2009 da geçirmiş olduğum motorsiklet kazasından dolayı sağ ayak bileğimde kalıcı bir hasar oluştuğu günden bu güne maalesef ki uzun yol yürüme konusunda sıkıntılıyım. Bu nedenle doğada sessiz bir yürüyüşe hasret kalıyorum çok zaman. Hasretimi dindiren kısacık bir yürüyüşü sizlerle paylaşmak istedim.
Kurban bayramını2. Günü akşamında aracımız ile Dere Köyü-
Dikilitaş Yaylasına gecelemek için gittik.Gayet serin sonbahar akşamına karşın sobamızda yanan kuru meşelerin verdiği neşe içimizi
ısıtıyordu.
Ertesi günü öğleye yakın bir saatte köyümüze geri dönüş için
hareket ediyoruz. Yayla evlerinin görünmez olduğu yerde ormana doğru
ilerlediğimizi gösteren tek tük ardıç ilkileri “bu toprak benim” deresine
sarmıştı taşı kayayı ve kayaların içinde ki bir avuç toprağı.
Yayladan aşağı doğru indikçe orman gürleşiyor ve çeşitleniyordu.
Öyle bir vadi ki sağ tarafında kozalaklarında ki tohumlarını atmış ladin
ağaçları, sararan yapraklarına veda etmek istemeyen meşeler ve her daim türül
türül ardıç ağaçları. Sol taraf daha kayalık ve sarp olduğundan olsa gerek daha
seyrek ağaçlar var. Genelinde ise karamluk dikeni ve bodur ardıçlar. Gevenlerin
serdiği yorganın içinde filizlenen meşeler ve
nadiren dağ armudu.
Yollarımız maalesef bakımsız ve perişan. Kısım kısım düzgün
yerler olsa da çıkıntı taşlar ve çukurların sık sık önümüze çıkıyor olması
aracın ilerleme hızını düşürüyor. Belki ilk defa yolların bozuk olmasının
iyiliğini gördüm. Aracın sol arka koltuğunda sararan doğayı gözlemlemek
bambaşka bir şey. Her geçen yıl sayısı tehlikeli bir oranda artan kuruyup
yıkılan ladin ağaçlarının açtığı alanda yeşeren meşeler. Adeta etrafı çevrilmiş
düşman gibi meşelerin arasına sıkışmış ladinler…Suya ve toprağa kavuşmak için
taşı delen ardıç ağaçları ve tüm bunların
bekçileri hayvanatlar…
İndikçe sıklaşan orman beni çağırıyordu adeta. Dağ başında
insana, konuşmaya, dertleşmeye özlemle yolları gözleyen çoban misali çağırıyordu. “ gel hele kulağına bir şey diyeceğim!” ben
ise cinayet mahalinden kaçan şahit gibi
çaresiz ve suskun bakarak geride bırakıyordum onları. Bir bir şikayet
edeceklerdi çünkü bana, daha gencecik fidanların tepesini kesen çobanları ve
çocukları. Şikayet edeceklerdi bana, an dahi düşünülmeden atılan cam
şişelerini, çocuk bezlerini…Benim verebilecek hiçbir cevabım yoktu ve
kaçıyordum.
Sorkun köyünün üzerinde ise 30 sene önce gençleştirmek için
kesilen meşelerin yerinden fışkırmış, adeta askeri birlik misali sık ve bir
arada genç filizler.Bu ormanlarımızın varlığını korumamız lazım.
Sorkun köyünü geçiyor, dere başköprü mevkiine geliyor ve
kalan kısa mesafeyi yürüyerek tamamlamak için araçtan iniyoruz.
Yol boyunca Çarşamba Çayı ıslah çalışması adına yapılan katliamın yaşayan şahitleri ve
mağdurları terkedilmiş bahçeler. Daha
iki yıl öncesine kadar ekilen dikilen araziler
orantısızca tahrip edilmesinden geriye
kalan bir avuç toprak ise işlenmeye değer görülmediğinden bahçeler kaderine
terkedilmiş. Bahçelerde kalan tek tük elma ve ceviz ağaçlarında da
kahredilip toplanmayan meyveler.
Araç yolundan çıkıp ormanın eteğinde ki patika yoldan devam
ediyoruz.Dere köyünün koruluğu gür ve yaşlı ladin ağaçlarının arasından sızan, ışığa doğru baş kaldıran genç
fidelerden oluşur. Dağın eteğinde kısmen meşeler var iken yukarısı tamamen meşelik
alandır. Burası Dere köylüsü için dokunulmazlığı olan adeta kutsallığı olan bir
ormandır. Kimse bu ormandan evinde yakmak için odun kesmeyi aklından bile
geçirmez. Tüyü bitmemiş yetimin hakkını bu ormanlık alandan öğrendim ben.
Koruluk ile uluçay arasında kalan kısmında bölgemizde başka
bir yerde hiç görmediğim adını, türünü bilmediğimiz bodur ağaçlar var. Yol boyu
genç fideler,kuruyan meşe yapraklarının arasında pembe siklaminler ve sonbahar
navruzları.. Yol boyu tadına bakılabilecek orman meyveleri, kızılcık, geyecek,
yaban mersini, karamluk üzümü.
Doğa bize sayısız güzellikler sunarken biz kendimizi ne
kadar doğaya verebiliyoruz? Doğamızı tanıyor, seviyor muyuz?
Hüseyin DUMRU.18-10-2013
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te Bozkır Haber'e abone olun.