Günümüz politikasının en etkili terimlerinden birisi de “demokrasidir”. Bu kavramı o kadar geniş ve hatta çoğu zaman birbirine zıt siyasi görüşler dillerine dolamışlardır ki; artık demokrasinin ne olduğu, kimin demokrat olup kimin olmadığı halk nazarında bir muammaya dönüşmüş durumdadır. Bu muammaya bir son vermek gerekiyor.
Demokrasi kelime itibariyle eski yunanca “demos” yani “halk”; kratos yani “egemenlik” kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuştur. Sözlük anlamı “halk egemenliğidir”. Siyasal manada ise, demokrasi; üzerinde yapılan pek çok olumlu olumsuz spekülasyona rağmen, özet olarak “halkın daha doğrusu halkı oluşturan toplumsal sınıfların, doğrudan veyahut
temsilcileri aracığıyla yönetime katıldığı düzenin adıdır.” İnsanlık tarihinde filozofların, siyaset kuramcılarının dönem dönem ortaya attığı bu yönetim “sistemi”, esasen 18. Yüzyılda Fransız Devriminden sonra batı ülkelerin gündemine düştü. 19. Ve 20. Yüzyıl demokrasinin altın çağı olarak batı ülkelerinde krallıkların, padişahlıkların ve tüm benzer diktatörlüklerin yerine ikame edilmeye başlandı. 20. Yüzyıl temsili demokrasi ve sosyal demokrasinin epeyce tartışıldığı bir yüzyıl oldu. 21. Yüzyılda insanoğlu yine siyaset bilimciler aracılığıyla çoğulcu demokrasi ve katılımcı demokrasi gibi yeni kavramlarla demokrasiyi geliştirmeye ve tüm dünyaya yaymaya çalışıyor. “Halk egemenliğini” en ideal düzeyde tesis etme çabasının ürünü olan bu gelişmeler sadece halkın iradesiyle ortaya çıkmıyor. Devletlerin varlığını güçlendirip sürdürebilmesi için de “demokrasi” bir zorunluluk hâline gelmiştir. Aslında ne Türk toplumu için ne de bütün İslam uygarlığı için “demokrasi” yeni bir kavram değil. Hülafeyi Raşidyn (dört halife) dönemi Hz. Muhammed’in getirdiği “asr-ı saadet”in devamı olarak İslam uygarlığının en parlak dönemlerinden birini oluşturur. Bu dönemde Müslümanlar büyük zaferler kazanmışlar, topraklarını geliştirmişler ve büyük İslam Uygarlığını geniş bir coğrafyaya yaymaya başlamışlardır. Ne zaman bizim sözüm ona dindar siyasetçilerimiz “ileri demokrasi” diyerek konuşmaya başlasalar benim aklıma işte büyük İslam uygarlığının o dönemleri gelir. Ve bizim “dindarlarımızın” o döneme, o uygarlığa, o halkçı demokrasi ve hoşgörü anlayışına ne kadar uzak oldukları.. O İslam uygarlığı ki; halifeler seçimle işbaşına gelirler; devlet başkanı olarak Müslümanların toplanma yeri olan camide her cuma Müslümanlara devlet işleriyle ilgili hesap verirlerdi. İşte o günün demokrasi anlayışını çarpıcı bir şekilde yansıtan ibret verici bir olay:
Orduların hudutlarda kazandığı zaferlerden elde edilen ganimetlerin kardeşçe paylaşıldığı o dönemde, başşehre gönderilen kumaşlar da herkes arasında eşit bir şekilde taksim edilirdi. Müslümanlar bu kumaşlardan kendilerine elbise dikerek camiye devlet başkanları olan halifeyi dinlemeye gittikleri cumalardan bir cuma, Hz. Ömer söze başlar başlamaz Müslümanlardan biri hemen ayağa kalkar ve "Ya Ömer"der, "Sen bir hırsızsın, senin söyleyeceğini Müslümanlar dinleyemez" der. Düşünün bir kere; nasıl bir düşünce özgürlüğü ortamı sağlanmış ki herhangi bir vatandaş, devlet başkanına (üstelik halife) kalkıyor ve ona doğrudan hiçbir izah da yapmaksızın “Sen bir hırsızsın” diyebiliyor. Peki Hz. Ömer ne yapıyor? Söyleyenin kellesini mi uçuruyor, hemen derdest ettirip zindana mı tıkıyor? Hayır. "Bu sözün sebebi var mı? Ben neden hırsızım? Bilmiyorum. İzah et. Eğer hırsızsam hakikaten, sözümü keseyim." Diyor. Şu hoşgörüye, eleştiriye karşı tahammüle bakın. Bir de günümüzdeki liderleri gözünüzün önüne getirin. Sonra ne oluyor; adsız vatandaş cemaatin ortasından kalkıp kendi üstünü göstererek "İşte bak" diyor, "Hepimize dağıtılan kumaştan ben de üzerime elbise yaptım. Ancak küçük bir sağ kol, küçük bir ceket çıktı bana.. Hâlbuki sen, Ey Ömer! Boyunca kocaman bir cübbe giymişsin. Bu cübbeyi yapmakla, sen, o kumaştan bütün vatandaşlara düşen paydan iki hisse aldın. Demek, çaldın. Demek hırsızsın! Öyle ise, ben senin hilafetini tanımıyorum, sen sus!” diyor. Bunun üzerine Hz. Ömer son derece sukûnetle, sinirlenmeksizin oğluna dönerek "Ya Abdullah! Kalk cevap ver" der. Oğlu kalkar. Der ki: "Vatandaşlar, görüyorsunuz. Benim üzerimde sizinki gibi kısa bir ceket de yok. Ben hissemi babama verdim. Babam da bir cübbe yaptı." Bunun üzerine Hz. Ömer: "- Ne dersin?" Diye soruyor o vatandaşa. Ve vatandaş cevabında: "- Peki. Anladım, hırsız değilmişsin, Ömer. Otur şimdi, söyle, dinleyeceğim." Diyor. İşte size demokrasi. Bugün herkesin şampiyonu olmak için yarıştığı ama bir türlü uygulayamadıkları demokrasi lakırdısının özü işte budur.
Hepimizin özlemle aradığı, o hakiki halk egemenliğinin asırlar öncesinde bile yaşanan canlı örnekleri gözümüzün önünde dururken; biz ne idüğü belirsiz bir “demokrasi” masalıyla uyutuluyoruz. Eleştiren, sorgulayan, hak arayan cezalandırılıyor; ” bağımsızlık” diyen, “vatan bölünmesin” diyen susturuluyor. Buna da “ileri demokrasi” deniliyor. İslamı ve demokrasiyi temsil edenin; kendini “Müslüman demokrat” diye lanse edenin; İslam uygarlığını da demokrasiyi de bilmesi ve uygulaması gerekir, tıpkı Hz. Ömer’in uyguladığı gibi...
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te Bozkır Haber'e abone olun.