Recent Comments

Civar mahallesi

İsmail Detseli
Bu mahalle Mevlana Hazretleri’nin türbesi civarında olduğu için bu adı almıştır sanırım. Konya’nın pek çok semtinin ve mahallesinin isminin değiştiği gibi burası da Aziziye Mahallesi olmuş.
Civar Mahallesi, Celal Sokağı Sarı Çıkmazı No: 5’te çok anılarım var. Gurbetten buradaki merhume canım teyzeme mektup yazınca adresine hiç takılmazdım. Ailevi saygımdan dolayı da teyzemin beyinin ismini yazardım alacaklı köşesine. “Sayın Hüseyin Çapar Civar Mahallesi Celal Sokağı Sarı Çıkmazı No: 5 Konya” derdim. Postacı da o mektubu teyzeme enişteme ulaştırırdı.
Şimdi var mı bu yerler? Var ama her yer viran olmuş, yıkılmış, kimi yerler araç parkı olmuş kimi yerler yerle yeksan, ucube bir görünüm içersinde. Buradaki 55 yıllık hatıralarımın verdiği sevgi saygı düşüncesi ile ne zaman türbeyi ziyaret etsem mutlaka bu Celal Sokağı’nı ziyaret eder, o hatıralarımı canlı tutmaya gayret ederim.
Bayramdan 3-4 gün önce de öyle oldu. Beni ayaklarım Celal Sokağı’na çekiverdi. Aslında kimsem kalmamıştı burada. Sokağa girince Celal Camisi’nin hoca efendisi, caminin önlerini temizlerken göründü. Ve kalkıp “Hoş geldiniz İsmail Bey! Kimseniz yok burada ama hiç olmazsa akrabalarımın kokusunu bari alayım mı dediniz” deyince durakladım, yutkundum bir kelime etmeye mecalim olmadı, o hatırlarımın saklı olduğu eve doğru yürüdüm.
Bir de ne göreyim. Burada 50 yıl önce oturan insanların saygın mahallesine girerken “kimsin, necisin, nerelisin kimi arıyorsun?” diye sorulacak diye korkardık. Şimdi ise adı sanı bilinmedik, kim oldukları belli olmayan tanımadık yüzler dolmuş o sokaklara, insan bu yüzlerden bu ailelerin çocuklarından korkuyor.
Kimileri taş atıyor kimileri gelenlere ters bakıyor, kimileri kapı önlerinde içki şişeleri ile yan yatıyor. Kadınların tutumu bir ayrı, çocuklar ile gençler ise daha bir ayrı. Buralara Belediye ne yapacaksa bir an evvel yapsa da her şey meydana çıksa… “Zaten gerek bireysel olarak gerekse kuruluşlar olarak tarihi yok etme”ye eski şehrin dokusunu öldürme de adeta birbirimizle yarış içerisindeyiz” diye düşünürken, orada bir kuytu köşe bulup oturdum, 50 yıllık dertlerim yenilendi, geçmişi düşündüm.
Köşe başından sokaklara girdin mi o Osmanlı artığı modern Konya kadınları bağa gitse bağlı olur, köye gitse köylü olur, şehre inince şehirli olur, şalvarını bacağına, poşu veya ördüğü ağır atkısını boyuna yakıştırır. Kapı önlerinde oturan komşularına “selamünaleyküm nöğrürsünüz eyi misiniz, Allah eyilikler versin, çarşıda azıcık işim vardı da Huriye Apla onları yapıvırdım herif gelmeden, yemeğim yok hadin Allahısmarladık” derlerdi. Akşam herifler evlerine gelirken fileleri dolu, birbirlerine selam vererek, hatır sorarak geçerlerdi. Herkes birbirini çok iyi bilirdi. Hem de aynı mahallede değil Bab-ı Aksaray Mahallesi’nden Sarı Hasan Mahallesine dahası Köprübaşı’na kadar insanların hepsinde bir saygı sevgi vardı. Eğer komşunun yanında bir yabancı var ise ona “hoş geldin” denir, kim olduğu, nereli olduğu hısımlık derecesi mutlaka sorulurdu.
Dedim ya o evde neler yaşandı neler. Eniştem merhum Silleli Çeloğullarından Berber Hüseyin Çapar, eşi merhume Nadire teyzem, kızları köyde, kentte, kasabada ne kadar akrabamız var ise hepsini sülalei ceridesi ile bilen bir zekaya sahip merhume Hacı Fadime ablam ki, bunların hepsi şimdi Üçler’de ebedi istirahatgâhlarına çekildiler. Eskiler 75-80 li yaşları bulurken onların evlatları 70 e varamadılar ve ardı ardına dünyadan göçüverdiler. Hepsinin kabirleri cennet olsun işte biz de varıyoruz, artık gün aşağı ağdı.

Mahalle eski görkemini kaybedip yabancılara kalınca, çocuklarımız da gelişen dünya gereği kimi Türkiye’nin bir köşesine, yeğenim Mehmet Kırklareli SGK İl Müdürü, diğer yeğenim Hülya, eşi ile birlikte Ereğli Devlet Hastanesi’nde laborant görevlisi, küçük yeğenim Hüseyin Hakan ise eşiyle birlikte Ziraat Mühendisi… Türkiye’nin her köşesinde görev yapar oldular yani ev olarak da Konya’nın belirli semtlerinde mekan tuttular. Allah sağlıklar versin hepsine bize onların acılarını göstermesin…
Ya teyzemin küçük kızı hacı Zekiye ve eşi hacı Hasan eniştemiz evlerin şenliğiydi. Ya canlar canı ağır azam ailemizin medarı iftiharı olan Kadınhanı Kestel’den Fadime ablamın göz bebeği beyi eniştemiz Berber Ramazan Bayram. Hep birlikte sanki bir aile çocukları gibi idik. Her gelişimde ister köyden geleyim, ister İstanbul, ister Ankara, isterse İzmir’den geleyim mutlaka herkes konu komşu “hoş geldin” diye gelirdi teyzem merhumeye. “Nadire hanım huuu kim bu delikanlı ya?” “Gardaşımın guzusu İsmail İstanbul’dan geldi teyzeciğini görmeden köye gitmez benim oğlum” der beni de onore ederdi. Oysa anamla kardeş değiller ancak kardeş gibi birbirini çok seven teyze kızları idiler.
Ya uzun kış gecelerindeki komşu ahbap oturmaları hoş sohbetler, çiğ köfte partileri onlarda bir başka anılar idi. Berber Hüseyin eniştemin çok ahbabı vardı. Konyalı eşraftan bunlar hurdacı sevgili Ahmet amca, Dr.Talha Demirağ, Konya Berberler Odası Başkanı Halil Lamcı, Mehmet Apan…  Bunlar akşam bir yerde toplandılar mı muhterem eşleri de gelirdi. Onlar ayrı bir yerde yenilip içilecek köfte kuru yemiş gibi malzemeleri hazırlarlar, güle oynaşa neşe içerisinde yemekler yendikten sonra sohbet başlar, eskilerden anlatılır muhabbete doyum olmaz… TV yok, bilgisayar yok… Haa yetmişli yıllarda o Grundig makara kasetçalar teypler vardı. Ama muhabbet onlara pek yer vermezdi. Arada sırada bir iskambil de oynarlardı büyükler. Biz küçükler kenara çekilir, edebi usulümüzle oturur, onların sohbetlerini dinlerdik.. Takım eksik olursa oyuna zorla bin naz ile birimizi alırlar, zaten onlardan utanırız onun için oyunu bilsek bile becerimizi sergilemeye utanırız. Bazen yenilen taraf olur üzülür, bazen yenen taraf oluruz sevinemeyip utanırdık. Oyun arasında merhum Halil Lamcı’nın sesi yükselir, eğer onun çırağı isen oyunda “Ismaylım”, “Buyur Halil amca” “Nörün yavrımmm guzum Ismaylım, ulen dabış ne işaret verin, ne koz çeken… Nörün len sen garşımda şişe gibi oturun mu? Gaç aylen sende bir b.ka yaraman be” deyiverir. Bu söz ile bir kat daha utanırdık. Nerde o eski adamlar nerde o eski yaşamlar, nerede o gönlü güzel eli vergili zenginler. Geçmişteki o kıymetli türbe önü evlerinin toprak damları geliverdi göz önüme, olsundu türbe önünde evimiz vardı ya.
Tespihimin mercanı
Neren ağrıyor canım
Meramdaki bağları
Türbe önündeki evleri
Satın savın harcayın
Alim şaşırdın beni
Dertlere düşürdün beni
derken derde düştüğüm aşikardı.
Muhabbet böyle devam ederdi. Merhum Berber Hüseyin enişteme arkadaşları “hadi berber Üsüyün udu al bakalım canım ne söyler senin elinde şu ud” derlerdi. Eniştem “evimin çulumun üzerinde hiç olur mu arkadaşlar şöyle sohbet edelim, ayıp olur” deyince de “bırak canım naz idip durma hadi şunu biraz gıdıkla da kulağımızın pası silinsin” derlerdi. Eniştem çaresiz udu basar kucağına bir ud taksimi yapardı ki ciğerler elenirdi.
Gayfenin önünden gelir geçersin (2) defa
Lavantalı kokuları sürer tütersin (2) defa
Ne beni alırsın ne vaz geçersin (2) defa
Memedim memedim öldüm elinden
Doldur gadehleri ver kibar elinden
diye devam eden o güzelim Gonya mızrabından Gonya ağızlı türküleri dinlerler. Sonra da ağır ve kıvrak havalar ile muhabbeti sonlandırır, gecenin bir vakti at araba yok, herkes o sevgi ve muhabbetin verdiği neşe ile evlerine çeker giderlerdi.
Geçmişten bugüne o kadar güzel şey mazide kaldı ki, nereden başlasan eksik kalacaktır…
Daha aydınlık daha huzurlu bir gelecek niyazıyla hoşça kalın…
Google News Takip Et
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? ’te Bozkır Haber'e abone olun.
Google News Takip Et
Son dakika gelişmelerden anında haberdar olmak için WhatsApp haber kanalımıza katılın.

Yorum Gönder

0 Yorumlar
* yapılan yorumlar denetlendikten sonra yayınlanmaktadır.