Yaz gelince sahillere yollanan insanlar, dinlenmek ve eğlenmek için denize, kuma ve güneşe kendilerini atıveriyorlar adeta. Dinlenirken beğenilerek yapılan şeylerden biri de deniz kenarına, kumdan kaleler yapmak, ya da seni seviyorum yazısı yazmaktır.
Akşama kadar yazılan yazılar ve kumda oynanan tüm oyunlar çok kısa bir sürede dalgalar tarafından izleri kalmayacak kadar siliniyor. Biraz uzağa yazılan yazılar ise sabaha kadar tamamen siliniyor. Sahiller her sabah tertemiz yeni bir sayfayla dinlenenlerin karşısına çıkar. “Söz uçar yazı baki kalır” sözünü duymayan yoktur. En kolay kaybolan sözdür, doğru. Ama yazının baki kalması için nereye yazıldığına da bakmak gerekir. Suya, kuma, tahtaya, taşa veya gönüllere yazılan yazılar farklı zamanlarda unutulacaktır. Unutulmak bir fani olan, insan için çok zordur. Ölümsüz kalmak isteyenlerin bazı tercihleri de yazarak bu umutlarını korumaktır. Sümerler’ de Mısırlılar’ da bir iz bırakmak için yazıdan faydalanmışlardır. Atalarımız da Orta Asya’da iken taşlara yazdıkları mesajları çok uzun zaman sonra okuyabilme fırsatı bulduk. Bütün bunlar gösteriyor ki yazı baki kalıyor, ama yazılacak yer önemlidir. Zaman hızla geçiyor, hem de çok hızlı. Zamanı durduramıyorsak ondan en güzel şekilde yararlanmak daha akılcı olsa gerek. Bir kitapta okumuştum; Olaylara yüzyıl zarfında bakmak gerekir, diye. Yapılan şeyleri değerlendirirken yıllar sonrasına yatırım yapmak gerekir. Kul haksızlık yapsa da kader adalet eder kavramı da buradan gelmektedir. Tarihte pek çok olay, iyi iken zamanla kötü, kötü iken zamanla iyi olmuştur. Yapılan ve yazılan eserler zamanla gerçek değerini alacaktır. Klasiklerin oluşması da zaten böyle olmuştur. Bozkır hakkında araştırma yaparken rahmetli Ahmet Gedik Amcadan pek çok belge bulmuş, bir kısmını yayınlamıştık. Geri kalan kısmı büyük ölçüde duruyor. Bastırmayı düşündük, ama bastırmış olduğumuz kitabımızın masraflarını ödeyemeyince bu baskılardan korkar olduk. Yine bugünlerde Bozkır’ı ilgilendiren Fevzi Efendinin hatıralarının anlatıldığı yeni çıkmış bir kitapla karşılaştım. Bütün bunların sonunda yazılan belgeler bir şekilde ortaya çıkıp vermek istediği mesajları ulaşması gereken yere ulaştırıyor. O belgeler, hatıralar günümüze ne zor şartlar altında geldiğini az çok tahmin etmek mümkün. Tarih boyunca Torosların bu bölgesinden (Taşkent, Hadim, Bozkır, Seydişehir) padişah ve çevresini korumak için askerlerin gittiğini, bütün savaşlara katılan ve en fazla kayıpların bu bölgelerden olduğunu tarihçi arkadaşlarımızdan sık sık duyarız. Buraların araştırılma ve hizmet alımının ise o kadar önemsenmediği gibi bir algı halk arasında mevcut. Bunun örneğini yollarına ve fabrika olup olmadığına bakarak anlayabiliriz. Eskiden hayvancılıkla ve gurbete giderek geçinen atalarımız, geçim derdinden yazıya zaman ayıramamış, bildikleri kendileri ile beraber toprağa gömülmüştür. Kurtarılan varsa onlar da yakın zamanlarda yapılan derlemelerdir. Buralarda hala yazıya pek önem verilmemektedir. Kitap ve gazetelere ilgi maalesef çok azdır. Dedelerimizden kalan yazılar kâğıt üzerinde olunca iyi kötü bize ulaşıyor. Şimdi ise her şey sanal olarak var. Sitelerde çok bilgi var ama hepsi suya yazılan yazı gibi, her zaman kaybolabilir. Daha kalıcı hale getirmek lazımdır. Bize gelen belgeler somut iken sıkıntı çekiyoruz. Beş yüz yıl sonra torunlarımız flaşdisk veya dvd peşinden mi koşsun? Dağlık yerleşim yerlerinde yazıya ilgi hala yok. Örnek: Taşkent, Hadim, vb örnekler çoğaltılabilir. Hiç gazete çıkmıyor. Yerel gazeteler o bölgenin kaynak belgeleridir. Hard diskidir. Hafızasıdır. Bölgesel gazetelerin görmediği haberleri onlar kayıt altına alıp, tarihe ışık tutuyor. Sorunları duyurmak için bir araçtır. Bozkırın, Seydişehir’in, Konya’nın sorunlarını işte bu gazeteler sayesinde kamuoyuyla paylaşıyor.
Akşama kadar yazılan yazılar ve kumda oynanan tüm oyunlar çok kısa bir sürede dalgalar tarafından izleri kalmayacak kadar siliniyor. Biraz uzağa yazılan yazılar ise sabaha kadar tamamen siliniyor. Sahiller her sabah tertemiz yeni bir sayfayla dinlenenlerin karşısına çıkar. “Söz uçar yazı baki kalır” sözünü duymayan yoktur. En kolay kaybolan sözdür, doğru. Ama yazının baki kalması için nereye yazıldığına da bakmak gerekir. Suya, kuma, tahtaya, taşa veya gönüllere yazılan yazılar farklı zamanlarda unutulacaktır. Unutulmak bir fani olan, insan için çok zordur. Ölümsüz kalmak isteyenlerin bazı tercihleri de yazarak bu umutlarını korumaktır. Sümerler’ de Mısırlılar’ da bir iz bırakmak için yazıdan faydalanmışlardır. Atalarımız da Orta Asya’da iken taşlara yazdıkları mesajları çok uzun zaman sonra okuyabilme fırsatı bulduk. Bütün bunlar gösteriyor ki yazı baki kalıyor, ama yazılacak yer önemlidir. Zaman hızla geçiyor, hem de çok hızlı. Zamanı durduramıyorsak ondan en güzel şekilde yararlanmak daha akılcı olsa gerek. Bir kitapta okumuştum; Olaylara yüzyıl zarfında bakmak gerekir, diye. Yapılan şeyleri değerlendirirken yıllar sonrasına yatırım yapmak gerekir. Kul haksızlık yapsa da kader adalet eder kavramı da buradan gelmektedir. Tarihte pek çok olay, iyi iken zamanla kötü, kötü iken zamanla iyi olmuştur. Yapılan ve yazılan eserler zamanla gerçek değerini alacaktır. Klasiklerin oluşması da zaten böyle olmuştur. Bozkır hakkında araştırma yaparken rahmetli Ahmet Gedik Amcadan pek çok belge bulmuş, bir kısmını yayınlamıştık. Geri kalan kısmı büyük ölçüde duruyor. Bastırmayı düşündük, ama bastırmış olduğumuz kitabımızın masraflarını ödeyemeyince bu baskılardan korkar olduk. Yine bugünlerde Bozkır’ı ilgilendiren Fevzi Efendinin hatıralarının anlatıldığı yeni çıkmış bir kitapla karşılaştım. Bütün bunların sonunda yazılan belgeler bir şekilde ortaya çıkıp vermek istediği mesajları ulaşması gereken yere ulaştırıyor. O belgeler, hatıralar günümüze ne zor şartlar altında geldiğini az çok tahmin etmek mümkün. Tarih boyunca Torosların bu bölgesinden (Taşkent, Hadim, Bozkır, Seydişehir) padişah ve çevresini korumak için askerlerin gittiğini, bütün savaşlara katılan ve en fazla kayıpların bu bölgelerden olduğunu tarihçi arkadaşlarımızdan sık sık duyarız. Buraların araştırılma ve hizmet alımının ise o kadar önemsenmediği gibi bir algı halk arasında mevcut. Bunun örneğini yollarına ve fabrika olup olmadığına bakarak anlayabiliriz. Eskiden hayvancılıkla ve gurbete giderek geçinen atalarımız, geçim derdinden yazıya zaman ayıramamış, bildikleri kendileri ile beraber toprağa gömülmüştür. Kurtarılan varsa onlar da yakın zamanlarda yapılan derlemelerdir. Buralarda hala yazıya pek önem verilmemektedir. Kitap ve gazetelere ilgi maalesef çok azdır. Dedelerimizden kalan yazılar kâğıt üzerinde olunca iyi kötü bize ulaşıyor. Şimdi ise her şey sanal olarak var. Sitelerde çok bilgi var ama hepsi suya yazılan yazı gibi, her zaman kaybolabilir. Daha kalıcı hale getirmek lazımdır. Bize gelen belgeler somut iken sıkıntı çekiyoruz. Beş yüz yıl sonra torunlarımız flaşdisk veya dvd peşinden mi koşsun? Dağlık yerleşim yerlerinde yazıya ilgi hala yok. Örnek: Taşkent, Hadim, vb örnekler çoğaltılabilir. Hiç gazete çıkmıyor. Yerel gazeteler o bölgenin kaynak belgeleridir. Hard diskidir. Hafızasıdır. Bölgesel gazetelerin görmediği haberleri onlar kayıt altına alıp, tarihe ışık tutuyor. Sorunları duyurmak için bir araçtır. Bozkırın, Seydişehir’in, Konya’nın sorunlarını işte bu gazeteler sayesinde kamuoyuyla paylaşıyor.
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te Bozkır Haber'e abone olun.