Recent Comments

GİYİMDE DİNİN ETKİSİ

İnsanlık toplum halinde yaşamaya başladığı günden itibaren, peygamber ve dinlerlerle hep birlikte var olmuşlardır. İnsanlar dinlerle tanışır tanışmaz, inandığı dinde aşırılığa varan ibadetler yapmaya başlamışlardır. Bu aşırılıklar hem Allah’a ibadetlerde hem de kendilerine göre dini kural olarak koydukları şekillere uyma konusunda aşırılıklar her toplumda, her çağda görülen bir sosyolojik gerçektir. Çoğu kere bu davranışların ibadetle hiçbir alakası bile olmamıştır. Dinde aşırılıklardan kastımız, dinin kuraları sınırlarını zorlayarak dışına çıkmaktır. Dinin sınırları içinden taşarak kişilerin kendilerini lüzumsuz yere zorluklar içerisine sokmasıdır. İnsanların kendisini Allah’ın yükümlü tutmadığı şeylere zorlamasıdır. Bu durum Hz. Peygamberin hayatından itibaren var ola gelmiştir. Bunu bazı sahabeler tarafından bile yapılmaya başlanmıştır. Konuyu haber alan Peygamberimiz ”Hemen onları yanına çağırtarak yaptıklarının yanlış olduğunu “söylemiştir.

Ülkemizde zamanla giyimlerde devletle halk arasında sorunlar yaşanmıştır. Bu konu Osmanlılar döneminde olduğu gibi, cumhuriyette ve günümüzde ve sonrakiler yıllarda da sürüp gidecektir. Çünkü insanlarda bağımsızlık, kendine göre yaşamak ve kendisi olmak vardır. Fakat devlet denilen organında kendine göre koyduğu kurallar vardır. Devletin koyduğu her kuralı dine karşı göstermeye kimsenin hakkı yoktur. Çünkü bu kuralları koyanlarda Müslüman ve dini bilen insanlardır. Anlaşmazlık belki bazılarının sadece içinde bulundukları toplumdan başka bir toplum hayatını yaşamadıkları ve tanımadıkları için sorun çıkarmalarıdır. Bunların bir kısmı Din adına, bir kısmı da Batıcılık adına yapılmıştır. Bu aşırılıklar etki tepki şeklinde gelişmektedir. Bazıları ilercilik adına aşırılıklara sebebiyet vermiş, diğerleri de din adına aşırılıklara sebebiyet vererek devlet rahatsız edilmiştir. Gerçek şu ki, belirli şekillerde giyinmekle ne ilericilik, ne de dindarlık yapılamayacağıdır.

İlmin ve zamanın isteklerini yerine getirmeden ne dindarlıktan ne de ilericilikten söz edilemez. İyi ve ahlaklı insan giydikleriyle değil, yaptığı davranışlarla olacaktır. Hz. Peygamber efendimiz ahlaklı bir toplumu oluşturmak için tam tamına yirmi üç yılını harcadı. Demek ki, iyi ve dindar Müslüman giydiği giysi şekilleriyle olmuyor. Uzun bir bilgi öğrenme, ayrıca öğrendiklerine samimi iman ve onlarla amel etmekle oluyor. Dolayısıyla bazılarının kafası boş, gönlü hoş olarak kafasına taktığı giyside ısrar etmekle olmuyor. Öbür taraftan eğitim görmemiş bir bayana aşırı batılı tarzda giysi giydirerek de medeni ve batılı olunmuyor.   İkinci Mahmut zamanından beri giyimle kuşamla çok uğraşıldığı halde, bir türlü toplumumuz ilericiği yakalayamamıştır.

 Demek ki ilericilik, gericilik giyim işi değil, kafa işidir. Öbür taraftan İslam’ı sadece şekilden ibaret sayanlar da, ahlaklı bir toplum oluşturamamışlardır. Orta çağda, İspanyadaki İslam Ülkesine Batıdan tahsil için gelenler bir taraftan buradaki ilimleri, diğer taraftan da Müslümanların giyim tarzlarını Ülkelerine götürmüşlerdir. Bu nedenle bu gün ülkeleri bu düzeye taşınmıştır. Bizim Batıya gönderdiğimiz öğrenciler ise, Avrupa’nın ilmini değil, giyim tarzını, yaşantı ve zevklerini Osmanlıya getirmişlerdir. Giyim kuşamlar, sadece toplumun kültürlerini ve inançlarını gösterirler. Giyimi belirleyen birçok etken vardır. Kültürler, İnançlar, zevkler, ekonomik koşullar ve psikolojik eğilimler gibi.

 SARIĞI ele alalım. Sarık ilk kez eski çağlarda Asurlularda ve Mısır’da ortaya çıktığı kabul edilir. Hindistan’da Sihler de sarık kullanmaktadır. Peygamberimiz özellikle beyaz sarık kullanırken, Abbasiler siyah sarık kullanmışlardır. Abbasilere düşman olan Fatımi’ler ise, başka şekil olan kırmızı renkte sarık kullanmışlardır. Osmanlılarda ise sarık, daha çok dini simge olarak değil, mesleki otorite ve sosyal konumu belirlemek amacıyla kullanılmıştır. Osmanlı da bazı görevlilerin sakal bırakması bile yasaklanmıştır. Hâlbuki Osmanlı da din belirleyici bir unsurdu. Sakal dini bir şey olsaydı, sakal yasaklanmazdı. Osmanlı Şehzadeleri sakal bırakmamıştır. Ayrıca saray hizmetinde bulunanlar ve padişahların özel hizmetlerinde bulunanların da sakal bırakması yasaklanmıştır. İslam’dan önce sarık Araplarda ulusal bir giysi haline gelmişti. Dolayısıyla Müslümanlarda aynı sarığı sarmaya devam etmişlerdir. Peygamberimizin doğduğu toplumda zaten sarık milli giysi olarak kullanılıyordu. Sadece sonraları farklılaşma sarığın renginde olmuştur.

 Osmanlıların yükselme döneminde, Osmanlı giyim tarzları Avrupa şehir merkezlerinde moda haline getirilmişti. Ne yazık ki Osmanlı gerilemeye başlayınca her şeyde olduğu gibi, giyimde de sorunlar başlamıştır.   İkinci Mahmut fes giyilmesi için karar alınca, Şeyhül İslam ”Bunun şeriata aykırı olduğu tezini öne sürmüştür. 2. Abdül Hamit’te fes yerine eski Türklerin giydiği kalpak giyilmesini istemiştir. Fesi şeriata aykırı bulanlar, kalpağı da şeriata aykırı bulmuşlardır. Cumhuriyet dönemine gelince de, Şapkayı da dine aykırı olarak görmüşler. Bu sebeple çok büyük gürültüler koparılmış, ülke güvenliği tehlikeye düşürülmüştür. Hâlbuki iman soyut bir kavram, giysiler ise somuttur. Bunlar birbirleriyle karıştırılmamalıdır. Hayatın normal akışına giysilerle karşı durulamaz. Hayatın gelişmesine giysilerle ayak uydurulamaz.  Akıl ve ihtiyaçlarımız, yaşantımızı ve giysilerimizi belirler.
Google News Takip Et
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? ’te Bozkır Haber'e abone olun.
Google News Takip Et
Son dakika gelişmelerden anında haberdar olmak için WhatsApp haber kanalımıza katılın.

Yorum Gönder

0 Yorumlar
* yapılan yorumlar denetlendikten sonra yayınlanmaktadır.