Otuz yıl kadar önceydi. Kasabamızda yaylacılık yaygın olduğu için bizde dedemle beraber yaylaya göçüyorduk. Bir inek, yirmi kadar keçi vardı. Keşik denilen olayla herkes on davar varsa bir gün, Büyükbaş içinse âdeti kadar güdülürdü. En çok 47 kadar büyükbaş hayvan olduğunu hatırlıyorum. Bazı kurnaz aileler sıra kendilerine yaklaşınca birkaç gün inek, ya da öküzünü göndermez daha sonra tekrar göndermeye başlardı. Ancak daha sonra tüm oba halkı tarafından cezalandırılarak keşik olayına o aileyi sokmazlar, kendi başının çaresine bakmak zorunda kalır, ya da önce keşiğini güt, sonra hayvanını aramıza karıştır diyorlardı.
Sığır keşiği sabah namazı ile başlar, akşam namazına kadar sürerdi. Yaz günleri de düşünülürse en uzun hayvan otlatma günü olurdu. Kadınlar sabahları hayvanlarını çobanın önüne bıraktıktan sonra, akşamları da hayvanlarını karşılamaya geldikleri için hayvanlar gelinceye kadar sonra epey bir sohbet ederlerdi. Yine bir hayvan otlatmasının dönüşündeydik. Güneşin son ışıkları dağlardan ayrılmak üzereydi. Dedem bak oğlum sana bir kıssa anlatayım da aklının bir köşesinde kalsın demişti. Anlattığına göre; Eskiden iki kadın varmış. Bizim önümüze hayvan gütmek için sığırlarını bıraktıkları gibi onlar da erkenden çobanın önüne hayvanları teslim etmişler, başlamışlar sohbete. Akşam olmuş aynen şimdi olduğu gibi çoban dağdan dönmüş. Kadınlar çobana çıkışmışlar şurada iki laf ettirmediniz, hemen geldiniz diye. Bu kıssayı dedeme kim anlattı nerden öğrendi sormak aklıma gelmemiş. Aradan bunca süre geçti. Aklımın bir kenarında duruyordu. Geçen gün hanımı işe yetiştirmek için arabayla gidiyoruz. Vakit dar, bir ilköğretimin önünden geçiyoruz. Okulun bahçesinin önünde yolun ortasında bir araba duruyor. Tüm kapıları açık, kenarda dört kadın konuşuyorlar. Ben de eyvah, çocuğun biri hastalandı da hastaneye götürecekler diye bir süre bekledim. Ben beklerken kadınlar hem bize bakıyor hem de kendi aralarında konuşmaya devam ediyorlar. Bekleme süresi uzayınca kornaya bastım. Önce bana bakmalarına rağmen korna rahatsız etse de konuşmaya devam ettiler. Bir kaç kez daha kornaya basınca, konuşan kadınlardan biri sohbetten ayrıldı, ben de kocası gelinceye kadar kadın koltuğa geçti gidecekler diye beklerken o arka koltuğa oturdu. Arabanın kapıları hala açık duruyor. Ben bekliyorum, arabadaki kadın da bekliyor. Dedim ki kocası okuldan gelemedi galiba diye düşündüm. Sabırsızca biraz daha bekledik. Başka geçiş yeri yok. Kornaya bir daha dokundum. Ses yok. Kornaya uzunca basınca, konuşan kadınlardan biri daha ayrılıp arabanın şoför koltuğuna oturdu. Arabayı çalıştırdı tam hareket edecek diye bekliyorum, o da ne? Camı açıp diğer kadınlara bir şeyler anlatmaya başlayınca iyice çıldırdım. Bu kez kesintisiz kornaya bastım hiç elimi kaldırmayınca sesini kadına duyuramadı ki arabayı sürüp üç metre sonra arabayı sola çekti. Arabadan inip bir şeyler söyleyecektim. Hanım sırtımdan asılıp, hadi zaten geç kaldık deyince, camı açıp bu hareketi az önce yapmış olsanız işe geç kalmayacaktık çok sayın bayan dedim. Kadının, bana öyle kızgın öyle, kaşları çatık bir baktı ki sanki bütün suçlu bendim. Ancak hiçbir şey söylemeyince yoluma devam ettim. Biraz ileride dikiz aynasından baktım. Kadın arabadan inmedi, diğer kadınlarda yanına gelerek ayaküstü sohbete devam eder kaldılar. Hanım arabada geç kaldım diye kızıyor, bense kime kızacağımı bilemeden gidiyorum.
Derler ki çocuk her yerde çocuk, yani ortama bakmadan çocukluğuna devam ederler. Ne halden anlar ne durumdan. Onlar kendi dünyalarında yaşarlar. Anladım ki kadınlar da ne kadar şehirli olsa da, ehliyet alsa da, kadın kadındır, her yerde kadındır demekten kendimi alamadım.
Sığır keşiği sabah namazı ile başlar, akşam namazına kadar sürerdi. Yaz günleri de düşünülürse en uzun hayvan otlatma günü olurdu. Kadınlar sabahları hayvanlarını çobanın önüne bıraktıktan sonra, akşamları da hayvanlarını karşılamaya geldikleri için hayvanlar gelinceye kadar sonra epey bir sohbet ederlerdi. Yine bir hayvan otlatmasının dönüşündeydik. Güneşin son ışıkları dağlardan ayrılmak üzereydi. Dedem bak oğlum sana bir kıssa anlatayım da aklının bir köşesinde kalsın demişti. Anlattığına göre; Eskiden iki kadın varmış. Bizim önümüze hayvan gütmek için sığırlarını bıraktıkları gibi onlar da erkenden çobanın önüne hayvanları teslim etmişler, başlamışlar sohbete. Akşam olmuş aynen şimdi olduğu gibi çoban dağdan dönmüş. Kadınlar çobana çıkışmışlar şurada iki laf ettirmediniz, hemen geldiniz diye. Bu kıssayı dedeme kim anlattı nerden öğrendi sormak aklıma gelmemiş. Aradan bunca süre geçti. Aklımın bir kenarında duruyordu. Geçen gün hanımı işe yetiştirmek için arabayla gidiyoruz. Vakit dar, bir ilköğretimin önünden geçiyoruz. Okulun bahçesinin önünde yolun ortasında bir araba duruyor. Tüm kapıları açık, kenarda dört kadın konuşuyorlar. Ben de eyvah, çocuğun biri hastalandı da hastaneye götürecekler diye bir süre bekledim. Ben beklerken kadınlar hem bize bakıyor hem de kendi aralarında konuşmaya devam ediyorlar. Bekleme süresi uzayınca kornaya bastım. Önce bana bakmalarına rağmen korna rahatsız etse de konuşmaya devam ettiler. Bir kaç kez daha kornaya basınca, konuşan kadınlardan biri sohbetten ayrıldı, ben de kocası gelinceye kadar kadın koltuğa geçti gidecekler diye beklerken o arka koltuğa oturdu. Arabanın kapıları hala açık duruyor. Ben bekliyorum, arabadaki kadın da bekliyor. Dedim ki kocası okuldan gelemedi galiba diye düşündüm. Sabırsızca biraz daha bekledik. Başka geçiş yeri yok. Kornaya bir daha dokundum. Ses yok. Kornaya uzunca basınca, konuşan kadınlardan biri daha ayrılıp arabanın şoför koltuğuna oturdu. Arabayı çalıştırdı tam hareket edecek diye bekliyorum, o da ne? Camı açıp diğer kadınlara bir şeyler anlatmaya başlayınca iyice çıldırdım. Bu kez kesintisiz kornaya bastım hiç elimi kaldırmayınca sesini kadına duyuramadı ki arabayı sürüp üç metre sonra arabayı sola çekti. Arabadan inip bir şeyler söyleyecektim. Hanım sırtımdan asılıp, hadi zaten geç kaldık deyince, camı açıp bu hareketi az önce yapmış olsanız işe geç kalmayacaktık çok sayın bayan dedim. Kadının, bana öyle kızgın öyle, kaşları çatık bir baktı ki sanki bütün suçlu bendim. Ancak hiçbir şey söylemeyince yoluma devam ettim. Biraz ileride dikiz aynasından baktım. Kadın arabadan inmedi, diğer kadınlarda yanına gelerek ayaküstü sohbete devam eder kaldılar. Hanım arabada geç kaldım diye kızıyor, bense kime kızacağımı bilemeden gidiyorum.
Derler ki çocuk her yerde çocuk, yani ortama bakmadan çocukluğuna devam ederler. Ne halden anlar ne durumdan. Onlar kendi dünyalarında yaşarlar. Anladım ki kadınlar da ne kadar şehirli olsa da, ehliyet alsa da, kadın kadındır, her yerde kadındır demekten kendimi alamadım.
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te Bozkır Haber'e abone olun.