|
İsmail Detseli |
03 Ocak 2011 Pazartesi Geçenlerde kapı ardı komşumuz Hasan Efendi’nin kayınvalidesi, yaşı 95’i geçmiş olan Ayşe ninemiz hayatını kaybetti. 7-8 aydır damadı ve kızıyla kalıyor ve orada güzelce bakılıyordu kendisine. Sonra hastalandı. Bir haftanın içerisinde de hakkın rahmetine kavuştu. Allah mekanını cennet eylesin… Konyamızı’n kırsal kasabalarından birinden idi. Vefatından önce kızına “beni ölmeden köye götürme, ama ölünce buraya yatırma, köyüme götür” demiş. Biz de vasiyetine uyarak cenazesini, doğup büyüdüğü, bir uzunca ömür sürdüğü kasabaya götürdük. Birkaç tane kızı vardı, damatları vardı, oğlu yoktu merhumenin tabi, ama torunları vardı. Sabah erken hazırladık mevtayı… Öğle namazına bir saat kala kasabaya vardık, namaz vaktine kadar o kasabanın güler yüzlü insanları ile yöremizin insanları olmasından da esinlenerek biraz hasbihal ettik. Çok da haz aldık bu kısa sohbetten… Çünkü hem evvelden gidip gelme aşinalığımız vardı hem de dilimiz, örf adetlerimiz birbirine uygundu. Vakit tamam oldu, öğle namazlarımızı kıldık. Merhumeyi kabristana kadar omuzlarda taşıyıp musalla taşına koyduk, saf tuttuk onca cemaat. Eskiden çok işittiğim ama 35 seneye yakındır duymadığım unuttuğum bir şeyi, imam efendi hatırıma getiriverdi. Cenaze namazını kıldırmaya başlamadan önce imam efendi cemaate dönüp şu soruyu yöneltti: Ey cemaat, bilmiyorum ama şayet var ise bu mevtanın dünyevi borçlarını üstlenen var mı? Damatları torunları el kaldırdılar “evet varız” diye. Ne güzel bir haslet idi… Eskiden hep böyle yapardı, köyümüzün imamları. Namazı kılındı, kabre götürülüp ebedi istirahatgahına merhume Ayşe teyzemizi tevdî ettik… O mezarlıkta bazı şeyler gözüme takılıverdi. Neydi o etrafı mermer ve betonla yapılmış süslü mezarlar… “Eyvah” dedim bu hastalık tâ köylere kadar ulaşmış derken şöyle yanımdaki bilgili hoca efendiye danıştım, hocam İslam tarihinde bu mezar taşlarının ve bu yapılmış mezarların yeri var mıdır, bunun fetvası nedir? Öğrendim ki yüce peygamberimiz, ölen bir sahabenin kabrinin üzerine bir taş koyarak mezar yerini belirlemiş. Anadolu İslam geleneğini şöyle incelediğimiz zaman Selçuklu ve Osmanlılar’da ölünün baş ve ayakucuna taş dikme, taşlara çeşitli dua ve deyimler doğum ve ölüm tarihleri yazıldığı geleneğini daha çok görüyoruz. Zaten vefat eden devlet adamları ve büyük ilim sahibi olanlar genelde cami avlularına defnedilmişler… Sonraları ecdadımız tarafından buralar muhafazaya alınarak türbe haline getirilmiş… Cumhuriyet döneminden sonra büyük devlet adamlarına özel anıt mezarlar çok şatafatlı görkemli mozoleler inşa edilirken birçok zenginimiz ölen yakınlarının mezarlarına adeta bir servet denecek paralar harcayarak mermerden betondan hatta daha kıymetli madenlerden birer yığın inşa ederek o mezarı ilelebet sanki ölümsüzlüğe terk edip dünya gösterişi haline getiriyorlar. Tabiî ki her insan için ölenleri sevgilidir, kıymetlidir ama bu kadar şaşaalı mezarların da dinimizde sanırım yeri yoktur. Zaten gittikçe daralan dünyamızda hem yeni yeni yerler açmak mecburiyeti hasıl oluyor. Oysa hepimizin aynı yolun yolcuları olmamız hasebiyle kendimize ve geleceğimize de yer ayırmak mecburiyetindeyiz. Geçmişlerine bu tür mezarlar yapanlar ne olur bana kızmasınlar, benim kimse ile bir alışverişim yok, herkesin yaptığı kendisini bağlar. 55 sene kadar önce köyümüzde yaşanan bir olay aklıma geldi… Ben çocuktum köyümüzde çok sevilen takva ehli, dinine mukaddesatına çok sadık, zengin malı arazisi çok bir Üseyin emmimiz vardı. Allahın rahmetine kavuştu. İki de oğlu var idi babalarını çok seven. Bu oğullar bizim oralarda hiç adet olamayan bir üslupla zenginliğin de verdiği heyecanla babalarının mezarının ayak ve başucuna zamana göre çok görkemli taşlar dikip etrafını da betonlarla çevirdiler. Mezarlıklarımız köylülerin çok gelip geçtiği bir yerde olup Üseyin emminin mezarı da yol kenarına yakın olunca her geçenin dikkatini celbediyordu bu görüntü. Bir sabah erkence çifte gitmek için babam merhumla yol uğrağı olan kapımızın önünde öküzlerimizi salıyorduk. Baktık ölmüş olan merhum üseyin emminin oğulları ellerinde kazma kürek ve balyozlarla acele ve telaşlı bir şekilde bir yere gidiyorlar. Babam merhum sordu, “Oğlum ne bu telaş nereye, yine bir vefat eden mi var, mezar kazmaya filan mı gidersiniz?” dedi. Onlar da durup babama “Heç sorma Osman emmi, bu gece iki kardeş birer rüya gördük. Allah’ın hikmeti ikimizde rüyamızda babam merhumu görüyoruz. Babam bize çok şiddetli kızıyor ve ‘Oğlum niçin benim vücudumu bu kadar sıkıyorsunuz tez bu üzerimdeki betonları kırın, kaldırın ve beni rahatlatın. Siz bu kabrimi böyle yaptığınızdan beri benim rahatım kaçtı, çok sıkıntıdayım’ dedi. Onun için o yaptığımız betonları kıracağız kimseler görmeden” dediler. Sonra merak ettim o yoldan geçerken hep o mezara bakardım. Demek ki halis kalp ve Allah’a teslimiyet bu kadar sarih bir şekilde babalara ve evlatlara görünebiliyor. Bu benim acizane görüşüm, başkasını etkilemek niyetinde değilim. Umarım bugünün gidişatı hani eski dönemlere ait mezarlar çıkıyor ya, kazılarda mermerden oyma her tarafı işlemeli büyük bir lahit üzerinde saçaklı bir kapak işte bu tür benzetmelerden korkarım. Biz inananları Allah muhafaza etsin. MERAM’IN BEKLEYEN KÖMÜRLERİ Başka ilçeleri bilemem ama, Meram ilçemizde fakirlere dağıtılacak kömür, kışın ortası gelmesine rağmen halen dağıtılmadı. Bu dağıtım işini hangi kurum yapıyorsa, kaymakamlık mı yoksa belediye mi, bir an evvel dağıtılmasında fayda var.. O tonlarca kömür EBK arazisinde kar yağmur altında ıslanırken fakir fukarayı üşütmek doğru değil… Sanırım ihtiyaçlı hak sahipleri de bu durumdan çok şikayetçiler… İlgilerin dikkatine…