Kış günleri insan istediği yerleri gezemeyince geçmişe dönük olarak hayalleri, çağrışımları, düşünceleriyle zamanı değerlendirmek istiyor. Belki de en çok kitap kışın okunuyordur. Dışarıda, soğuk ve kirli hava insanın içini karartıyor.
Şehrin kirli havasından, bunaltıcı dünyasından kurtulmak için dağlara gitmeyi tercih ederim. Ancak kimse benim görüşümde olmayınca, herkes şehre gelmek ister, sen dağa gitmek istiyorsun, tarzında eleştiriler alıyorum. Haftanın beş günü şehrin gürültü ve stresini çekince, kalan iki günü buralardan uzaklaşarak değerlendirmek istiyor insan. Sıkılan insanlar rahatlamak için bir yazarın ifadesine göre; “Asrın tapınakları” nı yani alışveriş merkezlerine uğramadan geçemiyor. Oralarda da sinema, hızlı yeme, atıştırma yerleri, plastik ve demirden oluşturulmuş, dijital oyuncaklar, çocukları bekliyor. Köşe başlarında mısırcılar, dönerciler ve tatlıcılar. Tamam, buralara da gidilsin ancak gün boyu o elektromanyetik kirliliğin yanında, pek çok kirliliğin bulunduğu yerler neden cazip gelir bilmiyorum.
Bilmem farkında mı insanlar, buraları gezdikten sonra aşırı bir yorgunluk içinde kaldığının. Hani çocuklara güzel hatıralar kalsın diye uğraşsak öyle bir şey de yok. Şimdiki çocukların anılarını canlandıracak bir sistem de yok, oluşmuyor da zaten. En çok hatıralarının oluşacağı yerler, on yıl sonra yıkılacak. Yani yeme, içmede, hızlı yeme alışkanlığı her şeye sirayet etti. Hızlı ye, hızlı tüket, at, yenisini getir. Bunun en belirgin örneğini de eğitim fakültesinin yıkılıp yeniden yapılmasında gördük. Oradan mezun olan binlerce kişinin hatırasının yerinde yeller esiyor. Ancak bir Konya Lisesi binası öyle değil. Demek ki yaparken bir estetik gözetilmeyen yerler kısa sonra yıkılmak zorunda kalınıyor. Onun için ne zaman buralardan geçsem bir hüzün kaplar içimi. İşte bunlara özen gösterilmeyen bu alışveriş merkezleri de anıların kaybolacağı bir mezarlık gibi geliyor. Saksıda yetişen çiçeklerin kökleri çok ince ve kısadır. En çok büyüse saksının boyu kadar olmak zorundadır. İşte günümüz çocuklarının dünyası da saksılarda yetişen bitkiler gibi kökü zayıf, anıları dar, saksıdan alıp başka yerlere koysan kuruyacak kadar narin, köksüz ve zayıf. Sadece yarış atı yetiştiriyoruz gibi geliyor bana. Çünkü okul, dershane, cep telefonu, bilgisayar çevresinin dışına çıkmayan, ayakları yere basmaktan uzak, sadece ben merkezli bir çocuk yetiştiriyoruz. Hayatı hep diğerini geçme üzerine kurulu bir hayat sunuyoruz. Özel okullar, özel oyuncaklar, özel arabalar, özel tatiller veriyoruz onlara. Kendimizden sakındıklarımızı onlara veriyoruz. Onlar da hayatın hep böyle olacağını düşünerek tatlı sularda yaşamayı öğreniyorlar. Ancak bir gün tuzlu sulara yollara düşerse o zaman kolayca yaşamı bırakıveriyorlar. İşte bunun için uyuşturucu vb maddelere çok çocuk kaptırıyoruz.
Sanal olmayan, gerçekle yüz yüze gelebilecek insanlar bizleri geçmişin başarılı atalarına yaklaştırabilir. Ortak noktalarda buluşamayan insanları nasıl bir arada tutacaksın. Ortak sohbet konuları bile azaldı gençlerin. Aynı kültürü paylaşmayan, aynı binaları, aynı anıları paylaşmayan kimseler neyi paylaşsın ki. Ha belki oyun sürümleri, yeni cep telefonu modeli ortak konuları olabilir.
Nasıl bir dünya da yaşadığımızı anlatmak için çevremden birkaç kişiyi arabayla “Akyokuş”a çıkardım. Bakın işte burası yaşadığımız yerdir. İlk göze çarpan her yer siyah bir is kütlesinin içinde olduğu. Diğer yerlerde görüş mesafesi sınırsızken şehirde yüz metre kadar. Bunlar görünen kirleridir. Birde diğerlerini sayın dedim. Gözünüze farklı bir gözlük taksanız şunları nasıl görürdünüz. Şehrin elektrik hatları, radyo dalgaları, televizyon ve telsiz sinyalleri, cep telefonu vericileri, motorların yaptığı titreşimler, saç kurutma makineleri, ütü, bulaşık makinesi, buzdolabı, bilgisayar, elektrikle çalışan her şey. Sanırım öyle bir gözlük olsa şehir ışınlarla dolu örümcek ağına benzeyen bir yer gibi görünüyordur. Bu ışınlardan herkes üzerine düşeni alıyordur.
Bunlar bilimsel mi değil mi derken eczacıda gördüğüm bir bileklik açıklamasında yazıyordu: En çok pozitif iyon; şelale kenarı ve dağlarda, nehir kenarlarında, en az iyonun da büyük şehirlerde olduğunu yazıyordu. Bilmem ne kadar doğru?
Şehrin kirli havasından, bunaltıcı dünyasından kurtulmak için dağlara gitmeyi tercih ederim. Ancak kimse benim görüşümde olmayınca, herkes şehre gelmek ister, sen dağa gitmek istiyorsun, tarzında eleştiriler alıyorum. Haftanın beş günü şehrin gürültü ve stresini çekince, kalan iki günü buralardan uzaklaşarak değerlendirmek istiyor insan. Sıkılan insanlar rahatlamak için bir yazarın ifadesine göre; “Asrın tapınakları” nı yani alışveriş merkezlerine uğramadan geçemiyor. Oralarda da sinema, hızlı yeme, atıştırma yerleri, plastik ve demirden oluşturulmuş, dijital oyuncaklar, çocukları bekliyor. Köşe başlarında mısırcılar, dönerciler ve tatlıcılar. Tamam, buralara da gidilsin ancak gün boyu o elektromanyetik kirliliğin yanında, pek çok kirliliğin bulunduğu yerler neden cazip gelir bilmiyorum.
Bilmem farkında mı insanlar, buraları gezdikten sonra aşırı bir yorgunluk içinde kaldığının. Hani çocuklara güzel hatıralar kalsın diye uğraşsak öyle bir şey de yok. Şimdiki çocukların anılarını canlandıracak bir sistem de yok, oluşmuyor da zaten. En çok hatıralarının oluşacağı yerler, on yıl sonra yıkılacak. Yani yeme, içmede, hızlı yeme alışkanlığı her şeye sirayet etti. Hızlı ye, hızlı tüket, at, yenisini getir. Bunun en belirgin örneğini de eğitim fakültesinin yıkılıp yeniden yapılmasında gördük. Oradan mezun olan binlerce kişinin hatırasının yerinde yeller esiyor. Ancak bir Konya Lisesi binası öyle değil. Demek ki yaparken bir estetik gözetilmeyen yerler kısa sonra yıkılmak zorunda kalınıyor. Onun için ne zaman buralardan geçsem bir hüzün kaplar içimi. İşte bunlara özen gösterilmeyen bu alışveriş merkezleri de anıların kaybolacağı bir mezarlık gibi geliyor. Saksıda yetişen çiçeklerin kökleri çok ince ve kısadır. En çok büyüse saksının boyu kadar olmak zorundadır. İşte günümüz çocuklarının dünyası da saksılarda yetişen bitkiler gibi kökü zayıf, anıları dar, saksıdan alıp başka yerlere koysan kuruyacak kadar narin, köksüz ve zayıf. Sadece yarış atı yetiştiriyoruz gibi geliyor bana. Çünkü okul, dershane, cep telefonu, bilgisayar çevresinin dışına çıkmayan, ayakları yere basmaktan uzak, sadece ben merkezli bir çocuk yetiştiriyoruz. Hayatı hep diğerini geçme üzerine kurulu bir hayat sunuyoruz. Özel okullar, özel oyuncaklar, özel arabalar, özel tatiller veriyoruz onlara. Kendimizden sakındıklarımızı onlara veriyoruz. Onlar da hayatın hep böyle olacağını düşünerek tatlı sularda yaşamayı öğreniyorlar. Ancak bir gün tuzlu sulara yollara düşerse o zaman kolayca yaşamı bırakıveriyorlar. İşte bunun için uyuşturucu vb maddelere çok çocuk kaptırıyoruz.
Sanal olmayan, gerçekle yüz yüze gelebilecek insanlar bizleri geçmişin başarılı atalarına yaklaştırabilir. Ortak noktalarda buluşamayan insanları nasıl bir arada tutacaksın. Ortak sohbet konuları bile azaldı gençlerin. Aynı kültürü paylaşmayan, aynı binaları, aynı anıları paylaşmayan kimseler neyi paylaşsın ki. Ha belki oyun sürümleri, yeni cep telefonu modeli ortak konuları olabilir.
Nasıl bir dünya da yaşadığımızı anlatmak için çevremden birkaç kişiyi arabayla “Akyokuş”a çıkardım. Bakın işte burası yaşadığımız yerdir. İlk göze çarpan her yer siyah bir is kütlesinin içinde olduğu. Diğer yerlerde görüş mesafesi sınırsızken şehirde yüz metre kadar. Bunlar görünen kirleridir. Birde diğerlerini sayın dedim. Gözünüze farklı bir gözlük taksanız şunları nasıl görürdünüz. Şehrin elektrik hatları, radyo dalgaları, televizyon ve telsiz sinyalleri, cep telefonu vericileri, motorların yaptığı titreşimler, saç kurutma makineleri, ütü, bulaşık makinesi, buzdolabı, bilgisayar, elektrikle çalışan her şey. Sanırım öyle bir gözlük olsa şehir ışınlarla dolu örümcek ağına benzeyen bir yer gibi görünüyordur. Bu ışınlardan herkes üzerine düşeni alıyordur.
Bunlar bilimsel mi değil mi derken eczacıda gördüğüm bir bileklik açıklamasında yazıyordu: En çok pozitif iyon; şelale kenarı ve dağlarda, nehir kenarlarında, en az iyonun da büyük şehirlerde olduğunu yazıyordu. Bilmem ne kadar doğru?
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te Bozkır Haber'e abone olun.