserlerindendir.
1071 Malazgirt Savaşından sonra Anadolu Selçuklularının yönetimine geçen ve Anadolu Selçuklu Devletinin yazlık başkenti olan Beyşehir altın çağını, Eşrefoğlu Beyliğinin Merkezi olduğu dönemde yaşmış. Kenti Moğolların istilasından sonra yeniden kurarak beyliğini ilan eden Seyfettin Süleyman Beyin inşa ettirdiği camii, türbe, bedesten, hamam, medreseden oluşan külliyesi günümüze kadar canlılığını korumuştur. Kentin en önemli yapıtlarından olan Eşrefoğlu Camii ise 1297 – 1299 yıllarında yine Eşrefoğlu Seyfettin Süleymen bey tarafından yaptırılmıştır. Anadolu’nun ağaç çatılı, direkli, düz tavanlı camilerinin en büyüğü olup günümüze kadar kalmış olanıdır. Üç kapılı, otuz üç pencereli kırk iki, sütun direkli camiin tavanı 480 ağaçtan oluşuyor. Hepsi sedir ağaçlarından yapılmış. Ağaçlar Beyşehir Civarındaki Genek Dağından kesilmiş. 3-5 ay gölde ıslatılmış sonrada fırınlanmış. Ağaçların ömürlerinin uzun olması için nem ve rutubet gerektiğinden camiin orta yerine bir kar deposu yapılmış. Bu gün hala görülebilen ve orjinalı on dokuz metre olan bu çukurda damdan kürenen kar depo edilirmiş. Kar bu çukurda bastırılır, çıkan nem ve rutubette, camii içinde bulunan sedir ağaçlarının ömrünün uzamasını sağlarmış. Kuyunun bir başka özelliği de Beyşehir halkı kırık çıkık tedavisiyle yaz aylarında ihtiyaç duydukları karı ve buzu bu kuyudan temin ederlermiş. Camiin mihrabının tamamı firuze, siyah-beyaz çini kaplatılmış.
Padişah Abdülhamit döneminde ise Konya Valisi Ferit Paşanın 1907’de Sadrazamlığı sırasında Anadolu – Osmanlı demiryolu ortaklığına ihale edilerek 1908-1914 yılları arasında yapımı tamamlanan Taş Köprü ve Su Kemeri adeta bir inci gibi yüz yıldır Beyşehir’in simgesi olmuş. Regülatör – baraj sistemine göre 14 sütun üzerine kurulan 15 gözlü köprünün kapakları açılınca gölün fazla suyu akarak Konya Ovasını sulayan Çarşamba Çayını besler. Su kanalının yapımı sırasında ise kanal üzerindeki köprülerle kanal tabanındaki yer yer sulama havuzları ve bentlerinde o dönemin maharetli taş işçiliğinin izlerini, günümüze kadar gelen kalıntılarının üzerinde görmek mümkün.
Beyşehir’e her gelişimde ilk uğrak yerlerimden biri Yeşildağ Milli Parkı ile birlikte gölün tüm çevresidir. 1993 yılında milli park ilan edilen göl, 656 kilometre karelik bir alanı kaplıyor. Beyşehir bir teknotik çöküntü gölü. En derin yeri 10 metre olup, üzerinde irili ufaklı 33 ada bulunuyor. Ancak suyun derinliğindeki değişimlere bağlı olarak adaların bazıları görünüp kayboluyor. İsimlendirilmiş olup üzerinde çoğunlukla Bizans manastırlarının bulunduğu yaklaşık 20 ada var. Kızılada, Hacı Akif Adası, Çeçen Adası, Akburun Adası ve Kirse Adası kalıntıların bulunduğu adalardan bazıları. Adaların arasında sadece en büyüğü olan Mada Adasında köy yaşamı sürüyor. Adalar öncelikle kuşlar için kuluçkalık yerleridir. Ayrıca Yeşildağ Milli Parkı ve göl çevresi leylekler ve çeşitli kuş türleri ile de kuş bilimcilerinin dikkatlerini üzerine çekmesi gereken yurdumuzdaki önemli ve nadir bulunan doğal çevrelerden biridir.
Selçuklu Sultanı 1. Alaaddin Keykubad doğasına hayran olduğu Gölyaka’da 1227’de kentini kurarak burayı ikinci başkent yapmış. Sultanın veziri mimar ve nakkaş Saadettin beyin yaptırdığı Kubadabad Sarayından bu güne kalıntılar ve müzelerde sergilenen muhteşem çiniler kalmıştır.
Beyşehir’e sınır Şarkikaraağaç Kızıldağ Milli Parkı yurdumuz ormanlarında tükenmeye yüz tutan, nadir bulunan sedir ağaçlarıyla taçlanmış olup dünyanın sayılı oksijen yoğunluğuna sahip adeta bir oksijen deposuymuş. Havasının sağlığa olan olumlu katkısı ise yetkililerce tescil edilmiş. Kızıldağ Milli Parkında günü birlik piknik yapmanın dışında Şarkîkaraağaç Belediyesince işletilen ahşap evlerinde geçirilecek birkaç günü zevkine doyum olmaz diye düşünüyorum. Yenişar Bademlinin 11 Km batısında ise Çaydere ormanlarının içinde bulunan Pınar Gözü Mağarası girişinde hızı saatte 70 Km’ye ulaşan şiddetli ve soğuk rüzgarı mağara içindeki ilerlemeyi engeller mağaranın dışının serinliği ve mağaradan çıkan el titreten soğuk suyun oluşturduğu dere ve çam ormanlarının doğal güzelliği piknikçiler için harika bir dinlenme yeridir.
Dumanlı Dağı eteklerindeki yaylada çifte oluk ise Serik’ten Yörüklerin konaklayarak hayvanları ile gelip çadırlarını kurdukları yine piknikçiler için ideal bir dinlenme yeridir. Ayrıca Adaköy, Kurucaova, av tüfekleri fabrikası ve iamalathaneleri ile ünlü Huğlu ve Üzümlü gezilmeye görülmeye değer.
Yeşildağ Kasabasından Yenşar Bademli yönüne doğru 9-10 Km ileride gölün kıyısında göle bakan yamaçta yeşillikler ve yer yer sivri kayaların arasında meşe ağaçları ve çamlarla çevrili Balıkçı Nami Babanın yeri uğrak yerlerimden biridir. Avlanma yasağı dışında Yeşildağ Balıkçılarının kayıklarını çektikleri, sohbet edip buluştukları mekanlarındaki bu kır kulübesinin şirinliği beni hep buralara çekmiştir. Nami baba ava meraklı bir aileden geliyor gözü tok, misafirperver, babacan biri. Yardımcısı Doğan ağa ise misafire hizmette çırpınan konuksever bir dost. Buradaki tüm Yeşildağlı balıkçıların özellikle yabancı misafirlere karşı samimi davranışları onları kendi ailelerinden biri olarak görüyor olmaları yabancısı oldukları bu kırsalda onları korumaya alıyormuşçasına olan davranışları insana ayrı bir güven duygusu veriyor. İki aile olarak gittiğimiz mekanlarında Yeşildağlı balıkçılar maharetli elleriyle kurdukları sazan balıklı kır sofrasında bizlere hatıralarımızda iz bırakacak ağırlamada bulundular. Günlerden cumartesi olduğundan balıkçı Nami babanın misafirleri yalnız bizler değildik. Diğer misafirlerini de yalnız bırakmasın diyerek müsaade alarak Adaköy’e yol aldık. Köyün piknik alanından tepecikler arasından gelen dere ayrıca kayalar arasından çıkan kaynak sularının oluşturduğu göletten akan çay Beyşehir Gölüne doğru yol alıyordu. Bu mevsimde köyün Dumanlı yakasına bakan Karlı Dağlarının manzarasını bakmaya doyamıyorsunuz. Aynı gün Beyşehir’e sınır Derebucak’a geçmeye karar vermiştik. İlçe gurbetçi işçilerinin yoğun olduğu izlemini yapılarındaki biri birinden güzel görüntü ile sergiliyordu. Mevcut Camiilerin mimarisindeki göz dolduran güzellik Derebucaklıların adeta bir biri ile yarıştıklarını simgeler gibiydi. Minarelerinin zarif görüntüleri binalarının şıklığı ise ilçenin zenginliğini kanıtlar gibiydi.
Derebecak Gembos Barajı ise çamlarla kaplı vadiden kıvrıla kıvrıla gelen akarsuyun yatağında inşa edilmiş baraj suyu beton kanlarda ve tünellerden geçerek Beyşehir Gölünü adeta bir kan damarı gibi beslemektedir. Beyşehir Gölüyle, doğal çevre güzellikleriyle anlatılamaz, gezerek, görerek bu güzellikleri yaşamak gerekir.
Gezdiğim, gördüğüm, turistik yerlerle mukayese ettiğimde tarihi zenginliğinin yanı sıra insanı cezbeden harika doğal çevresi ayrıca ender yerlere nasip olan ve adını ilçesinden alan tatlı su gölüyle bütünleşen Beyşehir’in Karlı Anamas, Dumanlı, Dedegöl dağlarının gölü mavisiyle kırsalı yeşiliyle önüne alışının seyri insanı ruhen ve bedenen dinlendiriyor. Ayrıca renk ve batış süresi açısından dünyanın birinci dercedeki gurupları arasında sayılan gün batımının Beyşehir Gölünde rengarenk bir yelpaze gibi önünüze açılışının güzelliğini göl kıyısından ya da Yakamanastır sırtlarından seyretmenin keyfine ve güzelliğine doyamazsınız. İşte bu doğa güzeli zümrüt yeşili Beyşehir için mavi nazar boncuğu gölü kışın karlı inci görünümlü sıra dağları ile görülmesi gezilmesi ve de organik ürünleri sağlıklı beslenip yaşanması gereken şimdilerde bakir ve şirin bir turizm ilçesidir diyebilirsiniz.
Kaynaklar: 1- Hürriyet Seyahat, Reyan Tuvi ile İç Anadolu
2- Beyşehir Belediyesi Tarih Kültür ve Turizm Şehri Beyşehir
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te Bozkır Haber'e abone olun.