Kıymetli okurlarım, bir okurundan gelen ve beni çok duygulandıran ibret alınacak çok anlamlı bir maili bugün köşeme taşıyayım istedim. Yazı kimin mi? Tabi ki Ilgın’dan Sevil Köse’nin… Haydi birlikte okuyalım:
Oyuncaklar ve dedem
“Yaşım on dokuzdu evlendim… Bana kucak açan eşimin dedesiyle oturmaya başladım.
Dedem Köy Enstitüsü’nde okumuş, köyde eğitmenlik yapmış, çiftçilik, kamyonculuk ve en sonunda kazandığı parayla petrol istasyonu almış… En son petrolcü olarak yaşamayı seçmiş.
Ben bu, insana insanca değer veren, insanları seven dedemle çok şey paylaştım.
On dokuz yaşında bir genç gelin, seksen yaşındaki bir adamla ne paylaşır demeyin. Çok şey paylaştım, çok şey öğrendim ondan.
Sevgiyi, vefayı, ölümün her an yanı başımızda olduğunu, tutumlu olmayı, kanaatkâr olmayı en önemlisi insan yaşlandığı zaman yalnız kalabileceğini ve bunun da çok acı verdiğini, hayatın zor ama yaşanmaz olmadığını, söylenecek sözü varsa insanın, karşı tarafa çekinmeden söyleyebileceğini, kısacası ben hayatı eşimin dedesinden öğrendim.
Geceleri saat dört gibi kalkar, sabah namazına gidinceye kadar Kuran okurdu… Arkasından Cidde radyosunu dinler, hatta bazen de İslam Alimleri Ansiklopedisi’ni okurdu. Yine böyle günlerden bir gün sabah namazına kalkmış, sevap diye çeşmeden değil de abdest ibriğinden abdest aldığı için, ibriğinin yere değince çın diyen sesinden uyanmıştım. Ev iki katlı ahşap olduğu için konuşmalar duyulurdu yan odalardan birbirimize.
Uyandım bir bardak su içtim, dedemin abdest alışını duyuyordum. Birden tangırtı durdu, bir anda inilti başladı. Hemen koştum, saat gecenin üçü… Bağırdım eşim uyandı… İkimiz de ne yapacağımızı şaşırmıştık... Eşim hemen doktora koştu… Ben elim ayağıma dolaşarak “dede diyorum, merak etme şimdi Osman gelecek, iyi olacaksın”…
Felç olma ihtimaline karşı su dökmüştüm, birden üşümeye başlamıştı. Yazın ortasında hala çöp çöpelle dolu duran sobasını yaktım… Nihayet eşim geldi, Konya’ya doktora götürdük. O koskoca gövde sedyede uzanmış çaresiz bakıyordu öylece… Ben hem ağlıyordum hem acilde diğer hastalarla birlikte dedemin kurtulması için dualar ediyordum.
Dedem, damar tıkanıklığından ve beynine inen felçten kurtulamadı. Yirmi günlük tedaviden sonra, hayatını kaybetti. İlk duyduğumda odasına gittim, odasında namazlığı, namaz takkesi, tespihi, Kuran’ı, yatağı, yorganı, radyosu öylece sessizce bana bakıyordu… “Hayır” dedim, “dedem ölemez, beni böyle bırakıp gidemez”.
Ama ne yazık ki gitmişti, beni öksüz bırakıp gitmişti. Ana baba öksüzlüğünden sonra ikinci defa öksüz kalmıştım… Gerisini hatırlamıyorum, gözümü açtığımda başucumda doktor, “sakın ha onu sıkmayın ağlamasına izin verin” diyordu, benim için.
Evet, ağlamama izin verdiler, ağladım. Ağladım, ağladım ama dedem geri gelmedi. Hâlbuki beni tembihlemişti “benim için ağlamayın, dua edin” diye, ben sözünü tutamadım. Şimdi dualar ediyorum, Allah rahmet eylesin, nur içinde yatsın.
Gerçeği kabul etmem çok zor oldu, şimdi bu satırları bile yazarken aynı acı yüreğime düşüveriyor, ama insanız ve ölümlüyüz. Dedem öldükten beş altı ay sonra hep kilitli tuttuğu bir odası vardı, ellerim titreyerek kilitli odayı açtım, kilitli odaya ondan başkası giremezdi. Ben de onbeş yıl boyunca kilitli odaya hiç girmemiştim. Eşyalarını toplamak için odaya girdiğimde, kalan sigarası, dikilmemiş bir takımlık elbise kumaşı, kırık çerezi, tarihi geçmiş paraları, altı torba tozşekeri, tek kırma tüfeği ve benim çocukların oyuncak gitar ve sazları...
Hep merak ederdim “bu çocuklarımın oyuncakları neden kaybolur” diye, anladım ki dedem çocuklar çalgıcı olmasın diye gitarı, sazı saklamış… Hâlbuki üç çocuğumdan hiç olmazsa biri saz çalabilsin isterdim ama olmadı... Dedemin, kendince korkuları varmış demek, ya çocuklar çalgıcı olursa diye… Arada da bana söylerdi, “sazdan oyuncak almayın” çocuklara diye.
Yıllar sonra düşündüğümde benim çocuklar eğer ki saz çalmayı öğrenmiş olsalardı, dünyaları belki de başka türlü bir yaşama dönecekti.
Şimdi diyorum ki çocuklarımıza oyuncak silah değil, saz alalım… Benim oğlum okuyup asker olacak, polis olacak gibi kavramlardan daha ziyade sanat ve sanatın bir dalını öğrenmeleri yönünde nasihatler edelim. Zira herkes asker, polis olamayacağına göre çocukların eline silah, tabanca verip ölmeyi, öldürmeyi öğrenmesine izin vermeyelim. Şimdi her eve bir dede lazım ama sazları değil silahları saklayan bir dede.
Bir taraftan Allahın verdiği canı Allah alır derken, bir taraftan da çocuğa silah almak, öğretmek, duyarlı bir davranış değil.
Terörde kullanılan çocuklar şimdi Diyarbakır da, orda, burda silahların gölgesinde oyuncak silahlarla hedef vuruyorlar… Dahası onların koruyucusu olan Türk polislerini taşlıyorlar… Yazık…
Çocuklar, daha sekiz on yaşlarında ölmeyi, öldürmeyi öğreniyorlar…
Bu duygularla hayat nasıl devem edecek korkuyorum, kaygılanıyorum.
Yok, mu o çocukların oyuncak silahları saklayan ey eskiyi sevgiyi bilen dedeleri!..
Ne kadar yazık değil mi… Keşke olsaydı yaşamı seven, torunlarını çok seven bir dede diyorum…
Ve bütün dedeleri silah saklama görevine çağırıyorum.
Anne, Babaları da çocuklarına oyuncak silah almamaları için uyarıyorum, hatta yalvarıyorum. Saygı ile yalvarıyorum…”
Formun Altı
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te Bozkır Haber'e abone olun.