1998 de beden eğitimi ve spor dersi öğretmenimiz Hakan Şefik YENİ koordinasyonunda bir piknik organize edildi Hocamız sordu, Zengibar Kale’ye gidelim mi? Piknik yeri belli olmuştu. Zengibara gidilecekti. Bu zengibar ismini Eski bir kale yıkıntısı şeklinde daha öncede birkaç defa duymuştum. Gitmek o güne nasipmiş.
Bozkırdan belediyenin o zamanlar gıcır gıcır olam Mercedes servis aracı ile yola çıktık. 11 sosyal zengibar’a gidiyor..
Bozkır Konya yolundan Ulupınar Köyüne saptık. Ulupınar deyince bende büyük bir su kaynağı vardır diye tahmin ediyordum ama, gördüğüm kadarıyla o çook eskidenmiş. Ulupınardan yukarı kayalık bir araziye doğru tırmanıyorduk. Derken ayakta kalmış bir kale parçası ( daha sonra öğrendim ki kale değil kuleymiş) gördüm. Bölgeyi iyi bilen, daha önce defalarca gelmiş bir arkadaşım önden biz onun peşinden çıktıkta çıktık. Dilim damağıma yapışmıştı ki bir çeşme gördüm. Hakan hocada ‘’ burada duracağız dedi’
İki guruba ayrılmıştık. Bir gurup yukarı doğru diğer gurup ise yanlara doğru gezecekti. Ben Hakan hocanın gurubu ile birlikte yanlara, kulelere doğru gittim. İlk geldiğim kuleye hayranlık ve şaşkınlıkla bakışım aklımdan hiç çıkmaz. Bu koca koca kayaları metrelerce yukarıya nasıl kaldırmışlar hocam diye sordum hakan hoca elinde bir dosya ile başladı anlatmaya…
Bu kale MÖ. 400 ü yıllarda inşa edildiği tahmin edilen bir kenti çevreleyen surlar, burçlar ve kulelerden oluşmaktadır. Bu taşlar ise mancırık ile kaldırılmış ve özel bir teknik ile bir birine kenetlenmiştir.
Benim gözüm yerde gelişigüzel yatan devasa kayalar ve o devasa kayalardan oluşan devasa kayalıklara takıldı. ‘’Taş taşın üzerine adeta sıfır mesafe ile oturmuş. Kendiliğinden yıkılması mümkün olmayan bu kale nasıl yerle bir olmuş hocam?’’ diye sordum.
Hocam yine elinde ki dosyayı aldı ve başladı okumaya
“Perdikas ve kral Philip, Ariarethes’i maglup ettiler. Kapadocia Satraplıgını Eumenes’e bırakarak Pisida’ya geldiler. İki şehri tahrip etmeye karar verdiler. Bu şehirler Laranda ve İsauria idiler. Laranda ilk hucumda alındı. Halkın pek çogu kılınçtan geçirildi ve çoguda esir edilmişti. Laranda şehride yerle bir edilmişti. İsaurialıların şehri Güçlü Surlarla çevrilmiş ve yigit savaşçılarla korunuyordu. Onlar iki gün boyunca mücadele ettiler ve adamların çogunu kayıp ettiler. Büyük kayıplara ragmen cesaretle Ölüme gidiyorlar ve dayanmaya çalışıyorlardı. Üçüncü gün bir çogu kılınçtan geçirilmişti. Perdikkasın askerleride birçok kayıplar vermişti. Kalabalık bir ordu karşısında çok az kalan askerlerle şehirlerini koruyamayacaklarını anlayan İsaurianlar ŞEREFSİZ BİR ÖLÜM YERİNE ŞEREFLİ BİR ÖLÜMÜ TERCİH ETTİLER. Önce kadın ve çocuklarını evlerine kapattılar ve ateşe verdiler. Sonra hazinelerini ateşin ortasına attılar. Ve kent askerler tarafından taşlar elleri ile yıkılarak tahrip edildi ve yaşanılamaz bir halde terk edildi.
İrkilmiştim. Bu toprakların bir sırrı var demiştim.. Bir anda aklıma daha önce kulağıma geçen Kurtuluş savaşında en çok şehit veren beldenin Bozkır olduğu geldi. İki savaşı kıyasladım.
Ve düşündüm ki aralarında 1900 yıl olmasına rağmen değerlerimiz aynıymış. Acaba Bozkır toprağında mıydı toprağı için ölmenin sırrı?
Lise bitti 2003de askerde iken tv de bir haber çıktı ‘’Defineciler yakayı ele verdi. Konyanın Bozkır ilçesine bağlı Ulupınar Köyüne yakın Zengibar Kaleden çıkarttıkları ve 300bin dolara satılmak üzere olan lahit ele geçirildi.’’
Şaşırmıştım. Çünkü ben ilk geldiğim günden o güne o her santimetrekaresi tarih olan bu bölgeyi koruma altında biliyordum.. Hiç değilse bir bekçisi vardı diyordum.
Öyle olmadığını 2008de arkadaşımla gittiğim bir gezide görsel olarak tespit ettim.
Bir zamanlar koca koca surlar ve burçlar ile korunan bu şehri şimdi bir metrelik direklere çekilmiş dikenli tellerden başkası korumuyordu maalesef.
Üstelik bu telleri dayayan direklerin yarısı da yerlerde sürünüyordu.
Arkadaşımla yaptığım gözlemde definecilerin cahilce verdikleri hasarların büyüklüğü karşısında ’’ yazık olmuş’’ demekten başka bir şey gelmemişti elimden.
Daha sonra tekrar gittiğimde ise artık ayakta tek bir tel bile göremiyordum. Bölgenin en zirvesine çıktığımda ki hemen kıral yolunun üstünde ki küçük bir kaya bloğudur. Nerdeyse Konya ovası ve dağ kolunu tamamen gören ve gözetleyebilen şehri canlandırdım gözümün önünde. Mermer sütunlar arasında yürüyen kralı, kalenin içinde ki odaları ve taşlara yapılan süslemeleri canlandı gözümün önünde. Ve dilimde aynı cümle ‘’ yazık olmuş’’
Sene 2010 zengibar kale halen 1998de gördüğüm gibi diyemiyorum. Çünkü çok şey gitmiş zengibar kaleden.
Bu süre içerisinde yaptığım araştırmalarda Hıristiyanlığın sayılı din adamlarından zengibarda görev yapmış ve mezarı zengibarda olanların olduğu bilgisine ulaştım. Bu demek ti ki bu kale restore edildiğinde antik turizmin yanında din turizmine daha çok elverişli bir bölge haline gelecek olan Zengibar kale, Küçük kasaba Bozkır’ı kendi yağında kavrulmanın dışına çıkarıp bir turizm beldesine dönüştürülebilirdi
Zaman içerisinde çeşitli bürokratlarımız bu bölgenin restoresi için girişimlerde bulunsa da yeterli geri dönüşü maalesef sağlayamadılar. Son olarak eylül ayında bir kazı ekibinin ön çalışma ve tespit için Zengibar Kalede çalışma yaptıkları bilgisi ulaştıktan bu yana hala kalenin tahribatını önlemek amacıyla hiçbir faaliyette bulunulmaması düşündürücüdür doğrusu.
Konu 2000 yıllık tarihi olan bir şehir olunca ve arkeologların iğneyle çukur kazdıklarını göz önüne alınca çalışmaların bu kadar ağır yürümesi normal midir yoksa büyüklerimiz Bozkırlının ağzına bir parça bal çalıp bizleri avutuyorlar mı onun takdirini sizlere bırakıyorum.
Ağlamayan çocuğa meme verilmez mantığı ile yürütülen devlet sistemimiz de bu Bozkırlılara ağlatmadan süt vereceklerini görecek mi acaba gözlerimiz. Bu Zengibar Kalenin gözyaşlarını silebilecek miyiz?
27/11/2010
Hüseyin DUMRU
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te Bozkır Haber'e abone olun.