Daha dün gibi... Ömür ne çabuk geçiyor. Dile kolay, Memleket Gazetesi yayın hayatına başlayalı tam tamına yedi yıl olmuş. Koskocaman bir yedi yıl... Bu kadar uzun bir sürede; her hafta köşe yazısı yazmak, bir o kadar da habere imza atmak...
İlk yazımı, Ahmet Aka Abi’ye göndermiştim. O İlk yazımı ulusal içerikli yazdığımı da çok iyi hatırlıyorum. Ahmet Abim; “yerel yaz abi yerel yaz, Seydişehir’den, bölgeden yaz” diyerek tavsiyelerde bulunmuştu.
Bölgeden yazmak nasıl bir şeydi acaba? Gördüğün her şeyi yazman gerekiyordu.
Yazdığın her şeyi de görmüş olman... Biz de yazdık. Gördüklerimizi yazdık, duyup da emin olduklarımızı yazdık. “Seydişehir sahipsiz mi?” diye sorduk ve cevap aradık. Onca resmi kurumun hantallığı yüzünden yaşanan olumsuzlukları, sistemin işleyişindeki aksaklıkları yazdık. Kısa sürede öğrendik ki; meğer Seydişehir’in bir sahibi varmış. Seydişehir’in bir sahibinin olduğunu da, çok sert bir şekilde uyarılarak kısa sürede öğreniverdik.
Harun Bey’den bahsediyorum. Basın aracılığı ile de defalarca söylediğimiz üzere; Seydşehir’in sorunlarını dile getirdiğimiz için, bu sorunların acilen çözümü gerektiğini dillendirdiğimiz için o gün bu gündür zatıalileri ile yıldızımız hiç barışmadı. Ne de olsa biz bir “maraba”, kendileri ise Seydişehir’in yegâne sahibiydiler.
Tabii ki biz yapılan bu sert uyarıları hak ediyorduk(!) Suçumuz ise; Memleket Gazetemizin temsilcisi olmak ve Türkiye’nin tek ve en büyük alüminyum fabrikası olan Eti A.Ş.’nin özelleştirme çalışmalarının olduğu dönemlerde gazetecilik yapmak... İşte suçumuz buydu.
Seydişehir ve yöresinin sorunlarını yazan bir köşe yazarı ve yöresel habercilik yapan bir gazeteci için en zor dönem; hiç unutamadığım ve çok sancılı geçen dönem; Alüminyum Fabrikasının özelleştirme o dönemiydi.
O dönemde bütün Türkiye Seydişehir’i takip ediyordu. Her Allah’ın günü mutlaka ulusal kanallarda Seydişehir ile ilgili bir haber çıkıyordu.
O dönemde yaşadığım ve hiç unutamadığım bir olayı sizinle paylaşmak istiyorum. Tabi o dönem acemi gazetecilik dönemimizdi.
Özelleştirme çalışmaları olanca hızıyla devam ediyor, yürüyüşler, gösteriler, imza kampanyaları, faxlar, protestolar, basın açıklamaları ve benzeri eylemler son süratti. Türkiye’de ne kadar muhalif varsa Seydişehir’e gelmişlerdi. Çevre il ve ilçe güvenlik kuvvetleri, Çevik Kuvvetleri ha keza... Tam bu hengâme içinde; “AK Parti İlçe Merkezi’ne bomba konulduğuna” dair bir ihbar telefonu aldım. Olay yerine en yakın gazeteci de bendim. Fotoğraf makinesini kapmamla olay mahalline ulaşmam bir oldu. Amacım; binanın ikinci katında bulunan AK Parti İlçe Teşkilatının kapısının önüne konan bombanın fotoğrafını çekmekti. Dedim ya “acemi bir gazeteciyim...” Ben oraya varmazdan önce, güvenlik güçleri olay yerine intikal ederek gerekli önlemleri almışlar. Resmi ve sivil giyinimli memur arkadaşlar binanın önünde bekliyorlar. Gazeteciyiz ya; içeri girmek için ani bir teşebbüste bulunmamla birlikte; “ooop bi dakika nereye böyle?” ikazıyla karşılaşmam bir oldu. “Ben gazeteciyim, fotoğraf çekeceğim” dememe rağmen; “hayır çekemezsiniz, derhal uzaklaşın buradan. Durum çok tehlikeli, bu işin şakası olmaz. Konya’dan bomba uzmanı bekleniyor” diyerek ikazına devam etti.
Tabii biz olayın vahametinin farkında değiliz. O an için o memura kızmadım desem yalan olur. Derhal olay mahallinden uzaklaşıp güvenlik şeridinin arkasına geçtim. Görevimi yapamamanın verdiği can sıkıntısı ile sırtımı olay mahalline dönüp bir kaç adım atar atmaz şiddetli bir ses ile irkildim. Benim bir dakika önce fotoğrafını çekmek istediğim bomba patlamıştı. Fotoğraf çekimine müsaade edilseydi, bombanın canlı canlı fotoğrafını çekebilecektim ama belki de o fotoğraf benim son fotoğrafım olacaktı Allah bilir.
İkinci katın kapı önüne patlayan bombanın etkisiyle, etraftaki diğer binaların camları bile kırılmıştı. Hemen geri döndüm ve ilk aldığım haberlerde şükür ki can kaybının olmadığını öğrendim.
Polis memuru arkadaş yanıma geldi ve “anladın mı şimdi olayın vehametini?” dedi. Biraz önce kızgınlıkla mukabele ettiğim görevli memura teşekkür ettim ve her gördüğümde de teşekkürümü esirgemiyorum ondan.
O zamanki genel yayın yönetmeniz Hakkı Biçer Abimin konuya gösterdiği yakın ilgi ve sürekli olarak birinci sayfadan verdiği özelleştirme ile ilgili haberlerin Gazetemizde yayınlanması neticesinde bizler de farklı tepkilerle karşılaşıyorduk. İşçilerin hoşuna gitmeyen haberlerin ilk muhatabı da tabii ki Gazetenin Seydişehir temsilcisi olan ben Fahri Kubilay oluyordu.
O gün bu gündür, İsmail Sünbül arkadaşımız ile birlikte kurduğumuz ve Memleket Gazetesi ile birlikte paralel yayın yapan Seydişehir Haber Sitesimiz yayın hayatına devam etmektedir. Diğer arkadaşlarımızla olan beraberliğimiz de aynı şekilde devam ediyor.
Beraberliğimizde yedi yılı geride bırakıp sekizinci yıla girmişiz. Bu beraberliğimizin uzun soluklu olmasının asıl nedeni “İLKELİ” ve “SEVİYELİ” bir yayın hayatını benimsemiş olmamızdır. Üslubumuzu hiç bozmadan, takipçilerimiz ile aramızdaki samimiyeti koruyarak gazetecilik hayatımıza devam etmek azim ve kararlığındayız.
“Sekizinci yılda; yeni hizmetlerle yeni ufuklara doğru...”
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te Bozkır Haber'e abone olun.