Dostluğun ve arkadaşlığın önemli olduğu günlerde insanlar birbirlerine çok güvenir ve değer verirlermiş. Ancak günümüzde kimse kimseye güvenemez oldu. Zira dost ve arkadaş bildiklerin yeri gelince güvenilmez oluveriyorlar.
Kısa bir süre önce arkadaşlar arasında bir bal muhabbeti vardı. Balın güvenilir yerden alınması gerektiğinin, zira piyasada arısız bal yapılıyor şeklinde dedikoduların dolaştığından konuştuk. Laf sırası bana gelince beş yıldan beri aynı komşumdan bal aldığımı, güvenilir olduğunu, hatta arıların yerini bildiğimi anlatırken, diğer bir arkadaş da bana da bir bal getirtiverir misin dedi. Bende varsa neden olmasın dedim. Geçen yıl da bir arkadaş getirtti almadı seninki de aynı hesap olmasın dedim. O adam bana bu bal değişik kokuyor, bala benzemiyor diye aldığı balı geri verince, bal sahibine göndermek için epey uğraştım dedim. Sen güveniyorsan ben alırım getirt dedi. Neyse malum köy otobüsü vs uzun bir hikâyeden sonra getirip arkadaşa teslim ettik. Üstelik evine getirdik. Neyse bir, iki gün sonra arkadaş aradı, bu bal kalitesiz, sıradan, piyasada on beşe satılan baldan zerre kadar farkı yok deyince şaşırdım. Biraz da alındım açıkçası. Mesaj bir bakıma sen baldan ne anlarsın, kaç yıldır seni aldatıyorlarmış olarak algıladım. Nereden anladın diye sordum. Benim ölçütlerim var, onlardan anladım dedi. Neler onlar acaba diye sormadan edemedim. Arkadaş birkaç tekniğini anlattı. Çakmakla yakmaktan, aşağı doğru sünmesinden vs. deyince kurallarını bir daha gözden geçir dediysem de arkadaşımı ikna edemedim. Zira bal üreten adamı da arıları da yakından tanıyorum. Kriterler lafı geçince beni 7-8 yıl öncesine Aydın’a götürdü. Oradayken aramızın iyi olduğu tüccarlar vardı. Bizler Egeye giden herkese Aydın’a gitti ifadesini kullanırız. İşte orada yaşayanlar da Konya, Kayseri, vb İç ve Doğu bölgelerine zeytin, incir, ve zeytin yağı satmaya giderlerdi. Onlara göre bu bölgelere gitmek, Anadolu’ya gitmek olarak değerlendiriliyor. Onlar konuşmalar sırasında şunları söylüyorlardı: Biz Anadolu’nun damak tadını değiştirdik, zeytinyağı yerine değişik yağları satıyoruz, zeytinleri de bazı katkı maddeleriyle hızlandırarak olgunlaştırıyoruz diye pek çok konuda bilgi veriyorlardı. Önce inanmamıştım anlatılanlara. Akrabalar dönüşte zeytinyağı ve incir istediler. Bende hepsine biraz hediye olsun diye olanlardan getirdim. Ama hepsi de ağız birliği etmişçesine kokar yağları bize niye getirdin. İnsan biraz paraya kıyar da güzel zeytinyağından getirir demezler mi? Ben ne anlatmaya çalıştımsa da inandıramadım. Hâlbuki bizzat birinci sınıf yağ getirmiştim. Aradıklarının pamuk yağı olduğunu çok sonra öğrendim. Yıllarca halka zeytinyağı diye başka yağlar verilerek, algıları değiştirilmişti insanların. Bu durumu bir dostuma anlatırken olur böyle şeyler dedi. O da başından geçeni şöyle özetledi. Kendi şehir merkezinde yaşıyorken etleri köyden getirtip yiyormuş. Arkadaşları bunu duyunca bize de getirtiver de biz de doğal et yiyelim demişler. Neyse siparişler gelir ve arkadaşlarına dağıtır. Ertesi gün arkadaşlarına sorar: Etler nasıl? Hepsi de ağız birliği etmişçesine çok lezzetli, çok güzelmiş gibi şeyler söylemişler. Maaş günü borçlarını istemeye gidince arkadaşları ona et zaten güzel değildi, hem de yağlıydı demişler. Dinleyince gülmekten kendimizi alamadık. Demek ki tecrübe denilen şey hayatın her anında devam ediyor.
İnsanlar birbirlerine güvendiği dönemlerde birbirlerine çok güvenirler, hatta dostları için elinden zehir olsa içerim kavramı bile mevcuttur. Eski Yunan’da geçen “Kefil” adlı bir hikâyede idamlık arkadaşına üç günlük kefil oluyor ve verilen sürenin sonun da tam asılacakken arkadaşı geri geliyor. Kefil olan arkadaşı idam edilmekten kurtuluyor. Durumu gören kral bu arkadaşlıktan etkilenip diğerini de asmaktan vazgeçip onlarla arkadaş oluyor. Günümüzde ise yakına kadar kullanılan “Senin için çiğ tavuk yerim” sözünün yerini “Senin için pişmiş tavuğu yerim” aldı. Ancak böyle giderse kimse çok kısa bir süre sonra kimse”Senin için pişmiş tavuk yerim” demeye cesareti olmayacak. Böyle giderse kimse kimsenin yaralı parmağına su(!) dökmeyecek.
Kısa bir süre önce arkadaşlar arasında bir bal muhabbeti vardı. Balın güvenilir yerden alınması gerektiğinin, zira piyasada arısız bal yapılıyor şeklinde dedikoduların dolaştığından konuştuk. Laf sırası bana gelince beş yıldan beri aynı komşumdan bal aldığımı, güvenilir olduğunu, hatta arıların yerini bildiğimi anlatırken, diğer bir arkadaş da bana da bir bal getirtiverir misin dedi. Bende varsa neden olmasın dedim. Geçen yıl da bir arkadaş getirtti almadı seninki de aynı hesap olmasın dedim. O adam bana bu bal değişik kokuyor, bala benzemiyor diye aldığı balı geri verince, bal sahibine göndermek için epey uğraştım dedim. Sen güveniyorsan ben alırım getirt dedi. Neyse malum köy otobüsü vs uzun bir hikâyeden sonra getirip arkadaşa teslim ettik. Üstelik evine getirdik. Neyse bir, iki gün sonra arkadaş aradı, bu bal kalitesiz, sıradan, piyasada on beşe satılan baldan zerre kadar farkı yok deyince şaşırdım. Biraz da alındım açıkçası. Mesaj bir bakıma sen baldan ne anlarsın, kaç yıldır seni aldatıyorlarmış olarak algıladım. Nereden anladın diye sordum. Benim ölçütlerim var, onlardan anladım dedi. Neler onlar acaba diye sormadan edemedim. Arkadaş birkaç tekniğini anlattı. Çakmakla yakmaktan, aşağı doğru sünmesinden vs. deyince kurallarını bir daha gözden geçir dediysem de arkadaşımı ikna edemedim. Zira bal üreten adamı da arıları da yakından tanıyorum. Kriterler lafı geçince beni 7-8 yıl öncesine Aydın’a götürdü. Oradayken aramızın iyi olduğu tüccarlar vardı. Bizler Egeye giden herkese Aydın’a gitti ifadesini kullanırız. İşte orada yaşayanlar da Konya, Kayseri, vb İç ve Doğu bölgelerine zeytin, incir, ve zeytin yağı satmaya giderlerdi. Onlara göre bu bölgelere gitmek, Anadolu’ya gitmek olarak değerlendiriliyor. Onlar konuşmalar sırasında şunları söylüyorlardı: Biz Anadolu’nun damak tadını değiştirdik, zeytinyağı yerine değişik yağları satıyoruz, zeytinleri de bazı katkı maddeleriyle hızlandırarak olgunlaştırıyoruz diye pek çok konuda bilgi veriyorlardı. Önce inanmamıştım anlatılanlara. Akrabalar dönüşte zeytinyağı ve incir istediler. Bende hepsine biraz hediye olsun diye olanlardan getirdim. Ama hepsi de ağız birliği etmişçesine kokar yağları bize niye getirdin. İnsan biraz paraya kıyar da güzel zeytinyağından getirir demezler mi? Ben ne anlatmaya çalıştımsa da inandıramadım. Hâlbuki bizzat birinci sınıf yağ getirmiştim. Aradıklarının pamuk yağı olduğunu çok sonra öğrendim. Yıllarca halka zeytinyağı diye başka yağlar verilerek, algıları değiştirilmişti insanların. Bu durumu bir dostuma anlatırken olur böyle şeyler dedi. O da başından geçeni şöyle özetledi. Kendi şehir merkezinde yaşıyorken etleri köyden getirtip yiyormuş. Arkadaşları bunu duyunca bize de getirtiver de biz de doğal et yiyelim demişler. Neyse siparişler gelir ve arkadaşlarına dağıtır. Ertesi gün arkadaşlarına sorar: Etler nasıl? Hepsi de ağız birliği etmişçesine çok lezzetli, çok güzelmiş gibi şeyler söylemişler. Maaş günü borçlarını istemeye gidince arkadaşları ona et zaten güzel değildi, hem de yağlıydı demişler. Dinleyince gülmekten kendimizi alamadık. Demek ki tecrübe denilen şey hayatın her anında devam ediyor.
İnsanlar birbirlerine güvendiği dönemlerde birbirlerine çok güvenirler, hatta dostları için elinden zehir olsa içerim kavramı bile mevcuttur. Eski Yunan’da geçen “Kefil” adlı bir hikâyede idamlık arkadaşına üç günlük kefil oluyor ve verilen sürenin sonun da tam asılacakken arkadaşı geri geliyor. Kefil olan arkadaşı idam edilmekten kurtuluyor. Durumu gören kral bu arkadaşlıktan etkilenip diğerini de asmaktan vazgeçip onlarla arkadaş oluyor. Günümüzde ise yakına kadar kullanılan “Senin için çiğ tavuk yerim” sözünün yerini “Senin için pişmiş tavuğu yerim” aldı. Ancak böyle giderse kimse çok kısa bir süre sonra kimse”Senin için pişmiş tavuk yerim” demeye cesareti olmayacak. Böyle giderse kimse kimsenin yaralı parmağına su(!) dökmeyecek.
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te Bozkır Haber'e abone olun.