10.12.2011 Cumartesi günü Vakıf merkezinde Ahmet Sait Yurtsever Hocanın konuşmacı olarak katıldığı Tanışma toplantısı yapılmış katılımcılara Aşure ikram edilmiştir.
Ahmet sait Yurtsever bey bursiyer öğrencilerimizle Vakıf İnsanı nası olunur konusunu hakkında sunum yapmıştır.
Vakıf İnsan Kimdir ve Nasıl Olunur?
Vakıf insanlar, kendilerini, enerjilerini, mallarını, hüner ve maharetlerini insanlığa adayan gönül adamlarıdır. Onlar, insanlık ve varlık sevdalısı Yaratılan her şeyi Yaratan'dan ötürü sevmeyi marifet bilen gönül doktorlarıdır. Onlara bu engin ufku bizzat Habib-i Kibriyâ Efendimiz (s.a.s.) çizmiştir. O, şöyle buyurur: "Merhamet, sizin anladığınız şekilde yalnızca birbirinize olan merhamet değildir. Asıl merhamet bütün yaratıkları kuşatan merhamettir, evet bütün mahlûkatı kuşatan bir merhamet.."
Sahip oldukları maddî ve manevî her şeyin asıl sahibi olarak Yüce Yaratıcı'yı görerek onları O'nun uğruna, O'nun yaratıklarının hizmetine sunan fedakârlık âbideleri. Umudun bittiği yerde umut, çarelerin tükendiği yerde çare, ışıkların söndüğü yerde ışık olanlar. Onlar, ateşin etrafında dönen pervaneler gibi, çoğu zaman ışıktan yararlanmak ve yararlandırmak için kendilerini feda ederler.
Onlar, değişik isimlerle görünürler. Kimi zaman peygamberdir onlar, kimi zaman havarî, kimi zaman sahabe, kimi zaman velî, kimi zaman ermiş, kimi zaman alperen, kimi zaman da daha başka isim ve sıfatlarla görünürler. Farklı isimler, farklı alanlar, farklı giysiler, farklı rütbeler, farklı coğrafyalarda görünmüş olmaları çok da önemli değildir onlar için. Onlar için önemli olan, insana ve var olan her şeye hizmetkâr olmaları ve bunu gösteriş, birilerine yaranmak için değil sırf Yüce Yaratcı'nın hoşnutluğunu kazanmak için yapmalarıdır.
Peki onlar tüm bu ruh ve duyguyu, bu doluluk ve canlılığı nereden alıyorlar? Onlardan ve onlar gibi olmak için neler yapılmalıdır?
Onlar, her şeyden önce O'nu tanıyorlar, O'nun yaratıklarını tanıyorlar, onların değerini anlıyorlar, niçin yaratıldıklarını biliyorlar, dünyaya geliş gayelerinin farkına varıyorlar ve O'na yaklaşmak için O'nun yaratıklarına hizmeti yegane gaye ediniyorlar. Bu yüce ruhu O'ndan alıyorlar kısaca. Çünkü O'dur, tüm özellik ve güzellikleriyle kâinatı yaratan, bezeyen ve donatan. O, insanı Kendisi için/Kendini tanıması için, kâinatı ise insan için yaratmıştır.
Nitekim Yüce Yaratıcı, Kitabı'nın daha başında o güzel insanları tanıtarak, onlardan olmaya yönlendirir kullarını. Kur'ân'ın ikinci suresinin başında tasvir edilen bu güzel insanların temel özelliklerinden biri şöyle ifade edilmiştir: "Onlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler." (Bakara, 2/3) Bu kısa cümlede şunlar dikkatimizi çekmektedir: 'Rızık olarak verdiklerimizden' buyurularak, insanın sahip olduklarının asıl sahibinin Yüce Allah olduğuna işaret edilmiştir. O'nun verdiğini, O'nun istekleri doğrultusunda harcamak. Öte yandan 'verdiğimiz mallardan' denmemiş de rızık kelimesi özellikle kullanılmıştır. Bu şekilde, Allah'ın insana verdiği ve insana faydası olan her nimet kastedilmiştir. Cümlenin başındaki 'min' edatı, 'bir kısmından' anlamınadır, dolayısıyla insandan sahip olduğunun tamamını değil, bir kısmını vermesi istenmektedir. Cümlenin sonundaki 'infak ederler' fiili sürekliliği bildirir. Buna göre müttekîler, kesintisiz infak edenlerdir. Rızık ve infak kelimeleri, yalnızca malî harcamalarla sınırlı olmayıp, sahip olunan her şeyi içine almaktadır. Zaten cümlenin başındaki 'mâ' edatı da buna işaret eder. Buna göre Müslüman, sahip olduğu konumu, kabiliyeti, ilmi, evladı ve diğer malî imkanları Allah yolunda kullanmaya infak etmeye gayret eden kimsedir.
O güzel insanlardan biri olan Cüneyd-i Bağdâdî, kendi zamanı ve meşrebi açısından sufi diye andığı
vakıf insan tipini şöyle tarif eder:
Sûfî/Arif toprak gibidir. Üzerinde iyi kötü herkesi ve her şeyi taşır. Bulut gibidir, herkesi gölgelendirir. Yağmur gibidir, herkese rahmet olur yağar. Üzerine atılan her türlü pisliği içinde eriten, temizleyen ve içinden güzel şeyler bitirerek o pislikleri güzelliklere dönüştüren verimli bir topraktır o. (Kuşeyri 1993, 315)
"Evet vakıf insan öyle bir hizmet ehlidir ki, onun hali, uzun yollar boyunca binbir canlıya, insana, hayvana, ağaca, güle, sünbüle, bülbüle hayat vererek akıp giden ırmağa benzer. Bu ırmağın varacağı menzil de, Yüce Yaratıcı'nın ebedî vuslat deryasıdır." (Topbaş, 138-139)
Bu konuda Hz. Mevlâna da şunları söyler:
Şefkat ü merhamette güneş gibi ol!
Başkalarının kusurlarını örtmede gece gibi ol!
Sehavet ü cömertlikte akarsu gibi ol!
Hiddet ü asabiyette ölü gibi ol!
Tevazu ve mahviyette toprak gibi ol!
Olduğun gibi görün, göründüğün gibi ol!
Her şeyin bir karşılık/bir çıkar beklentisiyle yapıldığı günümüzde, hiçbir karşılık beklemeden iş yapan güzel insanlara ne kadar muhtacız! Onlara ve onlar gibi olmaya çalışanlara ne mutlu!
Kaynak:Bozkırlılar Vakfı
Vakıf İnsan Kimdir ve Nasıl Olunur?
Vakıf insanlar, kendilerini, enerjilerini, mallarını, hüner ve maharetlerini insanlığa adayan gönül adamlarıdır. Onlar, insanlık ve varlık sevdalısı Yaratılan her şeyi Yaratan'dan ötürü sevmeyi marifet bilen gönül doktorlarıdır. Onlara bu engin ufku bizzat Habib-i Kibriyâ Efendimiz (s.a.s.) çizmiştir. O, şöyle buyurur: "Merhamet, sizin anladığınız şekilde yalnızca birbirinize olan merhamet değildir. Asıl merhamet bütün yaratıkları kuşatan merhamettir, evet bütün mahlûkatı kuşatan bir merhamet.."
Sahip oldukları maddî ve manevî her şeyin asıl sahibi olarak Yüce Yaratıcı'yı görerek onları O'nun uğruna, O'nun yaratıklarının hizmetine sunan fedakârlık âbideleri. Umudun bittiği yerde umut, çarelerin tükendiği yerde çare, ışıkların söndüğü yerde ışık olanlar. Onlar, ateşin etrafında dönen pervaneler gibi, çoğu zaman ışıktan yararlanmak ve yararlandırmak için kendilerini feda ederler.
Onlar, değişik isimlerle görünürler. Kimi zaman peygamberdir onlar, kimi zaman havarî, kimi zaman sahabe, kimi zaman velî, kimi zaman ermiş, kimi zaman alperen, kimi zaman da daha başka isim ve sıfatlarla görünürler. Farklı isimler, farklı alanlar, farklı giysiler, farklı rütbeler, farklı coğrafyalarda görünmüş olmaları çok da önemli değildir onlar için. Onlar için önemli olan, insana ve var olan her şeye hizmetkâr olmaları ve bunu gösteriş, birilerine yaranmak için değil sırf Yüce Yaratcı'nın hoşnutluğunu kazanmak için yapmalarıdır.
Peki onlar tüm bu ruh ve duyguyu, bu doluluk ve canlılığı nereden alıyorlar? Onlardan ve onlar gibi olmak için neler yapılmalıdır?
Onlar, her şeyden önce O'nu tanıyorlar, O'nun yaratıklarını tanıyorlar, onların değerini anlıyorlar, niçin yaratıldıklarını biliyorlar, dünyaya geliş gayelerinin farkına varıyorlar ve O'na yaklaşmak için O'nun yaratıklarına hizmeti yegane gaye ediniyorlar. Bu yüce ruhu O'ndan alıyorlar kısaca. Çünkü O'dur, tüm özellik ve güzellikleriyle kâinatı yaratan, bezeyen ve donatan. O, insanı Kendisi için/Kendini tanıması için, kâinatı ise insan için yaratmıştır.
Nitekim Yüce Yaratıcı, Kitabı'nın daha başında o güzel insanları tanıtarak, onlardan olmaya yönlendirir kullarını. Kur'ân'ın ikinci suresinin başında tasvir edilen bu güzel insanların temel özelliklerinden biri şöyle ifade edilmiştir: "Onlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler." (Bakara, 2/3) Bu kısa cümlede şunlar dikkatimizi çekmektedir: 'Rızık olarak verdiklerimizden' buyurularak, insanın sahip olduklarının asıl sahibinin Yüce Allah olduğuna işaret edilmiştir. O'nun verdiğini, O'nun istekleri doğrultusunda harcamak. Öte yandan 'verdiğimiz mallardan' denmemiş de rızık kelimesi özellikle kullanılmıştır. Bu şekilde, Allah'ın insana verdiği ve insana faydası olan her nimet kastedilmiştir. Cümlenin başındaki 'min' edatı, 'bir kısmından' anlamınadır, dolayısıyla insandan sahip olduğunun tamamını değil, bir kısmını vermesi istenmektedir. Cümlenin sonundaki 'infak ederler' fiili sürekliliği bildirir. Buna göre müttekîler, kesintisiz infak edenlerdir. Rızık ve infak kelimeleri, yalnızca malî harcamalarla sınırlı olmayıp, sahip olunan her şeyi içine almaktadır. Zaten cümlenin başındaki 'mâ' edatı da buna işaret eder. Buna göre Müslüman, sahip olduğu konumu, kabiliyeti, ilmi, evladı ve diğer malî imkanları Allah yolunda kullanmaya infak etmeye gayret eden kimsedir.
O güzel insanlardan biri olan Cüneyd-i Bağdâdî, kendi zamanı ve meşrebi açısından sufi diye andığı
vakıf insan tipini şöyle tarif eder:
Sûfî/Arif toprak gibidir. Üzerinde iyi kötü herkesi ve her şeyi taşır. Bulut gibidir, herkesi gölgelendirir. Yağmur gibidir, herkese rahmet olur yağar. Üzerine atılan her türlü pisliği içinde eriten, temizleyen ve içinden güzel şeyler bitirerek o pislikleri güzelliklere dönüştüren verimli bir topraktır o. (Kuşeyri 1993, 315)
"Evet vakıf insan öyle bir hizmet ehlidir ki, onun hali, uzun yollar boyunca binbir canlıya, insana, hayvana, ağaca, güle, sünbüle, bülbüle hayat vererek akıp giden ırmağa benzer. Bu ırmağın varacağı menzil de, Yüce Yaratıcı'nın ebedî vuslat deryasıdır." (Topbaş, 138-139)
Bu konuda Hz. Mevlâna da şunları söyler:
Şefkat ü merhamette güneş gibi ol!
Başkalarının kusurlarını örtmede gece gibi ol!
Sehavet ü cömertlikte akarsu gibi ol!
Hiddet ü asabiyette ölü gibi ol!
Tevazu ve mahviyette toprak gibi ol!
Olduğun gibi görün, göründüğün gibi ol!
Her şeyin bir karşılık/bir çıkar beklentisiyle yapıldığı günümüzde, hiçbir karşılık beklemeden iş yapan güzel insanlara ne kadar muhtacız! Onlara ve onlar gibi olmaya çalışanlara ne mutlu!
Kaynak:Bozkırlılar Vakfı
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te Bozkır Haber'e abone olun.