Recent Comments

Doğayı hissetmek sevmek ve korumak…

Dikilitaş Yaylasındaydım bu hafta sonu, iki güzel gün iki güzel gece geçirdim.Serin esen rüzgar dağlardan çiçeklerin kokusunu yayıyordu obaya.Kokuların hangi çiçeklerden geldiğini çözümlemek için derin bir nefes çekiyorum. En belirgin olan kekik kokusu,koyun kekiği diyorlar bizim yöremizde bozkırların üzerine örtülen bir mor halı sanki bu yıl. Bu yıl daha bir başka güzel daha bir başka coşkulu açmışlar.Sonra pembe üçgül kokusu,çimen kokusu,isimlerini bilmediğim bir çok çiçeğin kokusu karışıyor bir birine ve dünyanın en güzel parfümünü sunuyor bizlere.
 
Yaylalar bu yıl bambaşka,son yağan yağmurlar inanılmaz bir güzellik katmış coğrafyama.Her yıl gezdiğim yerlerdeki kuru çalılar pespembe çiçek açmış. Mayıs ve haziran aylarında açan çiçekleri görüyorum temmuz ayında açan çiçeklerle birlikte. Kuru taşlardaki kekiklere çarpan rüzgar sanki Mevlanın öğretisinde ki Haktan alıp halka sunuyordu buram buram kekik kokusunu.
 
Arılar aşkla o güzel çiçeklerden bal ve polen taşıyorlar kovanlarına, oturup onları izliyorum. Topuklarında rengarenk polenle gelen arılar güç bela atıyorlar kendilerini kovan girişine. midesini tıka basa nektarla dolduran arıların kovana ulaşma sevinci onu kovanın girişinde bekleyen arıların sevincine denktir.
Yaylada hiç görmediğim bitkileri gördüğümü düşünüyordum,belki de bu bitkiler hep varlardı ama ben onlara hiç bu gözle bakmamıştım. Farkında olmak yahut başka bir şey,adı ne olursa olsun ben bu bitkileri yeni gördüm. Kayanın tepesinde bir ağaç gelişmiş. Olduğu yere muhtemel bir fırtına ile taşınan tohumundan çıkmış. Koca yaylada başka hiçbir yerde yok.O koca ağacın ise nokta kadar bir tohumu var sadece.. Nokta kadar tohum bir taş yarığına yerleşip ağaç olabiliyor ancak.


Yaylalarımız, bizim yaylalarımız bir kısmının özü beton binalar ile bozulmuş olsa da halen penceresiz yayla evlerimizin bacalarının tütüyor olması benim adıma bir şans. Çünkü bu çarpık zihniyetle gelecek nesillerimize ne yayla diyebileceğimiz meralar kalacak nede koklayacak kekik. Yaylalar zengin insanların boy gösterisi yapma mekanı halini almış. Benim bildiğim yayla, köylünün merasıdır. Özgürce otlayan hayvanlar,günlük sağılan süt haftalık yayılan yoğurt. Yağı alınan ayranın kaynatılıp keş yapıldığı yerdir.. Oysa bu gün iki kişi yaşayan onlarca metrekare ev ve çevresinde onlarca metre kare bahçe arasında sıkışan hayvanlar var.

İnsan yaşadıkça tükenip giden değerlerin daha da bir farkına varır oluyor. Hani farkındalık eşiği daha bir alçalıyor. Önceden şöyle düşünüyordum. Yayla yolları asfalt olsun insanlar gelip ziyaret etsinler,harcama olsun, ekonomi canlansın… Yok, artık istemiyorum. Çünkü insanımız şu an son gücüyle tüketme ve yok etme yarışında. İnsanın girdiği yerde doğa yok oluyor. Doğal hiçbir şey kalmıyor. Asfalt demek daha ulaşılabilir hale gelmek demek. Daha ulaşılabilir olan ise maalesef daha çabuk tükenen durumunda. Yine arılardan örnek vereceğim. Ana arı çiftleşmek için gökyüzüne doğru hızla yükselir ve sadece onun hızına yetişebilien güçlü erkek arı ile çiftleşir. Erkek arılar ana arıya ulaşıp neslini devam ettirebilmek için çok çaba harcarlar. Bende istiyorum ki yaylalarımızı onun kıymetini bilen insanlar kullansın. Bundan 30 sene önce yürüyerek gidilen yayla ve yaylacılık ne kadar güzeldi, insan ilişkileri ne kadar doğaldı birde şimdiye bakın…

Bu yazıyı okuyanlardan ricam, gidin yaylaya,doğayı keşfedin. On metre kare bir alanda kaç ayrı bitki ve böcek var bir gözlemleyin. Yaradanın bizlere sunduğu nimetleri bir görün. Ve ne olursa olsun bu nimetlere saygısızlık yapmayalım. Doğayı kirletmeyelim. Su kaynaklarımızın değerini bilelim.
Sevgiyle kalın…
 
Hüseyin DUMRU

09-07-2014



Google News Takip Et
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? ’te Bozkır Haber'e abone olun.
Google News Takip Et
Son dakika gelişmelerden anında haberdar olmak için WhatsApp haber kanalımıza katılın.

Yorum Gönder

0 Yorumlar
* yapılan yorumlar denetlendikten sonra yayınlanmaktadır.