“Dağ adamı, hasta eder sağ adamı” Diye bir söz kullanılır. Ne anlamda söylendiğini bilmiyorum yalnız, şehir adamının kendi hasta olduğu için sağlık dağ adamında olsa gerektir diye düşünüyorum. Hızlı olan her şey günümüzde mevcuttur. İyiliklerde aynı hızlılıkta devam ediyor mu bakmak lazım. Şehirler insan sağlığı açısından epey sıkıntılı hale geldi. Para kazanmak için sağlığını kaybeden insanlar onu kazanmak için biriktirdiği parayı geri harcamak zorunda kalıyor.
Şehirlerde doğup büyüyen çocuklar hayatı buralardan ibaret sanarak, küçük parklarda ve hayvanat bahçelerinden oluşan bir algıyla yaşıyor. Büyüyünce de aynı algısı devam ediyor. Köy, kasaba, dağ kavramı gözünde o kadar korkunç hale geliyor ki oralara gitmemek için her şeyi göze alıyor. Evliliklerde bile ciddi sorunlar yaşanmakta. Dostluklarda bile dağlı ve ovalı belirgin hale gelmiş. Dağlı ve ovalı kavramı nereye kadar dayanıyor pek bilgi sahibi değiliz ama böyle bir fark var. Her iki insanın karşılaştırılması zamanı gelince yapılabilir. Paylaşmayı, insan sevgisini, yardımseverlik gibi birkaç kavrama bakarsak şehir insanı bunlardan gittikçe uzaklaşmış olduğunu görürüz. Bencilliğin olmadığı, sevginin çok olduğu, dağlara mümkün olduğunca gitmek lazımdır. Şehirler insanın bataryasını çabuk boşaltıyor. Onları doldurmak için dağlara gitmeli.
Her zaman olmasa da, çoğu zaman dağlara çıkma düşüncesi içimizde depreşince kısa tatili değerlendirme fırsatı bulur bulmaz yollara düştük. Ermenek’e kadar uzanmak istedik. İkindileri yoğun yağmura rağmen güzel bir gezi oldu. Dinek, Sarıoğlan, Hadim, Taşkent, Başyayla, Oradan geri dönüp, Hadim, Koru alan, Dedemli, Bozkır gibi pek çok yeri dolaşma fırsatımız oldu. Yerleşim yerlerinin içini hiç gezmedik. Sadece dağ kısımlarını dolaştık. Özellikle Hadim sınırları içinde yer alan yaylaları adeta adım adım gezme fırsatımız oldu. Her yer bulut gibi kiraz çiçeği, sarı renkli çayır çiçekleri, alabildiğine coşkun akan dereler… Çayırlar diz boyu, uzaktan uzağa ötme yarışı yapan bin bir çeşit kuşlar. Coşkun akan derelerin çağıldayışı, hayat tantanasından uzak dingin bir köşeler olmuş. Fotoğraf makineleriyle kopyasını alıyoruz güzelliklerin, ama sadece kopyası aslı değil tabi ki. Anlatmaya çalıştıklarımız sadece milyonda biri bence. Mantarların çeşitleri, karakulak, göbek, mor, keş, gibi adları var. Bu yıl mantara doyduk diyor köylüler. Tabi tehlikesini de göz ardı etmiyorlar. Bazı yayla yolları düzeltilmek içi geç kalınmış. Hatta Gezlevi sınırları içindeki Sarınç yaylasına varmadan çamura saplandık. Allahtan kasabadan gelen traktör imdadımıza yetişti. Pazar günü olmasına rağmen traktör şoförü gelmesi bizi memnun etti. Umarız o yollar bir an önce düzeltilir. Yaylaya göçenleri gördük. Odun ateşiyle pişen çayın tadı zaten başka bir yerde yok. Yaylada bulunan tavukların yumurtalarından da tatma fırsatımız oldu. Kuzu seslerinin kuş ve su seslerinin kaynaştığı ender yerlerden birisi bu yaylalar. Şehirlinin bilmediği hayat kaynakları buralar. Yalnız istisna olarak gelen piknikçilerin bütün çöplerini pet bardak vs gibi şeylerin acımasızca bırakıldığı yerlerde var maalesef.
Bu bölgeleri gezerken tek büyük eleştiri, Torosların bu yerleşim yerlerindeki bütün çöplerin vahşice doğaya bırakılması. En kısa sürede devlet bu yaşam kaynaklarını kurtarması gerekir. Zira Taşkent, Hadim ve Bozkır’ın köyleri olmak üzere çöplerini kamyonlarla yerleşim yerlerinin üstündeki dağlara döküyorlar. Buradan suya karışan zehirli kimyasallar orada yaşayan insanların hayatını tehdit ettiği gibi Göksu ve Çarşamba deltasına bırakılan atıklar onlara kıyı olan tüm yerleşim yerlerini tehdit etmektedir. Zira pek çok belediye çöplerini ya dereye dökerek ya da dağların eteklerine döküyor. Hemen en kısa süre de buralara atık su arıtma tesisi kurulmalı. Yoksa kimse bu vebalden kurtulamaz.
Şu bahar mevsiminde tam dağlara çıkma zamanı. Kaçın şehirden biraz doğayla baş başa kalın.
Şehirlerde doğup büyüyen çocuklar hayatı buralardan ibaret sanarak, küçük parklarda ve hayvanat bahçelerinden oluşan bir algıyla yaşıyor. Büyüyünce de aynı algısı devam ediyor. Köy, kasaba, dağ kavramı gözünde o kadar korkunç hale geliyor ki oralara gitmemek için her şeyi göze alıyor. Evliliklerde bile ciddi sorunlar yaşanmakta. Dostluklarda bile dağlı ve ovalı belirgin hale gelmiş. Dağlı ve ovalı kavramı nereye kadar dayanıyor pek bilgi sahibi değiliz ama böyle bir fark var. Her iki insanın karşılaştırılması zamanı gelince yapılabilir. Paylaşmayı, insan sevgisini, yardımseverlik gibi birkaç kavrama bakarsak şehir insanı bunlardan gittikçe uzaklaşmış olduğunu görürüz. Bencilliğin olmadığı, sevginin çok olduğu, dağlara mümkün olduğunca gitmek lazımdır. Şehirler insanın bataryasını çabuk boşaltıyor. Onları doldurmak için dağlara gitmeli.
Her zaman olmasa da, çoğu zaman dağlara çıkma düşüncesi içimizde depreşince kısa tatili değerlendirme fırsatı bulur bulmaz yollara düştük. Ermenek’e kadar uzanmak istedik. İkindileri yoğun yağmura rağmen güzel bir gezi oldu. Dinek, Sarıoğlan, Hadim, Taşkent, Başyayla, Oradan geri dönüp, Hadim, Koru alan, Dedemli, Bozkır gibi pek çok yeri dolaşma fırsatımız oldu. Yerleşim yerlerinin içini hiç gezmedik. Sadece dağ kısımlarını dolaştık. Özellikle Hadim sınırları içinde yer alan yaylaları adeta adım adım gezme fırsatımız oldu. Her yer bulut gibi kiraz çiçeği, sarı renkli çayır çiçekleri, alabildiğine coşkun akan dereler… Çayırlar diz boyu, uzaktan uzağa ötme yarışı yapan bin bir çeşit kuşlar. Coşkun akan derelerin çağıldayışı, hayat tantanasından uzak dingin bir köşeler olmuş. Fotoğraf makineleriyle kopyasını alıyoruz güzelliklerin, ama sadece kopyası aslı değil tabi ki. Anlatmaya çalıştıklarımız sadece milyonda biri bence. Mantarların çeşitleri, karakulak, göbek, mor, keş, gibi adları var. Bu yıl mantara doyduk diyor köylüler. Tabi tehlikesini de göz ardı etmiyorlar. Bazı yayla yolları düzeltilmek içi geç kalınmış. Hatta Gezlevi sınırları içindeki Sarınç yaylasına varmadan çamura saplandık. Allahtan kasabadan gelen traktör imdadımıza yetişti. Pazar günü olmasına rağmen traktör şoförü gelmesi bizi memnun etti. Umarız o yollar bir an önce düzeltilir. Yaylaya göçenleri gördük. Odun ateşiyle pişen çayın tadı zaten başka bir yerde yok. Yaylada bulunan tavukların yumurtalarından da tatma fırsatımız oldu. Kuzu seslerinin kuş ve su seslerinin kaynaştığı ender yerlerden birisi bu yaylalar. Şehirlinin bilmediği hayat kaynakları buralar. Yalnız istisna olarak gelen piknikçilerin bütün çöplerini pet bardak vs gibi şeylerin acımasızca bırakıldığı yerlerde var maalesef.
Bu bölgeleri gezerken tek büyük eleştiri, Torosların bu yerleşim yerlerindeki bütün çöplerin vahşice doğaya bırakılması. En kısa sürede devlet bu yaşam kaynaklarını kurtarması gerekir. Zira Taşkent, Hadim ve Bozkır’ın köyleri olmak üzere çöplerini kamyonlarla yerleşim yerlerinin üstündeki dağlara döküyorlar. Buradan suya karışan zehirli kimyasallar orada yaşayan insanların hayatını tehdit ettiği gibi Göksu ve Çarşamba deltasına bırakılan atıklar onlara kıyı olan tüm yerleşim yerlerini tehdit etmektedir. Zira pek çok belediye çöplerini ya dereye dökerek ya da dağların eteklerine döküyor. Hemen en kısa süre de buralara atık su arıtma tesisi kurulmalı. Yoksa kimse bu vebalden kurtulamaz.
Şu bahar mevsiminde tam dağlara çıkma zamanı. Kaçın şehirden biraz doğayla baş başa kalın.
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te Bozkır Haber'e abone olun.