MHP KONYA MİLLETVEKİLİ MUSTAFA KALAYCI’NIN
31 EKİM GÜNÜ YAPILAN BÜTÇENİN GENELİYLE İLGİLİ GÖRÜŞMELERDE
GÜNDEME GETİRDİĞİ BAZI KONULAR
Türkiye Ekonomisi çok önemli risklerle karşı karşıyadır.
Dünya ekonomisi çalkantılı bir dönemden geçmektedir. Son dönemde ABD ve bazı AB ülkelerinde, borç krizi ve ekonomik yavaşlama ile ilgili kaydedilen olumsuz gelişmeler küresel dengesizliklerin ve risklerin halen yüksek düzeyde seyrettiğini göstermektedir.
Dünya ekonomisindeki gelişmeler, yapısal sorunlarını çözemeyen Türkiye Ekonomisi üzerinde çok önemli riskleri de barındırmaktadır. Avrupa finans piyasasındaki çalkantıların Türkiye ekonomisini başta sermaye hareketleri olmak üzere, reel sektörün daralması yoluyla olumsuz yönde etkilemesi kaçınılmazdır.
Geleneksel ihraç pazarımız olan AB’de krizin varlığı, ihracat potansiyelimizi tehlikeye düşürecek bir risk taşımaktadır. ABD, Çin ve Japonya ekonomilerinde daralma beklentilerinin artması, bunlara ilave olarak Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerindeki politik belirsizliklerin sürmesi de ihracatımızı olumsuz etkileyebilecek olan unsurlardır.
Hazinenin borçlanma maliyetleri, döviz kurlarında yükselme nedeniyle risk primlerinde artışa bağlı olarak olumsuz etkilenecektir. Diğer yandan, yurt dışı borçlanmalar zorlaştığı için bankalar daha az borçlanma yoluna gidecekler ve elde edilen sınırlı kaynağı daha yüksek faizle borç vermek isteyeceklerinden kredi faizleri de giderek yükselecektir.
Bu gelişmeler ışığında; yapısal bir problem olarak önemli bir kırılganlık unsuru olan cari açığa karşı önlemleri ve üretim ekonomisi açısından yapısal çözüm tedbirlerini uygulamaya koyması, iç talebi artırma ve tasarruf açığını kapatma yönünde önlemler alması gereken Hükümet yetkilileri bu konularla neredeyse hiç ilgilenmemektedir. İlgilenenlerin ise kafalarının karışık olduğu her açıklamalarından anlaşılmaktadır.
Hükümetin benimsediği ithalata bağlı, bir başka ifade ile tarihi rekorlar kıran cari açığa bağlı büyüme stratejisinin iflas ettiği ve ekonomi üzerindeki olumsuz etkilerinin lafla önlenemez hale geldiği ortaya çıkmıştır.
Türkiye’yi önce büyüme rekortmeni ilan edip sonra da büyümeyi düşürme çabalarına girilmesi, esasen büyüme stratejisinin her zaman söylediğimiz gibi sağlıksız olduğunun ve bütün kesimleri ile ekonominin üretim yapısını bozduğunun ilanıdır.
Çalkantının ve ümitsizliğin artmasının nedeni ise üretim yapısının bozulmuş oluşundan ötürü üretim esaslı ihracata dayalı büyüme stratejisine geçecek takatin olmamasıdır.
Hükümetin ekonominin dengelerini takip etmek yerine, ekonomik göstergelerle kendini ve kamuoyunu avutması, sonucu değiştirmemiştir. Cari açığa bağlı büyüme, ucuz ithalata bağlı düşük enflasyon, buna bağlı bütçe gelirlerinin, ithalat yapmanın güçleşmesi halinde tersine döneceği biliniyordu.
Döviz fiyatları yükselişe geçince Hükümetin önemini küçümsediği özel sektör borçları, birden bire ekonominin ciddi bir riski haline gelmiştir.
Yükselen kuru kontrol altına alma konusunda Merkez Bankasının çabaları göstermiştir ki, döviz rezervleri bu gidişin önünü kesmek için yeterli değildir. Ekonominin temel dengelerinin sarsılmış olmasının döviz getirici üretim ve ihracat yapısının devreye girmesini geciktireceği anlaşılmaktadır.
Üretim yapısı bozulurken seyretmiş olan iktidarın şimdi ithalatı kısmaktan başka yolu kalmamış görünüyor. Bu yüzden Avrupa’da ki borç krizi ABD’de ki büyüme sıkıntısı gibi gerekçelerden önce gerçekçi bir değerlendirmenin Türkiye ekonomisinin hayrına olduğunu kabul etmek gerekir.
Hani her şey yolundaydı?
Sayın Başbakan, 15 Ekim 2011 günü Kızılcahamam’da yaptığı parti toplantısında, işi sıkı tutmazlarsa Yunanistan’ın durumuna düşebileceklerini ifade etmiştir.
Milletimize haraç gibi vergi zamlarını uygun görürken, ihmal ve hamasetle geçirdiği günleri nedense hatırına bile getirmemiştir.
Dikkatinizi çekerim, Sayın Başbakan yaptıkları zamlara bahane ararken, ekonominin topyekun imha sınırında olduğunu ima etmektedir.
Şayet Türkiye’nin Yunanistan’a benzer bir ekonomik iflasa düşmesi gündemde ise, sorarım sizlere AKP hükümeti bu zamana kadar ne yapmıştır ve ne ile uğraşmıştır?
Hani her şey yolundaydı? Hani kriz teğet bile geçmeyecekti?
AKP Hükümeti cari açığın faturasını vatandaşa çıkarmaktadır.
Türkiye ekonomisinin üretim yapısı bozulup yapısal kötüleşme derinleşirken seyirci kalan hükümet, son gelişmeler karşısında yaptığı açıklamalarla vatandaşın ezilişine seyirci kalacağını hatta teşvik edeceğini göstermiştir.
Elektrikten doğalgaza, benzinden mazota, telefondan sigaraya, alkol ürünlerinden otomobil vergilerine kadar zamlar milletimize yağmur gibi yağmıştır. AKP Hükümeti, yapılan zamları bile gülerek geçiştiren ve bir şey olmamış gibi takdim eden bir acımasızlığı göstermiştir.
Maliye Bakanı yüksek vergi zamlarını cari açığa yönelik bir tedbir olarak açıklamıştır. Yani AKP Hükümetinin beceriksizliğinin, başarısızlığının faturası vatandaşa çıkarılmaktadır.
Maliye Bakanının da bu zulüm vergilerini ‘güncelleme’ olarak takdim edebilmesinin devlet adamı ciddiyeti ile bağdaşmaması, sorumluluk ve nezaketten uzak olması bir yana zamların devam edeceğini göstermektedir.
Zulüm vergilerini ‘güncelleme’ olarak takdim edebilen Maliye Bakanı, yılbaşından itibaren Motorlu Taşıt Vergileri, Veraset ve İntikal Vergileri, Damga Vergisi, trafik cezaları, pasaport harçları başta olmak üzere tüm harçlar, özel usulsüzlük cezaları, idari ve adli para cezaları yüzde 10.2 güncelleneceğini açıkladı.
Minareyi çalan kılıfına uydururmuş, Kılıfına uydurmak buna denir. Hem zam yapacaksın, bunun adı zam olmayacak güncelleme olacak.
Sayın Bakan, emeklilerimiz, dul ve yetimlerimiz, memurlarımız, asgari ücretlilerimiz için neden güncelleme yapılmamaktadır? Ekonomik büyümeden bile pay vermediğiniz bu kesimlerin aylıklarına da güncelleme yapacak mısınız? Çalışanlara ve emeklilere gelince TÜFE, vergi zamlarına gelince ÜFE bu adalet mi.
Bu arada, AKP Hükümeti 13 Ekim 2011 tarihinde yüzde 69’a yükselttiği tütün ve tütün ürünleri ÖTV oranını, 8 gün sonra (21 Ekim 2011 tarihinde) 2012 yılı sonuna kadar yüzde 65 uygulanması şeklinde değiştirmiştir.
Bu durum; AKP Hükümetinin teknik kapasite yetersizliğinin, öngörüsüzlüğünün ve iş bilmezliğinin somut bir örneğini teşkil etmektedir.
Enflasyon beklentisinin yükselmesi, faiz oranlarının artması gibi piyasaları doğrudan etkileyebilecek bu türlü hesapsız kararları almak kimsenin haddine değildir?
Deprem vergilerini kim kalıcı hale getirdi
Maliye Bakanı, bu vergilerin kendilerinden önceki hükümet döneminde ‘geçici’ olarak çıkarıldığını; ancak daha sonra yine kendilerinden önceki hükümet tarafından ‘kalıcı’ hale getirildiğini anlatmış, dolayısıyla kendi hükümetleri döneminde ‘deprem’ adı altında bir vergi uygulamaya koymadıklarını, mevcut şekliyle vergi alımına devam ettiklerini, toplanan vergilerin sağlık, eğitim, duble yollar gibi 74 milyonun ihtiyacını karşılamak için kullanıldığını söylemiştir.
Velhasıl deprem vergilerinin nereye gittiği meçhul. Yani depremden başka her yere gitmiş.
AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, “Deprem vergisi diye bir vergi yok. Özel İletişim Vergisi var. Bunlar devletin kasasına akıyor.” Diyor,
Sanayi Bakan Nihat Ergün de, 'Deprem vergisi' diye bir vergi yok. Zaten ortada olan vergi Özel İletişim Vergisi. 1999 yılında depremden sonra konulmuş bir vergidir.”
AKP yetkilileri ve Bakanları panik içinde, Özürleri kabahatlerinden büyük,
Tabii ki sorulacak. 9 yıldır iktidardasınız. Başta İstanbul olmak üzere ülkemizin birçok yerindeki deprem riski ile ilgili hangi çalışmaları yaptınız, hangi projeleri uygulamaya koydunuz, ne harcama yaptınız, kaçak yapılaşma, malzemeden çalma gibi konularda hangi denetimleri yaptınız ve sonucunda ne oldu?
Halbuki, AK Parti İstanbul Milletvekili İdris Güllüce geçen yıl TBMM Deprem Araştırma Komisyonu Başkanı olarak yaptığı açıklamalarda Japonların İstanbul'la ilgili deprem araştırma raporunu okuduğunda kimyasının bozulduğunu, uykularının kaçtığını söylemişti.
Deprem riski ile tedbirler alınması konusunda hiç mi icraatınız yok? Varsa onları anlatın.
Bir icraatları var, Ulusal Deprem Konseyini kapatmışlar, bunu ve deprem vergilerinin akibetini dile getiren Hocayı da TRT ekranında susturmuşlar.
Sonuçta, Van depreminde, önce dış yardımları kabul etmeyeceğini açıklayan AKP Hükümeti, daha sonra İsrail dahil tüm dünyaya el avuç açmıştır.
Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın, “Potansiyelimizi görmek için dış yardımları beklettik…” açıklaması da bir skandaldır. Böyle bir şey olabilir mi? Ne hakla beklettiniz?
Deprem vergileri mevzusuna gelince, Marmara depremi sonrasında deprem yaralarını sarmak ve depreme dönük çalışmalar için 26.11.1999 tarihli 4481 sayılıKanun ile Ek Gelir, Ek Kurumlar, Ek Emlak ve Ek Motorlu Taşıtlar vergisi ile 2000 yılı sonuna kadar uygulanmak üzere Özel İletişim ve Özel İşlem Vergisi getirilmiştir.
23.11.2000 tarih 4605 sayılı Kanunla Özel İletişim ve Özel İşlem Vergisinin uygulama süresi 2002 yılı sonuna kadar uzatılmıştır.
7.1.2003 tarih 4783 sayılı Kanunla Özel İletişim ve Özel İşlem Vergisinin uygulama süresi 2003 yılı sonuna kadar uzatılmıştır.
25.12.2003 tarih 5035 sayılı Kanunla da bu vergiler kalıcı hale getirilmiştir.
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te Bozkır Haber'e abone olun.