‘Bu yazı Soma Kömür ocağı hadisesinden önce yazılmıştır. Kömür şehitlerimize rahmet, aile ve milletimize sabır ve başsağlığı dilerim. Böyle hadiselerden rabbimizin bizleri ve Milleti’mizi korumasına niyaz ederim.’
Gönümüzden 95 yıl önce son halife Sultan Vahdettin güvendiği ve yeterliğinden şüphe etmediği Mustafa Kemal Paşayı Anadolu’nun kötü gidişine el koyup durumu düzeltmesi için göndermişti. Tabii ki bu halifeyle Gazi arasında gizli yapılan bir proje olup kimsenin haberi olmamıştı. Bazılarının söylediğin aksine İngilizlerin haberi yoktu. Haberleri olunca Atatürk ve arkadaşlarını Anadolu’ya ulaşmadan denizde batırmak için aramaya başlamışlardı. Atatürk’ün bindiği geminin süvarisi geminin İngilizler tarafından batıracağı haberi alması üzerine Vapuru sığ olan yer ve kıyılardan götürmüş, İngilizlerin hilesine fırsat vermemiştir. Sağ ve selametle 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a ulaştırmıştır. Bazı kendini bilmezlerin söylediği gibi bu yolculuğu İngilizler düzenlememiş, Atatürk İngiliz taraftarı değil, Millet ve vatan tarafındadır. İngilizler aksine Atatürk’e engel olmak için her türlü çalışmayı yapmışlardır. Allah onlara fırsat vermemiştir. Yolculuğun başarıya ulaşması yönünde Rabbimizin her an yardımı olmuş zafere adım adım ulaşma olanakları yaratmıştır. Günümüzde bazı siyasetçiler sanki savaş cephesine çıkmışlar gibi, kefenden söz ediyorlar ve utanmaz riyakârlık yapıyorlar.
Bu topraklarda, bazıları kendileri için çalışanlara sahip çıkmamışlardır. Kendilerini Kürt kabul eden bazı vatandaşlarımız, dışarıyla ağız birliği yaparak ülkenin başına galiye açmaya devam ediyorlar. İçimizdekilerden kendini bilmezlerin bir kısmı onarın olmadık hayaller kurmalarına sebep oluyorlar. Ülkedeki bazıları, dini yaşantıyı yeterli görmeyip bazı devletlere açanlık yapmayı kabul edecek seviyeye düşmüşlerdir. Aynı alışkanlık, İstiklal savaşı döneminde de yaşanmıştır. Ülkenin kurtuluşunu zora sokmuşlardır. Milleti için kelle koltukta gece gündüz çalışan insanların hayatlarına kast etmişlerdir.
Gençliğimizde, Medine sözleşmesinden söz edenler olurdu. Fakat buna kimse inanmazdı. Bir zamanlar dışarının yardımıyla Almanya menşeili Cemalettin Kaplan ve adamları Ülkeyi “Anadolu Federe devletlerini içeren bildirileri” ülkeye dağıtmışlardır. İyi bir şey olsaydı, Osmanlı en kötü durumda bunu uygulardı. Mustafa Kemali Anadolu’yu kurtarmaya yollamazdı? Bizim gençliğimizde Anadolu Federe devletinden söz edildiği zaman tüyleri diken diken olanlar, zamanımızda seslerini çıkarmaz duruma gelmişlerdir. Fehmi Koru bir yazısında, Milliyetçilik adını kullanarak Milliyetçiliği, İslam’ı kullanarak da İslam’ı bitirmek isteyenler için en kolay yöntem olarak kullanıldığını yazmıştı. Memlekete zarar vermek için en kolay kullanılan metotlardır. Bunları 12 Eylül öncesi ve günümüzde gerçekleştirdiğini görüyoruz.
Hz. Peygamberin Medine sözleşmesinden söz edenler, Bedir harbinden ve Mekke’nin fethinden sonraki gelişmeleri anlayamayacak kadar akıldan yoksunlardır. Peygamberimiz İslam devleti güçlendikten sonra fitne ve düşmanlık yapmak isteyenlere nefes bile aldırmamıştır. Peki, Efendimizin vefatıyla bu bugünkü sözleri söyleyenlerin tezine fırsat verilecek çalışma olmuş mu? Yoksa devletin ve milletin bütünlüğümü esas tutulmuştur. Ülkeyi parçalamak için gelişi güzel konuşanlara şahit olunca Hz. Ömer’in yaptığı aklıma geldi. Sahabelerin bazıları sosyal mevki kazanmak için gelişi güzel hadis rivayet etmeye başlayınca, onları kırbaçlamıştı. Sahabenin biri, Ebu Hüreyreye niçin hadis rivayet etmediğini sorunca Hz. Ömer’in kırbaçlamasından korktuğunu söylemişti. Ebu Hureyre, Ömer’in halifeliği senelerinde hiç hadis rivayet etmemiştir. Hz. Ömer’in yaptığı doğruydu. Zamanımızda aynı şeyi yapmaya çalışanlara devletin de ceza vermesi makuldür. Hz. Ebubekir’in halife seçilmesi üzerine Medineli Ensar bunu kabul etmeyip bir muhacirden bir de Ensar’dan halife olsun sözleri üzerine, Ebubekir “vallahi Mekkeli Kureşliler kendilerinden başkasının başkanlığına razı olmazlar” cevabını vermiştir.
Kurtuluş savaşından önce Anadolu’nun her yerinde kendi başlarının çaresini bakmak için Medine vesikalığı ortamı hazırdı. Niye bu insanları bir bayrak altında toplamak için kurtuluş savaşı liderleri senelerini ve hayatlarını harcamışlardır?
Bu ülkeyi Afganistan, Suriye ve Irak seviye düşürmenin yollarını arayanlar zamanımızda az değil. Barış içinde yaşamayı insanlarımıza çok görüp kan ve gözyaşı istiyorlar. Bunun içinde Allah ve peygamber adını kullanıyorlar. ” Atalarınızın bize emanet ettiği devleti ve toprakları ulufe gibi dağıtmayı düşünüyorlar.
Kurtuluşa giden yolun 95. yılını idrak etmiş olduğumuz bu gün ”Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet/ Hakkıdır, hakka tapan milletimin istiklal!” denilecek vakittir. Atatürk’ün Samsunda ”Halkın Makûs talihini yine halkın azim ve kararı kurtaracaktır” dediği sözü bizde söyleyerek çalışmaya başlamalıyız. Atatürk başarılarını halkla bütünleşmiş olmasına borçludur. !9 Mayıs 1919 tahinde samsuna ayak basan Atatürk, halkı işgalcilere karşı örgütleme çalışmasını başlatmıştır. İlk toplantıyı Sivas şehrinde, sonra Erzurum’da toplantıları sürdürmüştür. Ankara İlahiyat hocalarından Hüseyin Atay hoca, Atatürk’ün inkılâpları din adına yapsaydı, kabrini türbe yaparlardı. Hiçbir inkılâp dine aykırı değildir. Demişti. Atatürk herksin dinini öğrensin diye Türkçe tefsiri Hamdi Yazıra, Buhariyi de Türkçeye tercüme ettirmiştir. Fakat dinden nemalananlar O Milliyetperver insanı din düşmanı olarak zikretmişlerdir. Çünkü dini kullanarak amaçlarına kolayca ulaşmayı kafaya koymuşlardır.
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te Bozkır Haber'e abone olun.