Sevgili Hemşerilerim;
Kanuni Sultan Süleyman, süt kardeşi meşhur alim Yahya Efendi’ye bir mektup yazarak şunu sorar:
-Sen ilahi sırlara vakıfsın. Kerem eyle de bizi aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğulları’nın akıbeti nasıl olur? Bir gün olur da izmihlale uğrar mı (çöker gider mi)?
Yahya Efendi’nin cevabı çok kısadır:
-Neme lazım be sultanım!..
Sultan bu kısa cevaptan bir şey anlayamaz. Yahya Efendi’nin Beşiktaş’taki dergahına gider. Soruya niçin böylesi kısa bir cevap verdiğini sorar. Yahya Efendi şu cevabı verir:
-Sultanım! Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlık yaygın olsa, işitenler de neme lazım deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa, yoksulların, kimsesizlerin, öksüzlerin-yetimlerin feryadı göklere çıksa, bunu da taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın güven ve saygısı sarsılır. Asayişe itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. İzmihlal (çöküş ve yok olup gitme) kaçınılmaz hale gelir.(*)
* * *
Günümüz emperyalizmi felsefe alanında çok güçsüzdür. Kölelerin omuzlarında yükselen “batı”, sömürgelerin “acılarıyla” zenginleşmiş ve bugünkü gücüne ulaşmıştır. Dünyayı insafsızca kirleten, doğal kaynakları yok eden, kaliteli ürünler yapıyorum derken ortalığı çöplüğe çeviren bir ekonomi, gerçekten de bilgi toplumuna ulaşabilir mi? Bilgi toplumu, gerçekten de sanayi toplumunun daha ilerlemiş hali midir? Sanayi toplumunun daha ilerisi var mıdır?
Diyorlar ki “doğu hiçbir şey keşfetmemiştir”. Oysa onların keşif dedikleri şeyler, “daha çok insan öldürmekten, daha çok kan dökmekten” başka işe yaramayan, başka insanları “köle” yapmaktan öte işlevi olmayan “imha” silahlarıdır. “Doğu” barutu geliştirmiş, bunu panayır eğlenceleri için kullanmıştır. “Batı” ise barutu almış tüfek yapıp insanları öldürmüştür. Tüfekten atom bombasına giden yol, bilimsel gelişmeyi değil, “batının” insan öldürmek ve dünyaya hakim olmak için nasıl uğraştığının belgesidir. Bugünün rahat ve konforlu modern yaşam biçimi, insana hiç uygun olmayan, doğal olmayan, sonuçta felaketlerle bitecek bir “sanal cennetten” başka bir şey değildir.
“Batı”, kendi yolunda o kadar hırslıdır ki, “ihtiyaçlar sonsuzdur” diye uydurma bir ekonomi geliştirmiş, sürekli tüketmeye dayalı düzeni ile bir çeşit kanser hücresi gibi yayılmaya başlamıştır. “Kanser hücresi” ile “kapitalist toplum” arasında çok ilginç benzerlikler vardır. Kanser hücresi de çok kaliteli bir yaşam sürer. Yerleştiği organizmanın en iyi ürünlerini, en iyi kısımlarını kemirir, yer ve tüketir. Tükettikçe gelişir ve yayılır. Sonunda tüm organizmayı sarar. Artık tüketecek bir şey kalmamıştır. Çünkü organizma iflas etmiş, ölmüştür. Ve kanser hücresi de ölür…
Tıpkı bunun gibi “kapitalizm” de, dünyamızı sömürmekte, kendisi için “cennet misali” yerleşim yerleri kurarken, dünya insanlarının çok büyük bir bölümü yoksulluk için yaşamaktadır. Ve tıpkı kanser hücresinin içine yerleştiği organizmayı öldürmesi gibi, kapitalizm de dünyayı tehdit etmektedir.
“Batı” gerçekte kendisini nasıl bir sonun beklediğini görmektedir. Küresel ısınma, iklim değişikliği gibi konularda bizlerden daha iyi araştırma yapabilecek durumdadır. Buna karşın “doğayı anlamak, onun bir parçası olmak, onunla birlikte yaşamak” gibi kavramları olmadığından, elindeki verileri değerlendirecek “gerçek düşünme biçimine” sahip değildir. Gelecekle ilgili endişeleri vardır. Henüz adını koyamadığı ya da tam olarak “kavrayamadığı” bir “şeyin” kendisini tehdit edeceğinin farkındadır. “Nasıl”, “niçin” gibi sorulara cevap bulamamıştır ama yine de gelecek konusunda iyimser değildir. Bu yüzden “şu an”, “şimdi” elinde bu kadar “güç” varken harekete geçmeli ve onu yok etmelidir. Oysa “neyi yok etmeleri gerektiğini” bile bilmemektedir.
Tek yapabildiği şey olabildiğince o ülkeleri karıştırmak, “kan” ve “dehşet” saçmaktır. “Doğu toplumlarını” birbirine düşürmek, milletleri parçalamak, etnik gruplar yaratmak, bunları savaştırmak ve daha çok kan dökülmesini sağlamak, toplumları dağıtarak kendi “özgün yaşam biçimlerini” yok etmek… İşte tüm becerileri bundan ibarettir. Oysa bunlar öylesine boş eylemlerdir ki…
“Doğu” gerçekten de geri kalmış mıdır? Binlerce yıl öncesi gibi yaşam sürdüren insanlar, gerçekten de “ilkelliğin” temsilcileri midir? “Doğaya hakim olmak” gibi bir derdi olmayan insan, “doğayla barışık yaşayan”, tek kaygısı neslini sürdürecek kadar “temel ihtiyaçlarının” karşılanması olan “doğu insanı” gerçekten de geri kalmış, zayıflamış mıdır?
Ağaçları, otları, hayvanları, toprağı velhasıl doğayı oluşturan tüm değerleri “sevmekten” başka bir düşüncesi olmayan “doğu”, doğum, yaşam ve ölüm olaylarını “olduğugibi” kabul eden, ilkel bir varlık mıdır?
Peki, o zaman modern ordular, dehşet silahları bu zavallılar (!) karşısında neden istenilen başarıyı sağlayamamaktadır?
Yoksa zayıf, ilkel sanılan bu insanlar, “batının” asla anlayamayacağı “bir güç” mü taşımaktalar?
Bugün her türlü dehşet silahına rahatça karşı koyanlar, acaba “batının” hiçbir zaman anlayamayacağı “bazı gerçekleri” yıllar önce görmüş insanların torunları olabilir mi? (**)
(*) Kamil Hayati Aydın
(**) Mümtaz Gökçedağ
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te Bozkır Haber'e abone olun.