Bundan 50-52 yıl kadar önce idi. İzmir'den Konya'ya tren yolculuğu yapıyordum.
Böyle bir kış günü idi elimde o zamanın meşhur mizah dergisi Akbaba var. Ortalık kış yol uzadıkça uzuyor kara vagonlarda bile yolculuk yapan insanlar var. Arada bir kompartımandan dışarı çıkıp koridorları dolaşıyor, insanların durumlarını kontrol ediyorum. Çok perişan bir halleri var. Her ne kadar tertibat alınmış olsa da soğuk içlerine işliyor ve üşüdükleri her hallerinden belli.
Aslında maddi durumuma göre ben de onlar gibi İzmir'in ılıman havasına aldanıp ucuz bilet alacaktım. Bir tecrübeli ağabeyim bana "sakın ha birinci mevkiden al, paran yoksa ben vereyim Konya-Afyon tarafları çok soğuk üşür hasta olursun" demişti de ben de birinci sınıf ve sıcak bir yataklı vagondan almıştım biletimi. Bugünkü teknolojiye nazaran o günün şartları ne yazık ki bu kadar elverişli değildi ne otobüslerde ne de trenlerde.
Lavabo ihtiyacımı güçlükle karşıladıktan sonra vagonuma döndüm tahta bavulumdan Akbaba dergisini çıkardım. Sayfaları karıştırırken gözüme bir yazı başlığı ilişti "Ne istedin devlet malından?" diyordu başlık.
Devamını okumaya başladım, sanki benim o trendeki yolculuğuma benzen bir şeyden bahsediyordu. Yazı meşhur mizah yazarımız Muzaffer İzgü tarafından yazılmıştı.
İzmir'den Adana'ya bir tren yolculuğunu anlatıyordu mizahi olarak.
İzmirde çalışan bir Anadolu genci egenin incisi İzmir'den evlenmiş, bir müddet İzmir'de yaşadıktan sonra bir kış günü memleketi Adana'ya gidip sıla-i rahim yapacak, ana baba ziyareti yapacak eş dost ile hasbihal edecekler. Adam hanımına köyünün kentinin çok güzel olduğundan bağından, bahçesinden, hısım akrabasından öyle tatlı şeyler anlatmış ki hanım da bu anlatılanları yaşamak, kocasının memleketini görmek için hevesleniyordu. Ve bir kış günü trenle yola çıkıyorlar. Biletleri lüks ama bir askeri sevkiyat var çok kalabalık. Yolcu olunca tren ana baba günü.
Bir ara Manisa yakınlarındalar hanımın tuvalet ihtiyacı zuhur ediyor ve beyine durumu anlatıp tuvalete gitmek için koridora çıkıyorlar, kalabalıktan dolayı tuvalet ulaşmakta zorluk çekmemek için kondüktörden yardım istiyor bey. Hizmetli, gayretkeş çalışkan. Hanımefendiye iyilik yapma istiyor ve zar zor konuşmaya çalıştığı bozuk Türkçesi ile koridoru dolduranlara avazı çıktığı kadar bağırarak yol verin sıkışen var sıkışen var diyerek görevli önde, bey arkada onun ardında hanım nihayet tuvaletlerin olduğu bölüme geliyorlar. Adam tuvaletlerden birinin kapısına yükleniyor. Yanındaki görevli "hop orasi olmaz poziktir", adam bir diğerine yükleniyor hizmetli "turrr aman deyim orası da olmaz çünkü kapi kıriktir". Öbürüne derken "orasi olmaz suyu akmıyir". Nihayet bir tuvaleti gösterir hizmetli "buyurun yengi hanim bu sağlamdir" diyor.
Hanım içeri girince beyi tuvaletin kapısını hızla çekip kapatıveriyor. Ona sertçe bakan hizmetli adeta gürlüyor "ula ne poh yedin sen, o kapi açılmaz artık" deyiveriyor. Adam "yapma yahu hani sağlamdı" "olsun kapının kilidi poziktir açılmaz, hanımın kaldi pokun içinde". Adam sinirinden küplere biniyor lakin yapacak bir şey yoktur. Hanımın işi biter, ama kapı açılmaz.
Soğuk ve donmak üzere olunan halde afyona kadar geliyorlar. Gecenin bir nısfı hemen bir çilingir aranır nihayet ihtiyar gözlüklü bir çilingir elinde bir külte anahtar ile gelir ve büyük bir ustalık edası vardır tavrında. Bir saatten fazla bir çalışma ile kapıyı açmayı başaran çilingir, şöyle orta yerde gerinerek durur ve burnunun üzerinde takılı bulunan gözlüklerinin üzerinden adama bakarak "çilingir çilingir deyip de geçme ha, ince zenaattır" deyince adam zaten çok sinirlenir. Ve hanımını saatlerce içeride tutarak perişan olmasına sebep olan tuvaletin kapısına bir tekme vurur ve kapıyı kökünden söküverir.
Vay sen misin kapıya vurup kıran. Hemen apar topar görevliler adamı alıp doğru Afyon Tren İstasyonu Şefliği'ne götürüler. Bir saat kadar burada sorgulanan adama "ne istedin be adam, devlet malından"diyerek 500 lira ceza keserek trene bindirirler.
Bu yazıyı niçin mi yazdım. Geçenlerde Selçuk Üniversitesi'ne gitmek için bu asırda Konya'nın ayıbı olan tramvaya bindim. Hızlı trenin Ankara'ya gidiş saati ile tramvayın kampusa gidişi eşitti. Hem de tramvayda o yıllardır deri ve süngere bari dönüştürülemeyen teneke oturaklarda üşüme vardı, sıkışıklık vardı, yani bu çağa hiç uymayan her ne isterseniz Konya tramvayında mevcuttu. Yazık o talebelere yazık oralarda oturan mahalle sakinlerine.
Bu yarım asır önce büyük usta Muzaffer İzgü tarafından yazılmış yazı aklıma geliverdi. Ben de tramvaydan inince bir tekme vurayım dedim ama beni de yakalarlar da "Ne istedin şu tramvaydan?" derler üstelik ceza filan da yazarlar, diye korktum. Tekme atma cesaretini göstermedim. İnşallah Tahir Başkan yazımı okur da bu konuya biraz duyarlılık gösterir. Şunu yaptık bunu yaptık demek gelecek vaat etmiyor. Yeni tramvay hattından önce şu 60 senelik makineleri değiştirmek gerek. Eskiden belediyeler merkezi idareyi sollardı hizmette, şimdi merkezi idare belediyeleri yaya bıraktı. Belediye hizmetlerinin en çok nerede tenkit edildiğini merak ediyorsa Başkan, şu asırlık gerduneye binsin de insanımızı dinlesin. Sahi tramvayda Başkan'ı gören oldu mu hiç?
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te Bozkır Haber'e abone olun.