Küçüklüğümde, komşumuz Gurtça dayı vardı. Evimizin önünden atla sabah erken bir yere gider, akşamda yorgun döndüğünü görürdüm. Ne zaman kafasındaki takkeye çiğdem, sümbül veya nevruz çiçeği takar, bazen de alın çocuklar diye bize uzatırdı. İşte o zaman baharın geldiğini anlardık.
Bahar gelince yaylaları, dağları dolaşmadan rahat vermez içim. Eşim şehirde doğup büyüdüğü için ne işin var dağda, gitme demesine rağmen, epey mücadele verip cumartesi erken kalkıp, çantamla yola çıkıyorum. Garaja varmadan caddelerden geçerken herkes uykuda olunca bir farklı görünüyor yollar gözüme. Her yerdeki ölçüsüzce duran tabela ve panolar, ilk bakışta insanın gözünü rahatsız ediyor. Çok farklı isimler var. Çoğu yabancı kelimelerden oluşmuş. Hele bir tanesini okuyunca çok güldüm. Nar- ı aşk diye başlayan bir dükkân, ancak tabelanın ortasına kocaman bir nar resmi de koymuş. Anlaşılan Nar-ı aşkı, normal nar olarak algılamış. Yürümeye devam ederek, garaja geliyorum. Bilet satıcıları gözlerini ovuşturarak bilet satmaya çalışıyorlar. Çay niye geç kaldı diye bir tanesi çaycıya çıkışıyor. Bir simitçi önüne simitleri yığıp tam kapının önüne durmuş, bir elinde çay bardağı, diğer elindeki simiti öyle ısırıyor ki doygun olduğum halde benim de canım çekti. Adama satmak için yaptığım bu taktik yanlış, parası olan var, olmayan var diye şaka yollu söylüyorum. Parası olmayanda alabilir deyince, herkes isteyemez ki diyorum, peronda duran minübüse atlıyorum. Yakın zamana kadar Hadim’e böyle her zaman araba bulamıyorduk. Şimdi ulaşım daha güzel olmuş. Sarıoğlan’ı geçtikten sonra başlıyor kıvrımlar. Çok kötü olan Eğiste yolundan vazgeçilmiş yeni bir yol yapılmış, geri kalan da yapılmakta. Ancak virajlar aynı, sadece yollar genişlemiş kısmen. Halbuki bütün malzeme var ama viraj yapma hastalığı aynen korunmuş. Ne anladık yeni yapılan yoldan. Neyse Hadim’e geldim. Amcalarımı ziyaretten sonra 23Nisan Bayramı’nı seyretmek için tören alanına amcaoğlu ile gittik. Sade ama güzel hazırlanmış bir törendi. Özellikle çocukların hazırlamış olduğu parodi, sikeç ve halkoyunları çok güzel olmuş. Öğretmenleri hiç tanımadığım halde gidip tebrik ettim. Bir saatlik seyir için ne kadar çok çalışıldığını biliyorum çünkü. Bir arkadaş diyor, bu seyreden insanlar olsun protokol olsun, orada bu programı hazırlayanlara ne bir teşekkür yazısı yazar, ne de gidip sözle söyler. İdareci mantığı bu işte deyince, ne yaparsın hayat böyle diyorum. Tören sonunda kasabam Gezlevi’ye (Korualan) geçiyorum. İşte bu dağlardan da geçmiş midir acaba Âşık Ömer diyorum içimden. Geçerken bahçelerdeki canlılığa, çalışan insanlara hayran kalarak anne ve babamın yanına geliyorum. Bana göre çok kocaman oldukları yaştayım şimdi. Yaş algısının ne kadar farklı olduğunu anlıyorum. Çok yaşlı olarak gördüklerimi aslında gençmiş diyorum.35 -40 yaş çok da uzak değilmiş. Bahçelerdeki beyaz erik çiçekleri akşama doğru üşüyor. Zira her yere güçlü bir dolu ardından soğuk geliyor. Asıl gitmek istediğim Torosların zirvelerine yağmur ve kardan dolayı gidemedim. Sadece kasaba içiyle yetinmek zorunda kaldım. Bazı komşular devletin verdiği krediyle koyun sürüleri almış, onlarla uğraşıyor. Küçük kuzularla evlerine dönmeye çalışanları görüyorum. Annem bülbülleri gösteriyor bahçede, yeni açmış sümbüllerle beraber. Bir demli çay içiyorum kahvehanede, köyde yaşamayı seçen arkadaşlarımla. Fırından sıcak ekmekler çıkıyor. Bir komşum elinde kazmayla bir yerlerden geliyor. Mehmet amcayla ayaküstü sohbet ediyoruz. Arılara dün şeker verip, bahar bakımını yapmış. Bu yıl yağış güzel, çiçekler de çok diyor. Yarın seni de götüreyim arıların yanına, hem çay içeriz yaylada diyor. Bense yarın pazartesi diyorum, tamam doğru diyor.
Konya’ya dönme vakti. Çantama yufka, nane, yeşil sarımsak ve pancar koymuş annem. Yola koyulduk. Dedemli kavşağında alabalık tesisi oluşturmuşlar. Tane hesabı satılıyor alabalık. Canlı canlı alıyoruz bir kaç tane. Bir çay içiyoruz yağmurun ve derenin sesiyle. Göksu coşkun bulanık ve telaşlı, bir yerlere yetişme telaşında. Bizim gibi. Aslında durup bir dinlenmeli, ya da durup dinlemeli belki. Bir nefeslik soluklamalı.Daha gidecek çok uzun bir yol var.
Bahar gelince yaylaları, dağları dolaşmadan rahat vermez içim. Eşim şehirde doğup büyüdüğü için ne işin var dağda, gitme demesine rağmen, epey mücadele verip cumartesi erken kalkıp, çantamla yola çıkıyorum. Garaja varmadan caddelerden geçerken herkes uykuda olunca bir farklı görünüyor yollar gözüme. Her yerdeki ölçüsüzce duran tabela ve panolar, ilk bakışta insanın gözünü rahatsız ediyor. Çok farklı isimler var. Çoğu yabancı kelimelerden oluşmuş. Hele bir tanesini okuyunca çok güldüm. Nar- ı aşk diye başlayan bir dükkân, ancak tabelanın ortasına kocaman bir nar resmi de koymuş. Anlaşılan Nar-ı aşkı, normal nar olarak algılamış. Yürümeye devam ederek, garaja geliyorum. Bilet satıcıları gözlerini ovuşturarak bilet satmaya çalışıyorlar. Çay niye geç kaldı diye bir tanesi çaycıya çıkışıyor. Bir simitçi önüne simitleri yığıp tam kapının önüne durmuş, bir elinde çay bardağı, diğer elindeki simiti öyle ısırıyor ki doygun olduğum halde benim de canım çekti. Adama satmak için yaptığım bu taktik yanlış, parası olan var, olmayan var diye şaka yollu söylüyorum. Parası olmayanda alabilir deyince, herkes isteyemez ki diyorum, peronda duran minübüse atlıyorum. Yakın zamana kadar Hadim’e böyle her zaman araba bulamıyorduk. Şimdi ulaşım daha güzel olmuş. Sarıoğlan’ı geçtikten sonra başlıyor kıvrımlar. Çok kötü olan Eğiste yolundan vazgeçilmiş yeni bir yol yapılmış, geri kalan da yapılmakta. Ancak virajlar aynı, sadece yollar genişlemiş kısmen. Halbuki bütün malzeme var ama viraj yapma hastalığı aynen korunmuş. Ne anladık yeni yapılan yoldan. Neyse Hadim’e geldim. Amcalarımı ziyaretten sonra 23Nisan Bayramı’nı seyretmek için tören alanına amcaoğlu ile gittik. Sade ama güzel hazırlanmış bir törendi. Özellikle çocukların hazırlamış olduğu parodi, sikeç ve halkoyunları çok güzel olmuş. Öğretmenleri hiç tanımadığım halde gidip tebrik ettim. Bir saatlik seyir için ne kadar çok çalışıldığını biliyorum çünkü. Bir arkadaş diyor, bu seyreden insanlar olsun protokol olsun, orada bu programı hazırlayanlara ne bir teşekkür yazısı yazar, ne de gidip sözle söyler. İdareci mantığı bu işte deyince, ne yaparsın hayat böyle diyorum. Tören sonunda kasabam Gezlevi’ye (Korualan) geçiyorum. İşte bu dağlardan da geçmiş midir acaba Âşık Ömer diyorum içimden. Geçerken bahçelerdeki canlılığa, çalışan insanlara hayran kalarak anne ve babamın yanına geliyorum. Bana göre çok kocaman oldukları yaştayım şimdi. Yaş algısının ne kadar farklı olduğunu anlıyorum. Çok yaşlı olarak gördüklerimi aslında gençmiş diyorum.35 -40 yaş çok da uzak değilmiş. Bahçelerdeki beyaz erik çiçekleri akşama doğru üşüyor. Zira her yere güçlü bir dolu ardından soğuk geliyor. Asıl gitmek istediğim Torosların zirvelerine yağmur ve kardan dolayı gidemedim. Sadece kasaba içiyle yetinmek zorunda kaldım. Bazı komşular devletin verdiği krediyle koyun sürüleri almış, onlarla uğraşıyor. Küçük kuzularla evlerine dönmeye çalışanları görüyorum. Annem bülbülleri gösteriyor bahçede, yeni açmış sümbüllerle beraber. Bir demli çay içiyorum kahvehanede, köyde yaşamayı seçen arkadaşlarımla. Fırından sıcak ekmekler çıkıyor. Bir komşum elinde kazmayla bir yerlerden geliyor. Mehmet amcayla ayaküstü sohbet ediyoruz. Arılara dün şeker verip, bahar bakımını yapmış. Bu yıl yağış güzel, çiçekler de çok diyor. Yarın seni de götüreyim arıların yanına, hem çay içeriz yaylada diyor. Bense yarın pazartesi diyorum, tamam doğru diyor.
Konya’ya dönme vakti. Çantama yufka, nane, yeşil sarımsak ve pancar koymuş annem. Yola koyulduk. Dedemli kavşağında alabalık tesisi oluşturmuşlar. Tane hesabı satılıyor alabalık. Canlı canlı alıyoruz bir kaç tane. Bir çay içiyoruz yağmurun ve derenin sesiyle. Göksu coşkun bulanık ve telaşlı, bir yerlere yetişme telaşında. Bizim gibi. Aslında durup bir dinlenmeli, ya da durup dinlemeli belki. Bir nefeslik soluklamalı.Daha gidecek çok uzun bir yol var.
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te Bozkır Haber'e abone olun.