Kadın ana, kadın evin sahibi, kadın mürebbi ve kadın her şeyimizdir. Kolayca ağızdan çıkan sözler. Acaba gerçekte öylemi? Camide dini anlatanların başta görevleri olan namaz kıldırmayı, sık sık askıya aldıkları gibi bu sözleri de söyleyenler sık sık askıya almışlardır. Türkiye gibi, bizlerde yetiştirilirken kendimize yeterli olarak yetiştirilmedik. Bu noksanlığımızı ya kadınlardan, ya çocuklardan ya da bizden daha zayıf olan hemcinslerimizden, onlara eziyet ederek bu eksikliğimizi ikmal etmeyi denedik. Bu böyle devam edip gitmektedir. Yaşadığım bölge ve gerçek hayat tecrübelerime göre, kadının mensup olduğu aile ve sülale, evlendiği aileye ve sülaleye göre daha baskınsa, kadın evlendirildiği evde ve ailede pek eziyete maruz kalmamaktadır. Erkek kadınına haksız bir kaba kuvvet uygulayacağı vakit öbür taraftan başına gelecekleri düşünmektedir. Böylece kuvvetli olan kız ailesi, yapılacak olan kaba kuvvete karşı suspansiyon görevi yapmaktadır. Aksi takdirde zayıf sülalenin kızları çoğu kez eziyete ve hakarete koca tarafından maruz bırakılmaktadır. Devletlerarasında konularda bile bu durum geçerlidir. Zayıf bir devlet, yanlış bir şey yaparsa karşılığını görürken, kuvvetli yaparsa maruz kalan devlet tarafından ipe un serilmektedir.
Çocukluğumun geçtiği yerlerde olaylar yukarıda anlattığım gibiydi. Bu gün böyle olaylar azalmış olsa bile azda olsa devam etmektedir. Anadolu köylerinde yaşamın zorluğunu, özellikle analar ve çocukları daha iyi bilir. Çocukluğumuzda hasta olanlar, sadece ilçede bulunan pratisyen hekime gidebilir, uzmanlar illerde olduğundan giden bulunmazdı. Onların kapısına varmak çok cesaret işiydi. Zaten o zamanlar oralara hasta götürmek kaç tarla ve mal parası harcamak demekti. Yani ağır hastaların yatakta ölmesini beklemekten başka bir şey gelmezdi. Şimdi yolu yordamı bilmeyenler için değişen bir şey olmamıştır.
Çocukluğumuzda köylerde yaşamlar oldukça zordu. Sabanla ve pullukla tarlalar sürülürdü. Her evde öküzler, azda olsa at ve mandalar bulunurdu. Çiftçilik, tarlalarda ziraat bunlarla yapılırdı. Tarlalar ikiye bölünürdü. Yarısı ekilir diğer yarısı da gelecek seneye ekilmek üzere nadasa bırakılırdı.
Bu yaşamları anlatmadan Anadolu kadınının yaşadığı çileli hayatı öğrenmek, onların ne kadar saygıya layık olduğunu anlamakta zorlanırız. Efendimizin “Cennet anaların ayağı altındadır” buyruğuna en çok onlar hak sahibi olduğunu anlamalıyız. Onların gerçek yaşamda çektiği çileleri görsek, o hikâyeleri dinlesek gönlümüz cız eder, aynı zamanda gözlerimizden yaşlar süzülür ve güzel yanaklarımızı ıslatırdı. Böylece taşlaşmış olan kalplerimiz biraz insafa gelirdi.
Genellikle, o zamanlar, babalar gurbete para kazanmak için giderlerdi. Yılın en az altı veya sekiz ayını yaban illerinde geçirirlerdi. Bu nedenle evin kadını hem ana hem de erkek olmak zorundaydı. Çünkü evde sadece kendisi vardı. İşin dışarısı ve içerisi kendinden sorulurdu. İş yapacağı aletler çoğu zaman olmadığından, birçok komşudan isterdi. Merhameti olanlar bunları verir. Bazıları da vermemek için ipe un sererdi. İşte çocukluğumda eli öpülesi kadınların hali buydu. Kadının koçası öldükten sonra ne kadar çocuğu olsa da, işler değişiyor. Kocasıyla en mutsuz anı çocuklarıyla geçireceği çok mutlu anlarından kat daha huzur dolu oluyor. Kocası ölen kadının bir yarısı kayboluyor. Adeta aklın yarısı gidiyor. Bu kadınlar gününde köyde geçirdiğim çocukluk günlerimi hatırlıyorum. Adeta o günkü yaşamlar cenneti kazanmak için çekilen çileyle, tasavvuf ehlinin kemelatını tamamlamak için girdikleri çile haneye benzemekteydi. Birisi Allahın emri olan evini geçindirmek için çileye katlanırken, diğeri Allah’ın manevi sırlarına erişmek için çilehaneye giriyordu. Her ikisi de iyi olmakla birlikte ananın ki daha öndedir.
O günlerde köylerde nedendir bilinmez meyve ağacı bulunmazdı. Parada olmazdı. Satıcılar geldi mi köye? Analar arpayla, buğdayla çocukları mahzun olmasın diye koşardı meyva almaya. Bunlar o yaşamın gerçekleriydi. Her an anısı tazeliğini bende korurlar.
Esas ” Cennet anaların kadınların, ayakları altındadır, müjdesine muhatap olan kadınlar, bu çileye çekerken bir zevkle, bir cennet meyvesi kabul edip yaşamalarıdır. Allah’ın imtihan için kendilerine bu yaşamın hediye verildiğine inanmalarıdır. Değişen şey, eskiden çalışanların eli para görmezdi, bugünkülerin eli para görmektedir. Eski kadınlar teslimiyetçiydi, teslimiyet bazen huzurun kendisiydi. Kadınlar dâhil herkesin elinde bir telefon. Kimin kiminle konuştuğu belli değildir. Bir gerçek var, oda kendimize yabancılaştık Bizim kadınlarımız hep günlük yaşadılar, onları yaşatan inançları ve köyün yaşlılarının verdiği güzel öğütlerdi. O zamanlar bir yaşlının duasını alma gayreti vardı. Bu günse dışarının memnuniyeti esastır. Allah rızası en sona bırakılmaktadır, her iki cins için de.
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te Bozkır Haber'e abone olun.