Ara sıra düşünürüm de çocukluğu yaşadığım köy yılları, pek çok insana kısmet olmayacak güzelliktedir. O yıllar, çocukluktan mıdır yoksa bugün pastoral yaşama öykünmeden midir bilmem, filmlerde sembolize edildiği gibi bulutların arasından seçmeye çalıştığım, büyüleyici bakirlikteki yaşam dönemi olarak görünür gözüme. Ancak o yıllar, ironik olarak bugün duyduğum bazı ıstırapların kaynağıdır da…
Hayal meyal hatırladığım o yıllarda, tarlada günlerce süren ekin işlemenin sonunda zahmetli, ancak bir o kadar da zevkli, neşeli harman günleri başlardı. Ekin işleme bitiminde, güdülen hayvanların çayırlarını yiyerek bayındır hale getirdiği harman yerine gelinir, burada beğenilen yere –büyük olasılıkla bir önceki yıl da harmanın yapıldığı yere ki, artık herkes herkesin harman yerini bellemiş olduğundan, o konuda pek karışıklık ve emrivaki olmaz- bir iğde dalı ya da değenek sokularak, “bellek” konurdu. Artık orası işaretlenmiştir: “Bir haftaya kalmaz burada ben harman yapacağım. Haberiniz ola!”. O arada harmana (hayal meyal hatırladığım kadarıyla) uzun ince sövenlerden[1] bir oba[2] kurulur ve etrafı bekedilir[3]. Bu, uzun sürecek harmanda gece ve gündüz konaklaması içindir. Daha sonra öküzlerin aheste aheste çektiği kağnılarla tarladan ekin yığınları çekilmeye başlanır. Evin erkeği, aşağıdan ekin destelerini dirgenle kağnıya uzatırken, evin hanımı da bu desteleri özenle, en yönetli[4] biçimde yerleştirir. Kafi derecede ekin yüklendikten sonra, kaç gün süreceği belli olmayan, önde yorgun, çoğu zaman bezgin ama emeğinin karşılığını taşımanın gururu ve sevincini gözlerinde taşıyan rençberin çektiği nazlı kağnıyla harman yoluna düşülür.
Tarlalardan gelen ekinlerle devasa bir yığın yapıldıktan sonra köyden harman ve gündelik ihtiyaçlar için gerekli alet-edevat ve iaşe getirilir. Bu işlemler, bütün köylü tarafından aynı zaman aralığında gerçekleştirildiğinden, harman sırasında köyün buraya taşındığını söylemek yanlış olmaz. Bu yönüyle harmana yerleşme ve harmandan göç, tıpkı yaylaya göç ve yayladan inme gibi birlikte, aynı zamanda yapılan bir “ritüel” görünümündedir. Sürekli olmasa da en azından gündüzleri, harmandaki ailelerin çocukları da harmandadır. Çocuklar için harmanda olmak, hele de izin verilirse obada uyumak, işle karışık bir eğlence, bulunmaz bir nimettir. Büyükler arasında gündüz yardımlaşmalar, “işin ucundan tutmalar”, gece olunca da dost sohbetleri, hal hatır sormalar, tarladaki mahsulün durumunu kıyaslamalar, harmanın olağan manzaralarıdır. Henüz “makine”nin girmediği harmanda, günlerce öküzlerin çektiği düğenin ezdiği harmanın akabinde en önemli yardımcı, esecek rüzgar, en önemli tehlikeyse yağacak yağmurdur. Bu nedenle, harman demek dua demek, umut demektir. Umutların kırıma uğradığı zamanlar, harman komşuluklarıyla; yarenliklerle, bitmemiş işi olanların işine koşmalarla tamir edilir. Çeşmeye ya da “su dökmeye[5]” gidilirken, buyur edilir herkes sofraya ya da çaya. (Tam hatırlamasam da) Gecenin coşkusu, gündüzün verdiği yorgunluğun atıldığı, koyu yarenliklerin yapıldığı bir “açık hava gösterisi” olmasındadır. Samanla danenin ayrılmasıyla, önce dane çuvalları, sonra “geri çulu[6]”yla saman, yine nazlı kağnılara yüklenir ve köy yolu tutulur. Samanı taşıma işi, yerine göre günlerce sürebilir. Kağnıyla taşınan saman, samanlığın önüne dökülüp geri dönülürken, bir-iki kişi de gelen samanı samanlığa atarak, işi kolaylama derdindedir. Saman atmak, dünyanın en zor işidir (!) Bir yandan samanlığa atmak, bir yanda da samanlıktaki samanı basmak eziyetin en alasıdır. Bu iş hüner gerektirir, herkesin “ciğeri yetmez” samanlığa girmeye. Evladını düşünen hiç bir ana, hasta karısını düşünen hiçbir koca samanlığa sokmaz onları. Saman taşıma ve samanı samanlığa atmada da komşu yardımı devreye girer. Yani, harmandaki her dert, herkesin derdidir.
Zamana paralel büyürken, harmanda şartların değişmekte olduğunu da gördük, ancak anlamını kavrayamadık…
Önce traktör, sonra patoz ve tabii ki römork ve sonra da makine (ekin biçme makinesi) geldi. Kimi direndi önceleri bu aletleri kullanmaya ve bunlara para vermeye. Öyle ya, “ahırdaki öküzler boşuna mı besleniyordu? Sap, saman çekmeye para verdikten sonra onları beslemenin ne anlamı vardı? Tarladaki ekini, makineyle bir günde biçtirip onca parayı vereceğine, konu-komşu keşiğiyle[7] bir haftada bitirebilirdi. Patozla bir günde harmandan kalkacağına[8], 3-4 haftada düğenle işini bitirebilirdi. Bir yere yetişecek değildi ya? Hoş, eskiden olduğu gibi akşam sohbetleri, işin ucundan tutan eş-dost bulmak zor olacaktı ya, önemli olan harmanı kaldırmaktı. Zevki eksik kalsa da olurdu.” Lakin, her geçen yıl sayısı azalıyordu böyle düşünenlerin. Azalan böyle düşünenler değildi sadece. Her yıl öküz de kağnı da düğen de geri çulu da azalıyordu. Bu direnç, öküzüne/eşeğine sahip çıkan, “makine”ye direnen son “harmancı”nın da (yanlış hatırlamıyorsam Çohculu Emmi’dir o) ”bu rezilliği çekmeye değmez” dediği gün bitmişti. Böylece harmandaki komün yaşamı da bitmiş oldu.
Sonra traktöre bağımlı harman dönemi başladı. Önceden yapılanlara benzer yöntemler vardı yine. Tek fark, bu yöntemlerin süresinin kısalmış, uygulamaların hızlanmış, iş yapan insan sayısının azalmış olmasıydı. Ekinler en fazla bir haftada biçiliyor, harmanda yer işaretlemeye “gerek görmeksizin” boş bir yer bulunup, saplar bir gün için de taşınıyor ve sonra patoz sırasının geleceği gün bekleniyordu. Yani saplar, yine harmanda toplanılıyordu. Öyle ya, oraya boşuna “harman yeri” denilmiyordu! Patoz günü, sap atacak iki-üç adam bulunuyor, en fazla 7-8 saat süren sap atma işinden sonra harman “kolaylanmış” oluyordu. Rüzgar bekleme, keşik yapma, geceleri harmanda kalma “derdi” yoktu artık. Bundan böyle “herkesin harmanı kendine”ydi. Önceden herkesin bir diğerini beklediği, işi gecikmişse ona yardımlarla işin hızlandırıldığı ve böylece aynı anda gelinip aynı anda gidilen harmanda, kaldırdığı harmanını traktör römorkuna yükleyip, harmanda terleyen komşusunun, hızlı bir “haydi kolay gelsin”le kolayca önünden geçebildiği “köylü tipi”nin giriş çıkışları başlamıştır. Bu senenin de harman işini bitirmenin “mutluluğu”nu taşıyarak gidenlerde, geride kalan komşunun işini düşünme “rahatsızlığı” yoktur artık. Çünkü, komşusunda patoz vardır, römork vardır, sap atacak 3-5 de adam vardır. Dolayısıyla, kendisine “kolay gelsin” demekten gayri bir vazife düşmüyordu. Hala işi olduğu için harmanda kalanda da gidene karşı bir güceniklik yoktu. O da römorku, patozu, sap atacak adamları bulmuştu ve bu dert, doğal olarak kendi derdiydi.
Eskiden harmanda ayları bulan işler nedeniyle dolu dolu olan zamanın ve zorunlu ikametin yerini, “traktörlü harman devrimi”yle hepsi bir hafta süren ve güze kadar “köy kahvesinde geçirilecek boş zaman”lar almaya başlamıştır. Önceden, harmanda herkes herkesin “eksik-gediği”ni görürken-bilirken ve yardımını esirgemezken, artık, tesadüfen karşılaşılan köy meydanında, “komşu, harmandan kalktın mı?” sorularıyla geçiştirilen, kendini komşunun işinden soyutlama dönemi başlamıştır. Artık sorulan sorular da verilen cevaplarda “ayaküstü yarenlik”ten öte geçmemekte, komşunun yükünü, komşunun kalbini hafifletmemektedir.
Teknoloji…makine… Durmuyor, sürekli gelişiyor. Teknoloji gelişirken insan kayboluyor, kültür kayboluyor. Traktör, römork, patoz derken, sonrası da geldi. Sonra gelen, henüz tarladan sap çekme, harmanda sap atma derdini ortadan kaldıran “biçer”lerin[9] gelmesi değildir. O en son aşamada… Dedik ya, römork da olsa, patoz da olsa, daha az zamanda daha hızlı iş de yapılsa, giden de kalan da gocunmasa da köylü yine harmanda toplanıyordu. “Harmanda toplanmak”. Önemliydi bu. Bir arada olmak, diğerinin varlığını yanında hissetmek, artık ihtiyaç duymasa bile, yorulduğunda, üzüldüğünde, korktuğunda dayanabileceği “yargınlar[10]” olduğunu bilmek… Yüzyıllardır köylünün genlerine işlemiş bir ihtiyaç, kültürün bir amentüsüydü bu. Römorkun, patozun rahatlığına alışan köylü bir gün düşündü: “Sapı harmana taşımaya ne gerek var?”. Böylece, sap taşımanın hem zahmetinden hem de maliyetinden kurtulmuş olacaktı. Ve Müstantik’e[11] sordu: “Sapı hiç harmana getirmeden tarlada atsak olur mu?” Müstantik dedi ki “olur”. Köylünün “sorusu” ve Müstantik’in “cevabı”, insani dayanışmanın, topluluk ruhunun, omuz omuza olmanın, sevince ve kedere ortaklığın, samimiyetin ve paylaşmanın, ağır çekimde kutuplarda yıkılan buz dağları gibi yıkıldığı andır. Herkesin kendi sapını kendi tarlasında atması, aslında harmandaki “biz”i öldürüp, tarlada “yaşasın ben” diye çığlık atmaktı. Topluluk kültürünün ölümü, bireyci kültürün müjdesiydi. Peki, nasıl olmuştu da yüzyılların topluluk kültürüne sahip köylü, “biz”den “ben”e geçmişti? Onun düşüncelerini zor ve zahmetli, ancak topluluk ve dayanışmayla/paylaşmayla “çekilebilir” olan iş yapmaktan, kolay ve zahmetsiz, ancak yalnız ve bireysel iş yapmaya dönüştüren neydi? Aylarca harmanda gündüz işin, gece derdin paylaşılmasına dayanan “anlamlı iş”in yerini, nasıl olmuştu da olabildiğince çabuk bitirip, kurtulmak istenen “anlamsız iş” alabilmişti? Düşünce yapısı, neden “rasyonel (en faydalı/en akılcı/ en az maliyetli)” bir evrim geçirmişti? Böyle bir sürüklenişte, Dereli Çerçici’ye[12]satarak, köyün dağ tarafından dışarı çıkardığımız kağnıların yerine, köyün ova tarafından, üstelik nazire yaparcasına, harman yerinin hemen önündeki yoldan soktuğumuz “traktör”ün rolü olabilir miydi?
Bugün harmanın oradan geçerken, adam boyu uzanan kuru otları görürsünüz. O otlar ki, buralara yıllarca ayak basılmamışlığın, unutulmuşluğun mezar taşlarıdır. O otların çokluğu, teknolojinin rehavetiyle, insan oluşunun anlamını unutan bireylerin çokluğudur. İnsanların her türlü eylem ve işini kolaylaştıran bayındır ve dümdüz, otlardan ve dikenlerden arınmış harman yerinin şimdi otlardan görünmüyor oluşu, bir zamanlar teknolojiyi bulan ve ona egemen olan insanın, bugün ona teslim oluşu, egemenliği teknolojinin alışıdır. Ve bir zamanlar “ekin”lerin yığılı olduğu harmanda, bugün kuru otların olması, kültürün ve insancıllığın yerini, yozlaşma ve bireyciliğin alışıdır.
Ahmet Mutlu
[1] Söven: Uzun ve düzgün, nispeten kalın bir tür kereste.
[2] Bir tür çadır.
[3] Beketmek: Örtmek, kapatmak.
[4] Yönetli: Uygun, optimal.
[5] Su dökmek: Tuvalete gitmek, ihtiyaç gidermek.
[6] Geri Çulu: Kağnı içinde samanı taşımak üzere, koyun-keçi yününden yapılan ipliklerle, özel biçimde tasarlanarak dokunmuş sağlam bir tür kumaş.
[7] Keşik: Bir işin toplu yapılması ya da bir ürünün tek elde toplanmasını sağlamak üzere üyeler arasında sıra takibidir. Yani, iş yapma ya da ürünü toplama sırasıdır.
[8] Harmandan kalkmak: Harman işini bitirmek.
[9] Biçer: Köyde biçerdövere verilen isimdir.
[10] Yargın: Sırt
[11] Müstantik, traktörü olan ve harman kaldırmak için patozu hiç durmayan bir köy sakininin lakabıdır. Müstantik ismi burada bir “metafor (sembol)” olarak kullanılmıştır.
[12] Dereli Çerçici: Dere Köyün’den gelen ve eskicilik/hurda toplayıcılığı yapan, köy tarihinde önemli yeri olan bir kişi.
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te Bozkır Haber'e abone olun.