Kalabalıktan bir yol bularak geçmek istiyorum. Kalabalık. Kalabalık. İnsanlar yarışırcasına alışveriş merkezlerini dolduruyor. Bedestenler dolup taşıyor. Herkeste bir bayram telaşı var. Orucun son demleriydi. Tatlıcılar vitrinleri çeşit çeşit tatlılarla donatmış müşterilerini bekliyorlar. Aziziye’nin oradan geçiyorum, kahve kokuları takılıyor burnuma. Kahve makineleri titreyerek öğütüyor kahve çekirdeklerini. Her titreyişleri küçük zilleri çınlatmasıyla cadde bambaşka bir atmosfere itiyor herkesi. Taze kahve kokusu, zil sesleri, seyyarların çığlıkları, şadırvanda ağlayan çocuklar, araba kornaları, köşedeki dönerin en çekici kokusu. Tatlı bir telaş var, yorgunluk, susuzluk ve iftara duyulan özlem.
Şehrin yapmacıklı hali eskiden beri beni yoruyor. Büyüdükçe kaybolan samimiyeti yerini bencilliğe bırakıyor. Şehirde tüm oyuncaklar, tatlılar, elbiseler, ayakkabılar var, ama ruhu yok gibi geliyor nedense. Selamsız, sabırsız, tahammülsüz ve yapmacıklığın bin bir türlüsünün bulunduğu yerlermiş gibi geliyor şehirler. Günümüzün her şeyini sığlaştıran anlayışından, kurtarılmış bölgeler gibi kasabalar ve köyler. Gerçi oralar da yavaş, yavaş bu hastalığa yakalanmış, ama daha özelliklerini koruyor. Koşar gibi kaçıyorum, şehirden.
Soluğu kasabamda alıyorum. Burası benim için ayrı bir dünya sanki. Eskiye oranla köye gelenlere pek fazla ilgi olmasa da henüz samimiyetsizlik yaygın değil. Arefe günleri bizde topluca mezara gidilir, dualar okunur. Oraya tüm erkekler, çocuk, yaşlı, genç genelde gelirler. Burada hangi yaşlarda olduğunu anlamak daha kolaydır. Yaşıtlarınla yaşlıları, gençleri, çocukları, kıyaslama şansın daha fazadır. Önceden sadece abilerimiz ve amcalarımız vardı. Şimdi çocuklarımızın ve gençlerimizin olduğunu fark ediyorum. Tanımadığım yüzler çoğalmış, tanıdıklarım epey yaşlanmış. Gençler ve çocuklar orta yaşa geçtiğimi söylüyorlar. Bu çocuk veya bu genç kimlerden sorusunu çok kullandığımı fark ediyorum. Gönül yaşlandığını kabul etmese de yaşıtlarımın bana verdiği mesajı alıyorum, çok zor geliyor, kabullenmek ne mümkün.
Bayram namazına giderken hissediyorum, eski telaşlarımı. Başucuma koyduğum bayramlıkları, harçlıklarımı. Sabaha kadar heyecandan uyku tutmadığını, ilk işimin mantar tabancası ve mantar paketi almak olduğunu hissediyorum. Şekerler sadece ikiye ayrılıyordu o zamanlar, kâğıtlı ve kâğıtsız olmak üzere. Ala Şeker, kâğıtlı şeker vardı, bir de külçe adında pekmezden yapılmış tatlının küçük bir ekmeğe sürülmüş haliydi. En çok kâğıtlı şekeri seviyorduk. Şimdiki kadar poşetlerimiz şekerlerle dolmuyordu ama kalplerimiz coşkuyla, doluyordu. Oysa şimdi; Bayram namazına giderken, heyecanım, coşkum kaybolmuş. Telaşım da yok. Sadece kıyaslamalar yapıyorum zihnimden, Geçen bayram nasıldı, şimdi nasıl, ya da geçen bayram yaşayan adam şimdi bu bayrama kalmamış şeklinde. Cami avlusunda Bayramlaşırken karışıyor zihnim geçmişin bir birine geçmiş hatıraları ile. Yaşadığın anın tadına varmaya cesaretin olmuyor. Oysa daha düne kadar büyüsem de şöyle yapsam, böyle yapsam, şunu alsam, demiyor muydum? Hep gelecek te bir gün gelecek diye özlemle bu yaşları bekliyordum. İçimizde hep büyüyünce ifadesi vardı. Ben büyüyünce şöyle olacaktım, şöyle yapacaktım. Eee hani o günler geldi. Ne oldu bana böyle. Dün gelecekte yaşıyordun, şimdi ise geçmişte. Çocukluğunu arıyorsun. Bu ne yaman çelişki. Bu kafayla yirmi yıl sonra da bu günleri arayacaksın. Düşünceler, düşünceler. Abi saçları epey ağartmışsın ya! Sözüyle irkilip kendime geldim.
Bayramlaşmaya anne ve babamdan sonra en yaşlılardan başlıyorum. Ellerini öpüyorum. Tabaklarda bilmem kaç çeşit şekerler var. Sohbetlerimiz eskiye yönelik. Onlarda hallerinden memnun değil. Onlar da günümüz bayramlarıyla geçmişteki bayramları kıyaslayıp eskiyi beğeniyorlar yokluklar içerisindeki bayramları arıyorlar. Eskiye oranla daha varlıklıyız, her şey imiz var ama ah! O eski bayramlar diyorlar. Hiçbir bayram eskisinden daha güzel olamayacak galiba.
Şehrin yapmacıklı hali eskiden beri beni yoruyor. Büyüdükçe kaybolan samimiyeti yerini bencilliğe bırakıyor. Şehirde tüm oyuncaklar, tatlılar, elbiseler, ayakkabılar var, ama ruhu yok gibi geliyor nedense. Selamsız, sabırsız, tahammülsüz ve yapmacıklığın bin bir türlüsünün bulunduğu yerlermiş gibi geliyor şehirler. Günümüzün her şeyini sığlaştıran anlayışından, kurtarılmış bölgeler gibi kasabalar ve köyler. Gerçi oralar da yavaş, yavaş bu hastalığa yakalanmış, ama daha özelliklerini koruyor. Koşar gibi kaçıyorum, şehirden.
Soluğu kasabamda alıyorum. Burası benim için ayrı bir dünya sanki. Eskiye oranla köye gelenlere pek fazla ilgi olmasa da henüz samimiyetsizlik yaygın değil. Arefe günleri bizde topluca mezara gidilir, dualar okunur. Oraya tüm erkekler, çocuk, yaşlı, genç genelde gelirler. Burada hangi yaşlarda olduğunu anlamak daha kolaydır. Yaşıtlarınla yaşlıları, gençleri, çocukları, kıyaslama şansın daha fazadır. Önceden sadece abilerimiz ve amcalarımız vardı. Şimdi çocuklarımızın ve gençlerimizin olduğunu fark ediyorum. Tanımadığım yüzler çoğalmış, tanıdıklarım epey yaşlanmış. Gençler ve çocuklar orta yaşa geçtiğimi söylüyorlar. Bu çocuk veya bu genç kimlerden sorusunu çok kullandığımı fark ediyorum. Gönül yaşlandığını kabul etmese de yaşıtlarımın bana verdiği mesajı alıyorum, çok zor geliyor, kabullenmek ne mümkün.
Bayram namazına giderken hissediyorum, eski telaşlarımı. Başucuma koyduğum bayramlıkları, harçlıklarımı. Sabaha kadar heyecandan uyku tutmadığını, ilk işimin mantar tabancası ve mantar paketi almak olduğunu hissediyorum. Şekerler sadece ikiye ayrılıyordu o zamanlar, kâğıtlı ve kâğıtsız olmak üzere. Ala Şeker, kâğıtlı şeker vardı, bir de külçe adında pekmezden yapılmış tatlının küçük bir ekmeğe sürülmüş haliydi. En çok kâğıtlı şekeri seviyorduk. Şimdiki kadar poşetlerimiz şekerlerle dolmuyordu ama kalplerimiz coşkuyla, doluyordu. Oysa şimdi; Bayram namazına giderken, heyecanım, coşkum kaybolmuş. Telaşım da yok. Sadece kıyaslamalar yapıyorum zihnimden, Geçen bayram nasıldı, şimdi nasıl, ya da geçen bayram yaşayan adam şimdi bu bayrama kalmamış şeklinde. Cami avlusunda Bayramlaşırken karışıyor zihnim geçmişin bir birine geçmiş hatıraları ile. Yaşadığın anın tadına varmaya cesaretin olmuyor. Oysa daha düne kadar büyüsem de şöyle yapsam, böyle yapsam, şunu alsam, demiyor muydum? Hep gelecek te bir gün gelecek diye özlemle bu yaşları bekliyordum. İçimizde hep büyüyünce ifadesi vardı. Ben büyüyünce şöyle olacaktım, şöyle yapacaktım. Eee hani o günler geldi. Ne oldu bana böyle. Dün gelecekte yaşıyordun, şimdi ise geçmişte. Çocukluğunu arıyorsun. Bu ne yaman çelişki. Bu kafayla yirmi yıl sonra da bu günleri arayacaksın. Düşünceler, düşünceler. Abi saçları epey ağartmışsın ya! Sözüyle irkilip kendime geldim.
Bayramlaşmaya anne ve babamdan sonra en yaşlılardan başlıyorum. Ellerini öpüyorum. Tabaklarda bilmem kaç çeşit şekerler var. Sohbetlerimiz eskiye yönelik. Onlarda hallerinden memnun değil. Onlar da günümüz bayramlarıyla geçmişteki bayramları kıyaslayıp eskiyi beğeniyorlar yokluklar içerisindeki bayramları arıyorlar. Eskiye oranla daha varlıklıyız, her şey imiz var ama ah! O eski bayramlar diyorlar. Hiçbir bayram eskisinden daha güzel olamayacak galiba.
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te Bozkır Haber'e abone olun.