Başlığa bakınca yemek tarifi yapılmış gibi düşünülebilir, ama tarif yapmayacağız. Her yıl düzenlenen etkinlikler Müslümanlar arası iletişimin devamını sağlamak açısından ayrı bir önem taşımaktadır. Özellikle büyükşehirlerde yoğun yaşam mücadelesinin olduğu yerler olması nedeniyle insanlar, zaman ve imkân yetirmekte ciddi zorluklar çekmektedir. Topluma ait bu tür önemli günler bunalan insanlar için birer nefes alma, teneffüs sayılmaktadır.
Bir Cuma namazı çıkışında insanların yoğunlaştığı bir nokta görünce merak edip şöyle kafamı uzatıp baktım. Yaşlı, genç, ihtiyar, masalardaki küçük tencerelerden doldurulan aşurelerden birer kapıyorlardı. Bende bu sıraya dâhil olup hakkıma düşeni aldım. Kimlerin hazırladığını sorunca şaşırdım. Zira hiç aklıma gelmemişti. Karşehir sitelerinde bulunan kapıcılar bir araya gelip organize etmişler. Bu davranış gerçekten takdir edilecek bir durumdu. Bu hengâmede gerçekten bir faaliyet yapamak, yapabilmek başlı başına bir olayken, maddi manevi emek vererek insanlara bir şeyler sunmak ne harikaydı. Hem yüzlerine hem de içimden teşekkür ettim. Bir kenara oturup yerken birden kasabamın aşurelerine gittim. Aşure denilince nedense bende mahallemizde bulunan Zülfülerin, Zühre teyze ve Helimlerin, Gülistan ve anası aklıma gelir. Her iki ev mahallemizin en kenarında idi o zaman. Evin önüne kocaman bir kazan, altına kocaman birkaç odun atılırdı. Kazanın üstü yoğun bir burarla örtülü olurdu. Bu arada mahalleye tatlı bir koku yayılırdı. Özellikle kış mevsiminde bu tatlı koku çok daha tesirli ve hoş oluyordu. Bu tatlı kokusunu alıp ta tadı hissetmemesi, canının çekmemesi mümkün değildi. Öğlen olmadan aşure pişer, mahalledeki bütün evlere dağıtılmaya başlanırdı. Komşulara seslenilirken duyardım, Aşır aşı getirdim buyurun dendiğini. Bazen soğuk bir kış mevsiminde bazen de sonbaharda ellerindeki taslarla dolaştıklarını anımsarım o iki aileden teyzeleri. Taslar kocaman olur, içinde mısır, buğday, üzüm, fasulye, karacucca, seğerek, bazen de incir. En güzel olanı ise içinde kuru üzümü çok olanı idi. Küçücük halimle, bazen kazanın yanından geçer merakla içine bakardım. Hiç biri de bana bağırmazdı. Oysa diğer çocuklara kazana düşersin diye kızarlardı. Sonradan, anladım, o kocaman içi oyuk taşın içinde bir şeylerin dövülmesi sonucunda bu işlemlerin olduğunu. Her mahallede bulunan dibek dediğimiz taşlarda, tokmaklarla iki kişi karşılıklı saatlerce döverlerdi buğdayı. Dibeklerin kenarında birileri çuvalla bulunuyorlarsa aşır aşı (aşure) yakında diyorduk. Bir aşure kaynatmak en az iki gününü alıyordu insanların. İçlerinde badem, fındık yoktu, ama şimdilerden yüz kat daha tatlıydı nedense. Onca yıl geçmiş, üstünden ama hatırası hala çok canlı duruyor. Şimdi onlar öleli epey oldu, Allah rahmet etsin, ne güzel bir iş yapmışlar meğer. Her insan başka birinin yerini doldurarak görevini tamamlıyor. Şimdi biliyorum hala o dibeklerde buğdayları döven, kazanı kaynatıp aşure dağıtan, birileri var mahallemizde. Kazanın etrafında koşan çocuklar var, benim yerimde. Birileri bir kenarda ya da masada Aşurenin tadına varıyor. Her kasabada, köyde şehirde bunları yapan ve yaşan birileri var. Ufak tefek farklar var belki ama özünde aynı amaca hizmet ediyor, güzelliğe, sevgiye, insanlığa, dostluğa, komşuluğa, her şeye.
Kim bilir belki günün birinde Aşure günü, Türkiye’nin bir dostluk, kardeşlik ve komşuluk günü olarak uygulanır. Belki tüm dünyanın önemli, resmi bir günü olur. Güzel olanı paylaşmak güzeli getirir. Hani bir söz vardı; Güzel insan güzel düşünür, Güzel düşünen güzel rüyalar görür, Güzel rüya gören de hayattan lezzet alır. Rüyalar yıldızlar gibidir. Ulaşamasak da bize yol gösterirlermiş.
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te Bozkır Haber'e abone olun.