Emeklilerin boş adamların ne işi olacak… Devlet-millet işleri ile uğraşmak, onun bunun
dedikodusunu yapmak, hükümet kurmak, hükümeti yıkmak gibi şeyler.
İşte bizim mahallede, dolaştığım yakın mahallelerde de aynı konular…
Öğle veya ikindi namazlarından evvel ya da sonra camilerin serin avlularında biraz soluklanıp otururuz. O ana kadar dinlediğimiz ajans haberlerini internetten takip ettiğimiz konuları
televizyondan izlediğimiz yorumların akılda kalanlarını bizler başlarız değerlendirmeye…
Hükümetler kurarız, hükümetler yıkarız, sınır ötesi harekâtlar yaparız… PKK’yı vururuz yıkarız…Hatta terörü bitiririz… Liderlerin konuşmalarını veya yaptıkları iç ve dış gezileri değerlendiririz… Olmadı belediyeleri eleştiririz, başkanları yereriz veya överiz birçok şeylerle yapılan hizmetler konusunda eleştiri veya övünçle meşveret kaynatırız.
Hele şu son günlerde Ortadoğu’daki “Arap baharı”nın vuku bulması bilhassa
coğrafi konumumuz itibarı ile ülkemizi çok ilgilendirmesi, haliyle vatandaşlarımızın da ilgisini çekmektedir. Hele hele şu Avrupalı liderlerin daha doğrusu kan emici sülüklerin Ortadoğu’daki kargaşadan yararlanarak “petrol kuyularından bir pay alır mıyız” ümidi ile leş kargası gibi harekete geçmeleri… O karışıklık ve iç harp olan ülkeleri apar topar ziyaretleri… Ne var ki umduklarını bulamadılar da biraz rahatladık. Her şey meşveret konusu oldu.
Öyle ya eskiden olduğu gibi bir köyde veya şehirde az sayıda haber alacak aygıt olup
onları da her zaman dinleme fırsatımız yoktu. Şimdi herkesin evinde TV, bilgisayar, cep
telefonu gibi dünyayı küçülten en ufak bir olayı bile evimize, cebimize getiren aygıtların var
olması bu bilgilerden haberdar olmamızı sağlıyor.
Bölgede lider ülke olduğumuz eskiden beri biliniyordu ama ne var ki bizler ve bizi yönetenler bu liderliğin farkında değillerdi. Birilerinin güdümünde yıllarımız geçti gitti. Demek ki bir akıllı ve ne dediğini ne yaptığını bilen ülkesinin coğrafi durumunu ve ülke insanının değerini bilen bir önder çıkınca her şey alenen ortaya dökülüveriyor.
İşte bunların ispatı… Sayın Başabakanımız Recep Tayyip Erdoğan bunun farkına vardı ve nerede olduğumuzu, konumumuzu ortaya çıkarıverdi. Günlerdir seyrediyoruz, gerek Mısır’da gerek Tunus’ta ve gerekse Libya’da sanki oraların Başbakanı, idarecisi gibi karşılanıyor alkışlanıyor, sevilip sayılıyor.
Bu iç açıcı durum Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy ve İngiltere Başbakanı Cameron gibi
dış liderleri bile tedirgin edebiliyor. Onları rahatsız ve tedirgin ediyor da bizim Fransız ve
İngilizlerin de yüreklerini hoplatıyor ve çılgına döndürüyor bu alaka. Çünkü böyle bir
şey onların hayalinde bile yok iken Tayyip Bey’e içte ve dışta bu kadar ilgi gösterilmesini
hazmedemiyorlar.
“Kendi değerimizi bilmek” dedim de. 12 Haziran seçimlerinden önce idi. Sayın Dışişleri
Bakanımız Ahmet Davutoğlu ile birkaç defa sivil toplum kuruluşlarınca düzenlenen akşam sohbetlerine katıldım. Siyasi ortamdan uzak yapılan bu yemekli veya çay içimli sohbetlerde Sayın Bakanımızın samimiyetle ifade ettiği bir konuydu bu “kendi değerimizi bilmek”. Şöyle demişti Sayın Bakanımız, bakanlığı sırasında yaşadığı olaylardan anekdotlarla anlatırken:
Afganistan’da bir dışişleri bakanları toplantımız vardı. 15 kadar ülkenin dışişleri bakanı bir aradaydık, bir şeyler anlatmamız konuşmamız gerekiyordu. Bir dışişleri bakanı (sanırım İngiltere idi) elinde sıkı sıkı tuttuğu bir yazılı metni bana doğru uzattı, “Ekselansları bu metni siz okur musunuz lütfen bizim adımıza bu Afgan halkı sizi çok sever de dedi. Ben de bana uzattığı metni aldım, sertçe masaya yüzüstü kapattım, şaşkın bir ifade ile ne oldu der gibi bakan yüzüme baktı. Ben şöyle dedim: Ekselansları şayet bir yerde bir metin okuyacaksam onu ya ben yazarım, ya benim hükümetim yazar ya da benim Başbakanım yazar, onu ben okurum. Senin veya hükümetinizin yazdığı metni ben niye okuyorum, sizin diliniz yok mu? deyince adam afalladı ve yanımdan ayrıldı”
“İşte bundan evvel demek ki bunları başkalarının adına yapmak bir ülfet kabul ediliyormuş. Bu hareketimle oradaki bütün bakanların tebriklerini aldım” diyordu Sayın Davutoğlu. İşte kendi değerimizi bilmek onurumuzu korumak buymuş.
Sayın Bakanımız yine Bosna da yaşadığı bir anısını anlattı. O da şuydu: Yine değişik
ülkelerden kalabalık dışişleri bakanı varız. Bosna Hersek’i temsil eden Bakan’a bir Bakan
(Almanya Dışişleri Bakanı olacak sanırım) dedi ki “size şaşıyorum siz hala sizleri 500 sene
esareti altında bulunduran Osmanlının torunu olan ülkenin Bakanı Davutoğlu’nun sözlerini
dinliyorsunuz, onların sözlerine değer veriyorsunuz oysa bizler sizlerin özgürlüğü ve refahı
için çaba harcıyoruz var gücümüzle mücadele ediyoruz bizim sözlerimizi kulak arkası ediyor
bizim dediklerimize değer vermiyorsunuz” deyince, Bosnalı Bakan cevap olarak şu veciz
cümleyi kullandı o Bakanlara: “Bizler kime itibar edeceğimizi kimlerin sözünü
dinleyeceğimizi iyi biliriz, şayet sizler de 500 sene Türkler ile beraber yaşasaydınız onların
ne kadar dürüst ne kadar samimi insanlar olduğunu anlar, sizler de onların sözünü
dinlerdiniz” dedi.
İşte kendi değerimizi bilmek bu olsa gerek. Ne yazık ki ülkemizin ve Başbakanımızın değerini bizler dışarıdakiler kadar bilmiyoruz. Ne acı değil mi?
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te Bozkır Haber'e abone olun.