Adana’nın kozan ilçesinde inşaatının son safhasına gelinmiş barajın kapağının patlaması ile kaybolan işçileri düşünüyorum
28 şubata kadar kayıp 10 işçiden sadece 3ünün cesedine ulaşılabildi. Ve ne hazindir ki bizler bulunan cesetlere seviniyoruz. Aileler sevdiklerinin cesetlerine ulaşıldı diye seviniyorlar… Bu nasıl bir sevinçtir ne ben anlatabilirim nede sizler anlayabilirsiniz. Ancak yaşayanlar bilir.
Olacak olanlar malumdur. Devlet ne yapar ne eder geriye kalan kişilerinde cesedini bulur ve çok üzüntülü bir ifade ile ailelerine teslim eder. İnşaatın sorumluları hakkında yasal işlem başlatılır, firma sahipleri önce gözaltına alınır sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılır.
Mütahatine, yani işverenine maliyeti düşürmek için, yahut ihmal, yahut bilgisizlik yüzünden on canın solmasına on ocağın sönmesine sebebiyet veren mühendis tutuklanır en çok 5 yıl yatar çıkar…
Kim isterdi ki baraj inşaatı yıkılsın, işçiler ölsün. Firma sahibi ister mi böyle şeyleri? Ya yalaka mühendis ister mi insanlar onun hatasından dolayı acı çeksin, ister mi bu yapıyı denetlemesi gereken kurumun yetkilileri denetimsizlikleri su yüzüne çıksın… İsteseler de, istemeseler de 10 canı yuttu bu baraj inşaatı.
Artık ne aileye verilecek olan tazminatlar geri getirir o canlar ne de tutuklanan sorumlular suçlular…
Evli ve iki çocuk babasıydı Ertan YİGEN. Evine giderken ailesine kavuşmanın heyecanı vardı taş ve kum yığınlarının arasında kalan o sıcacık yüreğinde… Elinde ki poşetlere sarılacaktı çocukları. Baba, baba diye karşılayacaklardı… Eşi gözlerinde parıltı “hoş geldin” diyecekti usuldan… Artık bütün bunlar asla olmayacak. Peki neden?
Tesis çalışma sahasına yakın olursa maliyet biraz daha düşük olacaktı, mütahit biraz daha çok para kazanıp arabasını yenileyecekti beklide.. Belki de 18 yaşına basmamış torununun altına sıfır araba çekecekti o tasarruf ettiği para ile…
İşçiler sezmiyor muydu tehlike altında çalıştıklarını.. İnanın seziyorlardı. Seziyorlar ama patronla zıt düşmemek için sokuyorlardı yine ellerini aslanın midesine….Patronuna aslanın midesinden biftek çıkarıp patronu biftek yerken akşama evine ekmek götürmek için… İki çocuğu ve hamile karısı için girdi o kapağın önünde ki dere yatağına…
Maalesef bu bir Türkiye gerçeği. Patronların bir eli yağda bir eli balda iken işyerlerinin ayakta durması ve daha ileri seviyeye ulaşması için daima işçiler kendi öz benliklerinden sunmuşlardır patronlarına…
Mesainin dolması bağlamaz patronu.. İş iştir ve bitirilmesi gerekir. Türkiye de o kadar çok kayıtsız işçi var ki. Bozkırdan örnek alın. Birçok işçinin sigorta kaydı yoktur. Sigorta kaydı olanlarında çoğunluğunun işçinin haberi olmadan giriş çıkış yapılmıştır. Maksat işçinin tazminat hakkını elinden almak. Bir çoğu yıllık izin, bayram izni nedir tam anlamıyla yaşayabilmiş değildir.Sebep patronlar yazın en güzel tatil beldesinde güneşe karşı göbeğini karıştırsın diye..
İş güvenliği konusunda ise önce patronla sonra bizler çok kusurlu ve tedbirsiz çalışırız. Bize bir şey olmaz mantığı her zaman tedbirden önce gelmiştir.
İnşaatlar çalışan işçilere bakın kaçında baret görürsünüz. Oysaki inşaat alanında “ baretsiz girilmez” anlamına gelen bir tabela asılması zorunludur. Ve birçoğunda da o zorunlu tabela olmasına rağmen baretsiz çalışır işçiler ustalar. Haa patron kızıp bağırmadığı sürece işçilerde pek baret takmaz. Çünkü baretle çalıştığı zaman patronunun ondan beklediği iş verimine engel olur o baret…
Fabrikalarda üretim tesislerinde dev makinelerin tonlarca ağırlıktaki malzemelerin arasında dolaşırız ama tedbir sıfırdır.. Çünkü bize bir şey olmaz.
Şu bir gerçektir ki devlet in bu benzeri olumsuzlukların önlemesi için görevlendireceği denetmenleri n maliyeti kaza sonu oluşan maliyete oranla devede kulak kalır.
Ama illaki denetim de görevli insanların bu işyeri sahipleri ile nerdeyse bir aile hukuku vardır. Soruşturmada görevlilerin bir zayıf karnı muhakkak vardır bu sorumlulara karşı…
Şu bir gerçektir ki maalesef insanoğlu daha çok tüketebilmek için insanı insan yapan değerlerden gün geçtikçe uzaklaşmakta. Bir araba alabilmek için daha çok kazanmanın hesabını yaparken yanlışlıklar, göz yummalar ve para kazanma hırsı zamanla ailemizden bile bizi soyutlamakta.
Geçtiğimiz yıllarda Beyşehirde bir mermer ocağında mermer bloğunun altında kalarak feci şekilde can veren bir kardeşimiz vardı… Onunda hayalleri vardı beklide… O da alacağı ev için para biriktiriyordu kim bilir.? O yüzden girmişti bu tehlikeli işe…
Çok işçi bilirim işyerinden izin istediği zaman patronunun yüzünden okuduğu tehditvari tavırlarından dolayı tedavisini öteleyen.
Devlet bize zorla emniyet kemeri taktırıyor nerdeyse… Sadece polisi görünce emniyet takan insanlarımız var. Ve ne hikmetse hiç emniyet kemeri takmayan trafik polislerimiz var…
Sadece denetimlerde maske takıp eldiven kullanan işçilerimiz var.
Sarıoğlanda 112 servisini sobalı bir binaya mahkum eden bir yönetim sistemimiz var….Ve gencecik bir kardeşimizi kaybetmenin ince sızısı yüreğimizde hala…
Yazacak çok şey var.. Yazmakla bitmez bu mevzular.
Şu Kızılderili sözü ile noktalamak istiyorum yazımı ve son olarak sizlerden rica ediyorum kardeşlerim… Kendinize iyi bakın… Unutmayın ki bize verilen her şey muhakkak geri alınacaktır…
“Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenmeyen birşey olduğunu anlayacak.”
29-02-2012 Hüseyin DUMRU
Patronlar sıcacık kaloriferli odalarında oturuken işçinin eli ayağı buz kesmiş kimin umrunda. İşçi üşümez…
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te Bozkır Haber'e abone olun.