11 Temmuz Pazar günü Bozkırımızın bir birinden güzel 4 köyünün şenliği vardı. Çağlayan Kasabasının ki Sarıot yaylasında Pınarcık Köyü, köyün aşağısındaki ağaçlık alanda, sorkun Kasabasının ki Beşmuar Mevkiinde Söğüt Kasabasının ki Perşembe Yaylasında yapılacaktı..
Sorkun kasabasının şenliğine daha önce katıldığım için katılmayacaktım.
Çağlayan Kasabasının şenliğine ise bin bir emek ile çekilmiş ve hazırlanmış Bozkır fotoğraflarını pazardan alınıp satılan karpuz muamelesi yapan Mustafa ÇİL in sunum yapacağını öğrendiğim için gitmedim. Bozkır insanının emeğine karpuz muamelesi yapan bir insanı alkışlayamazdım.
Geriye Pınarcık ve Söğüt şenlikleri kalmıştı. Birinden birine tercih yapmak zorundaydım. Çünkü iki şenlik alanı da mesafe ve istikamet olarak çok uzaktı birbirine.. Söğütlü bir abimin daveti kararsızlığıma çare oldu.. İstikamet Perşembe Yaylası…
Pazar sabahı saat 11 sularında kırmızı şimşek ile düştüm yayla yollarına.Hava sıcak.. Yakıcı bir sıcak hemde. Üçpınar yolunun yokuşa sardığı yerde çok güzel Bozkır manzarası vardı. Birkaç kare almadan geçemedim.
Yalnızca köyünü geçerek Üçpınar kasabasına geldim. Üçpınar kasabasından Hadim yoluna girdim. İleride Elmaağaç köyünü geçtikten sonra Gökdere ye doğru kıvrım kıvrım olmuş yollardan saldım kendimi aşağıya doğru… Gökderenin etrafı piknilkçiler tarafından doldurulmuş.
Yol uzadıkça vakit öğleye geliyor, güneş insanı Yakıp kavuruyor adeta. Dedemlinin girişinden sola dönüyor ve GEZLEVİ Korualan belediyesine girerken bir afiş.. Aşık Ömeri Anma ve 3 Kiraz Festivaline Hoşgeldiniz…. Gezlevi ana-baba günü kalabalık.. Çok fazla sıcağa kalmadan Söğüt Yaylasına varmak istiyordum. Duramadım.
Asvaltın bittiği yerde çileli, bol tozlu ve yokuş bir toprak yoldan devam edecektim geri kalan yolu.Hava sıcak, yollar toz deryası…Hele birde yoldan bir araç geçtimi.. Göz gözü görmüyor.
Nihayetinde Söğüt Yaylasının ilk görüldüğü beleni aştım… Oradan birkaç kare Perşembe yaylası çektim.
Yayladan Mevlit sesi yükseliyordu… Hocalar camiden mevlit okuyorlardı. Şenlik alanına geldiğimde saat öğleyi bulmuştu. Yaylada cep telefonu çekmediği için beni davet eden büyüğümü aramaya başladım. Çok geçmeden olabileceğin tahmin ettiğim yerlerden birinde buldum.
Selamlaşıp muhabbet ettikten sonra yaylanın etrafında ki dağlardan olan Dağanlık Tepesine tırmandık. Oradan şenliğin ve yaylanın fotoğraflarını çekecektim. Tabi abim bir yandan ben bir yandan hışıl hışıl tepeye zor attık kendimizi.. Ve hemen bir gölgelik bulmak lazımdı. Biraz soluklandıktan sonra birkaç karede oradan alıp aşağı doğru indik.
İndiğimiz noktada bulunan bir aile söğüt gölgesinin keyfini sürüyordu. Su ikram ettiler.. Sıcağın göbeğinde en güzel armağan buz gibi bir sudan başka ne olabilirdi ki..Yemeğe ve çaya kalın diye ısrar eden misafirperver insanlardan zor kötek müsaade alıp caminin yolunu tuttuk.
Vakit öğle vakti idi. Caminin hemen yanı başında bir şadırvan vardı. Daire biçiminde inşa edilmiş şadırvanın iç kısmında bay ve bayan tuvaletleri var. Dış kısmında abdestlik..
Ve caminin üzeri genç çam fidanlarının deli şıvgınlar verdiği bir ormana dönmek üzere…
Hemen üstümüzde ki ailenin çocukları uçurtma uçurmanın peşindeydi. Rüzgar belki çocukları sevindirmek için, belki, namaz için bekleyen cemaati serinletmek için hafif hafif eserken yükseltiyordu çocukların uçurtmalarını…
Allah kabul etsin abdestimizi aldık. Bekliyoruz hoca efendi Ezan okuyacak.. Saat öğleyi geçti hoca son gaz vaaza devam ediyor.. on dakika daha bekledik.. Yok.. Hocanın vaazi bitirip namaza geçmeye niyeti yok.. Eee bulmuş bunca cemaati değerlendirmek lazım. Ama hava sıcak cemaat mırıldanmaya başladı… Çareyi bulduk. Hocaya kısa bir not yazdık yolladık. ‘’Hocam namaza geçsek hani….’’ Hoca efendi izmirde görev yapan bir Müftü. Değerli bir insan.. Lisanı üslubu ile vaaza son verdi saat 13:45 gibi namaza durduk. Allah kabul etsin namaz çıkışı hurma ikramı vardı. Hurmamızı da yedik.
Beni davet eden büyüğüm ile yakın akrabası olan bir ailenin evine gittik. Çadırın gölgesinde hoş sohbet bir ortam vardı. Biraz sonra karı koca iki tane Manavgatlı geldi çok hoş sohbet insanlardı.. Allah muhabbetlerini arttırsın. Yemek boyunca bizlere kıssadan hisseler anlatarak yemeğimize hoşluk verdi. Sofra duasını yaptıktan sonra ben eve dönmek için müsaade istedim. Müsaade verildi…
Perşembe Yaylasına gel ipte o buz gibi muarın suyundan içmemek olmazdı. Birde benim bir huyum vardır dağlara giderken muhakkak bir su şişesi taşır görüğüm her çeşmeden şifa niyetiyle su doldurmadan gelmem.
Perşembe muarının olduğu yerde cümbüş başlamıştı.. Çocuk, genç yaşlı.. Her yaştan insan sahnede kaşık havasında oynuyorlardı.. Birkaç karede oradan aldım. Bir dede vardı ki gençler eline su bile dökemezdi… Allah sağlıklı ömür versin…
Dönüş güzergahım Hisarlık yaylası, üzeri Dedemli köyüne inmekti.. Yolcu yolunda gerek..Saat 15:15
Hisarlık yaylası adeta bir kasaba kadar büyük bir zemine yerleşmiş çok sayıda modern ve taş binaların olduğu yemyeşil çimenler ve söğüt ağaçlarından oluşan bir yayla…
Modern binaların bitişiğinde hakiki yayla evleri doğallığını bozmadan duruyordu. Yine taş duvarlara vurulmuş tezekler. Tezek kokusu yaylada kalmış yayla yaşamını bilen fakat hayat gereği yaylalardan uzak kalan insanlar için otantik ve akıldan çıkmayan bir kokudur…
Hisarlık yaylasından epeyce dolaşmak zorunda kaldım yaylanın tamamını fotoğraflamak için. Yayla yerleşim alanı olarak geniş ve dağınıktı. Galiba iki mahalleden oluşuyordu. Tek şerefeli minaresi olan iki camisi vardı.
Camileri fotoğrafını çekerken sabahtır ruhumu dürtükleyen ‘’’ eğri Göle gitme dürtüsü benliğime hükmetmişti. Yaylada kimi görürüm diye göz atarken bir bakkal gördüm. Taze ekmek bulunur yazıyordu ekmek dolabında… Amcaya Eğri Göle nasıl giderim diye sordum kestirmeden tarifledi sağ olsun.
Düştüm eğri gölün yoluna.. Yaylayı çıktıktan sonra yol ikiye ayrılıyordu. Biri Dedemliye inen yol diğer ise bu yolun devamı ve beni eğri göle götürecek olan dikine 180 metre olan dağın sırtından büklüm büklüm giden yol.. İnsanı yoran bir yol.. Nihayetinde yokuş bitti ve birkaç km ötesinde asvalt başladı. İleride Bağırsak yaylası.. Ve yaylanın önündeki belenin aşağısı eğri göl….
Pırıll pırıl suyu , püfül püfül havası ile eğri göl…
Seviyorum ben burayı. Bir tane dikili ağaç olmasa da seviyorum. Ayrı bir cazibesi var. Tabi bu arada saat 16:00 olmuştu. Gölde fazla durmaya zamanım yoktu. Buraya kadar gelip ala karlı dağlar karşımda dururken kar katmamak olmazdı.
İleride bir çoban bulup sordum Yol kenarında kar var mı bildiğin? -Yok yeğenim dedi.. Pes etmek yok. İleride bir çoban daha buldum.
- Emmi yol kenarında bildiğin kar olan bir yer var mı?
Var yeğenim. Bak aha şoradan (Eliyle yaylanın üstündeki arı kovanlarının olduğu yeri gösteriyor)yol gider ama ordan geçersen arı seni boğar. Şo ileriden sırttan git. Orda arı az. Beleni aşınca ileride göl var. Gölün hemen üstünde var sadece.
Yola düştüm. Çobanın dediği gibi her yer arı kovanı.. Durmadan ilerledim. Ama yol öyle bir yerde çatallaşıyordu ki yolun iki tarafında da arıcılar arılara bakıyordu. Doğru yolun hangisi olduğunu sormak için durdum. Arıcıya selam verip sordum. Arıcı şu yol ama buradan hemen git arı seni boğar demeye kalmadan kafama ve vücuduma konan arı kolonisinden iki tanesinin iğnesinin acısını hissetmemle birlikte motoru ikinci vitese takıp gazı sonuna kadar köklemem bir oldu. O taşlı çakıllı yollarda 15km ile zor ilerlerken arı korkusu ile ibre 50yi geçmişti. 200 metre ilerledikten sonra arıların sesinin gelmediğin hissedip durdum. Arının biri elimden sokmuş diğeri boynumdan ve başımın muhtelif yerlerinden sokmuştu. Ama bunada şükür tabi… Birkaç kilometre ilerdim ve nihayetinde karın olduğu yeri buldum. Akan kar suyu zeminde küçük bir gölcük olmuş. Karın üzeri rüzgârla gelen tozlarla örtülmüş. Karın kalktığı yerde dağ yoncaları büyümüş çiçek açmış arılara ziyafet veriyordu…
Daha önce birileri büyük kar blokları kesmişler testere ile.. Kar adeta beton gibi sıkışmıştı. Elle kesmek yada katmak ne mümkün. Motorun heybesinde iki poşet vardı. İki poşet kar kime yeter deyip eğbeyi boşalttım. Motorun ayna demirlerini söküp testere niyetine kullanarak 20 santim eni ve boyunda küp şeklinde kar bloklarını kesiyor heybeye dolduruyordum. Burada ki kar değişikti billur billur mercimek tanesinden az küçük tane tane idi.. Çok hoştu.
Benim hemen aşağımda Antalyalı bir gurup genç insan vardı. Ben kar kesme işi bitince aşağıya indim heybemi yerlerken beni davet ettiler. Kar yiyorlardı. İlla yemem konusunda ısrar ettiler. Sofraya oturdum. Kara değişik bir şey dökmüşlerdi rengi pekmez rengi değil kırmızıya çalar pembemsi bir renkti. Nedir diye sorduğumda tarçın olduğunu söylediler.. Tarçın ve şeker.. Çok hoş bir lezzeti vardı. Herkese tavsiye ederim. Dönüş yolu yine arının yanından geçiyordu mecburen.. Heybemdeki mont, bere ve eldiveni kış günü gibi giyinmiştim. Beni görenler deli demiştir herhalde… .ne bilsinler arıdan sakındığımı… Arıları kazasız belasız atlattım…
Dönüş yolunda bir çobana rastladım. Kar ikram ettim. ‘’Allah razı olsun. Bugün matarayı da unutmuşum suyumda kalmadı ciğerim yanıyordu hora geçti’’ derken heybede kar kalıplarının arasında buz gibi soğuyan 3 tane ayrı çeşmeden ve Perşembe muarından doldurduğum su şişem vardı. Onu da verince çoban dualarla yolcu etti beni… ‘’Allah kazadan beladan korusun.. Allah yolunu açık etsin.. Selametle…
Eve döndüğümde saat 20:00ye geliyordu… Tıkabasa kar doldurduğum heybede sıcaktan ve rüzgârdan dolayı epeyice bir fire vermesine rağmen konu komşu akraba herkese yetecek kadar kar kalmıştı.
Bana kalanda bugünün güzel hatırasını sizlerle paylaşmaktı….12/07/2010 Hüseyin DUMRU
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te Bozkır Haber'e abone olun.