Siyaset alanı pazarda pazarcıların, çığırtkanlığına, camide görevlilerin, okul münazaralarında öğrencilerin ve televizyonda yarışmacıların görünüş ve konuşmaları itibariyle birbirlerine çok benzetmektedir. Buralardaki sarf edilen emekten ve alın terinden daha fazlası siyasi arenada sarf edilmezse başarılı olunmaz. Cami görevi yapan arkadaş ne kadar âlim olursa olsun, ses ve hatiplik kabiliyeti yoksa cami cemaati yanında pek fazla itibar bulunmaz. Cami kürsüsünde konuşma yapan hoca efendi, konuşmasıyla cemaati etkileyemezse, kendisini dinleyecek cemaat bulamaz. Pazardaki satıcı, iyi çığırtkanlık yapamazsa, malını alacak müşteri bulamaz. Okul münazaralarında, öğrenciler tezlerini iyi savunmazsa, tezlerini sağlam temeller üzerine bina edemezlerse, yarışı kazanamazlar. Televizyon yarışmalarına katılan insanlar, kendilerine oy veren seyircileri ikna edecek davranış ve konuşmaları sergileyemezlerse, birinci gelemezler. İşte siyasi arenaya çıkan siyasetçiler de bunlar gibi olmalıdır. Yoksa başarılı olamaz. 12. Cumhurbaşkanı seçimleri de bunu bize göstermiş oldu. Galiba Ekmeleddin hoca bu anlattığımız olayları bile öğrenmiş olmamış ki gayet rahat, kahvede çay içerek secimi kazanabileceğine nasıl inanmış olabildi? Çünkü hiçbir acele, kaygı ve heyecan taşımadı. Demek ki kazanamayacağını zaten biliyordu. Üniversite kürsüsünden doktora öğrencilerine ders vermeye siyasetin benzemediğinin hocaya birisinin öğretmesi gerekiyordu.
Toplumun karşısında takdim edeceği kişinin ismini söylemekten aciz bir insana, toplum oy verir mi? Adama bunamış derler. İstiklal marşıyla, Çanakkale şirini bilmeyene kim oy verir? İhsan beyi destekleyenlere gelelim. Destekledikleri adayın tam ismini söylemekten acizler. Bu adayla, destekleyicileri arasında daha bir gönül bağı kurulmamış, kalplerinden bir birlerine giden yol oluşmamıştır. Oturup bir çay içip samimi şekilde konuşmaları da oluşmamıştır. Adayları ile destekleyicileri arasında yollar birbirleriyle kesişmemiştir. Bu siyaset Son Osmanlı ordusu gibi başı belli olmayan, savaştan başka her şeyle meşgul olan askerlerden oluşan bir siyasi figür görüntüsünü vermiştir. Öbür taraf ise, Kurtuluş savaşındaki sadece vatanını düşmanlardan temizlemek için ölmekten ve öldürmekten başka çıkar yol olmadığına bütün gönlüyle inanmış askerlerden oluşan İstiklal savaşı ordusuna benzeyen bir siyasi figürü sergilemiştir. Sonuç olarak da başarı Atatürk’ün askerleri gibi olan siyasi taraf seçimi kazandı.
Ateş olmayan yerde duman olur mu?
Ben Ekmeleddin Bey ve destekleyenlerin de duman göremedim. Ateş olmayınca yemek pişer mi? Alın teri yoksa emekte yoktur. Kim Ekmeleddin Bey gibi emeği, ateşi ve heyecanı olmayan adama oy verir? Fakat Cumhuru temsil makamındaki insanda, heyecandan daha çok, akıl, izan ve hikmet bulunmalıdır. Çünkü heyecanın zirvedeki bir adamda bulunması, ip cambazın ipten düşmesi kadar ülkeye zarar verir. Ama kazanmak için bunun tersi gerekiyor. Cumhurbaşkanını Meclis seçseydi, mükemmel bir aday oludu. Ama halk böylelerini seçemez. Çünkü çok dürüst!
Bugün iktidar sahipleri dostla düşmanla, dostluk kurabilecek kadar serinkanlı olması gerekir. Cumhurbaşkanı başkomutan olduğu için söylevleriyle davranışları uyumlu olmak zorundadır. Askerler önce yapar sonra da yaptıklarını millete duyururlar. Yapmadan söylemiş olsalar, gülünç olurdu. Her zaman ve her mekânda devlet yönetiminde bulunanlar yanlışlara kulak tıkarsa, hikmet sahibi olan insanlar İdeoloji ve inançlarını bir tarafa bırakarak baskıcılara ve kulak tıkayanlara karşı güç birliği yaparlar. Her dönemde böyle olmuştur. Buna örnek, hem CHP dönümünde hem de DP iktidarı zamanındaki yapılan despotizme karşı, İnsan hakları ve hürriyet için ilk Mecliste Ali kemal bey, Avni bey, Ali Şükrü bey gibi insanlar çalışmalar yapmışladır. 1945 yılına geldiğimizde İstanbul Üniversitesi Anayasa prof Ali Fuat Başgil öncülüğünde insan hakları derneği kuruldu. Ahmet Emin Yalmanda bu derneğe katıldı. DP’li Tevfik Rüştü önderliğinde Mareşal Fevzi çakmak Paşanın da bulunduğu ikinci insan hakları derneği de DP Menderes iktidarı despotizmine karşı kuruldu. Bu derneğe emekli elçiler, generallerde katıldı. Mareşal Fevzi Paşa 1946’da insan haklarını arıyoruz. Milliyet ve ideoloji söz konusu değildir, diye bir yazı yazdı. Bunun üzerine DP’liler başta Mareşal ve diğer DP’lilerin partileriyle ilişkilerini kestiler. Hatta Mareşali komünistlikle suçladılar. Adamlar kendilerini iktidarın hışmından zor kurtardılar. Bugün paralelci dedikleri adamların uğradıkları zulmü görüyoruz. Tarih tekerrür ediyor. Bu günkü Başbakan da kendine muhalefet edenleri paralel devlet, paralel yapı, ateist, solcu ve terörist” sözleriyle suçlaması geçmiş dönemlerdeki olanları ve yapılanları hatırlatmaktadır.
Yukarıda değindiğimiz gibi 1Ekim 1947’de Ali Fuat Başgil ve Ahmet Emin Yalman önderliğinde “Siyasete bulaşmadan, her türlü totaliter gidişe ve taassuba karşı çıkmak” amacıyla bir dernek kurup bir gurup aydınla bu doğrultu da çalışma yapmaya başladılar. Derneğin başkanlığını Liberal dindar Ali Fuat Başgil yapıyordu. Bu kurulan dernek, siyasi düşüncenin yanında, sosyal ve iktisadi konularla da ilgilenmekteydi. Dernek insanların fiil ve hareketlerine sağlam güvence altına alınmasında ve ifade hürriyetinin gerçekleşmesinde önemli çalışmalar yapmıştır. Dernek bu günkü sivil toplum örgütleri gibi kaynakları ölçüsünde hangi alanda bir hürriyet ve insan hakkı ihlali yaşanıyorsa, kamunun dikkatini çekebilmek için çalışmalar yapmıştır. Bu derneğin çalışmasıyla CHP’nin karşısına güçlü bir muhalefet çıkarmıştır. Bu nedenle 1946 seçimlerinde iktidar, muhafazakâr olan Şemsettin Günaltay’ı Başbakanlığa getirmek zorunda kalmıştır. Böylece halk dini hürriyetin havasını teneffüs etmeye başlamıştır.
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te Bozkır Haber'e abone olun.