İşte bir bayram daha kapıda. Ne yapıp etmeli bu bayramı bayram gibi yaşamalı diyor gönlüm. Oysa günler öncesinden başlayan şaşaalı alış ve veriş dağdağası arasında bayram bir yetim çocuk gibi tükeniveriyor vesselam. Hep bir hesap yılgınlığı içinde eller ovuşturuluyor, dizler dövülüyor ve alınlar ovuluyor uzun uzun. Biliyorum hepimizin içinden ta içimizden gamsız, hesapsız bir bayram yaşama arzusu geçiyor.
Mesut çocukluk, gençlik zamanlarına mahsus sahici bir bayram için ben köyüme sığınırım hep. Bayram aklıma düşer düşmez ‘tekke bileni’nden başlayıp bir yüreğe doğru kıvrılan damarlar gibi köyüme uzayıp giden yollar gelir aklıma. Ciğerim taze toprak kokusuyla dolar; bodur ama bir münevver edasıyla kurulan ağaçlardan müteşekkil korular arasından yana yakıla giden mahcup köy otobüsleri canlanır gözümde; kollarını bereketli bir şefkatle açmış ve bana doğru uzatmış aydınlık yüzlü dedeler, nineler ve daha birçok akraba yüzleri çıkıverir karşıma.
Köydeki tüm erkeklerin arife günü bin bir meşakkatle gabire gittiğini bilirim. Gumpürün suyunda serinler, sarınçgoyağından, sudüşeğinden selamlayarak mezerliği bayramlarını ölmüşleriyle bölüşürlerdi. Ölmüşlerini en mutlu günlerinde hatırlayarak hırslarına direnmeye çalışıyor gibiydiler. Afrasız tafrasızdı bu ziyaretler. Acıyan yanlarının, sızlayan küslüklerinin ne kadar manasız olduğunu orada daha iyi anlarlardı sanırım. Nasırdan şerha şerha yarılan ellerini, bir hediye gibi Rahmet-i Rahman’a kaldırdıklarında akıllarına kendi ölümleri de düşer miydi bilmem. Zira ölümden bizim kadar korktuğuna şahit olmadım köy bayramlarıyla ruhunu yoğuran dedelerimin, ebelerimin. Şimdi durup bir selam yollasak olucak’a, daşbunar’a o bayramlarla ve ölümlerle barışabilir miyiz dersiniz? Kim bilir…
Ve sabahlar… İnsanın içine işleyen nezih bir dağ havasının ciğerlerimizi yıkadığı bayram sabahları vardı köyümde. Delikanlı kızlar sabah alacasında akçişmeden zemzem doldurmak için üşenmeden giyinip kuşanıp yollara düşerdi. İçlerinden taşan bir heyecan ve subaşında söken şafak… Herkes bir kulluk bilinciyle namaz için sökün sökün çıkardı evinden. Sanırdınız ki göğe merdivenler kurulmuş ve başları dolgun deneler gibi önlerinde herkes, kendi nur yolundan semaya çıkıyor. Acelesiz, ihtimam ve dualarla… Ey akçişme bir bayram sabahı daha şafak sökmeden ben de varsam tüm saflığımla benim içinde zemzem akar mı oluklarından. Deyiver bahtımın aklığı sahi nerede o gani gönüllü insanlar? Bayramları tüm fakirliklerine rağmen coşkuyla bağırlarına basan köyümün ak yüzlü insanları nerede?
Namazdan sonra yemek faslı başlardı. Geniş ve bereketli sofralar kurulurdu. Herkes evinde hazırladığını köyde belli bir eve taşır ve birlikte doyururdu karnını. Dertleşir, söyleşilir ve her sözle şükürlerini biraz daha artırırlardı. Gelene yer açılır ve sadece yer sofrasında küçük bir köşe değil yüreklerde kocaman bir taht tahsis edilirdi. Yüzlerdeki tebessüm her an biraz daha kavileşirdi. Yangalların, gocaların abdıramangil’in, boşnak mehmet’in, goca mevlüt’ün evinde kurulan sofralardan herkes gözü, gönlü ve midesi doymuş olarak kalkardı. Bugün sofralar küçüldüğü için mi büyüyor yalnızlığımız acaba? Neden doymuyor gözümüz, gönlümüz ve tükenmiyor midemizin iştahı? Medet ey köyümün bayram sofraları…
Gerisi mi… Yazı, bokludaş, bakkallar, ağılın harman ve karış karış her köşesi köyümün bayramı yaşardı. Erbabı bilir kibirsiz insanlardan taşan tebessümlerle çiçek çiçekti her yanı köyümün bayramlarda. Bugün bayramlar bizim yüzümüzden, bizim sonu gelmez tutkularımızla kirlettiğimiz gönlümüzün karalığı yüzünden hırpalandı.
Eski bayramlar için ille de köye dönmeye gerek yok belki. Ancak çocukluk safiyetini benzeyen o köylüce ruhu yeniden kazanmak lazım sanırım. Yeniden doğmak lazım anlayacağınız, yeniden doğmak…
Kaynak:Armutlu Köyü Web Sitesi Armutlu.Net
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te Bozkır Haber'e abone olun.