1938 Konya Bozkır doğumluyum. 1958 yılında Adana Ziraat Meslek Lisesi’nden mezun oldum. Askerlik hizmetimi tamamladıktan sonra, 26 Temmuz 1960 tarihinde Bitlis’in Tatvan ilçesinin, Teknik Ziraat Müdürlüğüne tayinim çıktı. Tatvan’da hizmetler hızla inkişaf ederken, Risale-i Nur okuduğum, dinime imanıma hizmet ettiğim için, 1 Ağustos 1961 tarihinde evim arandı... Tevkif edildim ve Bitlis Cezaevine gönderildim.
15 Kasım 1961 tarihinde, mahkemenin hakkımızda tahliye kararı geldi… Dışarı çıktık… Artık resmen sabıkalı olmuştum. Tatvan’daki iman ve ahiret arkadaşlarım kendilerine bir zarar gelir endişesiyle, ilk gün beni evlerine kabul edemediler. Bir otelde kaldım. Memuriyetimi de kaybetmiştim... Memleketim Konya’ya dönme kararı vermişken, bir de Van’a, Hamid Kuralkan ağabeye danışayım dedim. Durumu kendisine anlattım.Mübareğin öyle güzel bir sesi ve sadası vardı ki… Şefkatle: “Kardeşim Rahmi, gel buraya beraber olalım… Cenab-ı Hak Gafur-u Rahim’dir. Ekmeğimizi bölüşür, ne bulursak beraber yeriz... İstersen sana burada ufak çaplı bir iş de buluruz. Peygamberimiz (ASV) ‘rızkın onda dokuzu ziraat, ticaret ve sanattadır’ demiş; onda biri memuriyette kalıyor. Sıkma canını, gel buraya Rahmi kardeş…” dedi.
Zübeyir Ağabey ile de istişare ederek gittim Van’a. Bu güzel ses, bu samimi davet, gençliğimin 10 senesinin şarkta, şark Nur hizmetlerinde geçmesine vesile olmuştu…
1961 senesinde, daha henüz Van’da dersane, medrese yok. Bana, “Seni Camide misafir edelim” dediler. Beş altı ay kadar Üstad’ın da ikamet ettiği Nurşin Camiinde kaldım. Hayatımda hiç camide yatmamıştım…
Hamid Ağabey ve cemaat, kaldığım Nurşin Camiine gece gelirlerdi, gece 12’ye kadar ders okurduk. Tabi Üstadın hizmetkarları da vardı o zaman Van’da. Molla Hamid, Molla Münevver, Ali Çavuş, Çaycı Emin ağabeyler... Bir de Rufai halifesi vardı, Maruf Efendi. Hakkarili Şeyh Selim Efendinin Halifesi. Bu komisermiş meğer... Ona Müslümanları takip için vazife vermişler. O da bir gün zikir esnasında dayanamamış ve kendini deşifre etmiş… Sonra da, “Şeyhim devam et” demiş… Coşmuş yani. Bana derdi ki, “Rahmi Bey, sen ne kadar okursan oku, biz dinleriz. Ama sonra biz de 12’den sonra bir fasıl geçeceğiz haa” derdi. Biz de onu dinlerdik.