Nicedir gezi yazısı yazmak nasip olmadı. Günlük hayatın koşturmacası, gezi gurubumuzda ki dostlarımızın ayrılması, uzaklaşması( dostlarıma ince bir sitemim var) ve diğer nedenlerle yazamadım. Çok istesemde elim bu gavur icadı klavyeye gitmedi.
Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla bismillah deyip başlıyorum. Okumaya okumaya köreldik yazı yazmaya uzun bir ara verdiğim için hatalarımız olacaktır şimdiden affola.
.
Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla bismillah deyip başlıyorum. Okumaya okumaya köreldik yazı yazmaya uzun bir ara verdiğim için hatalarımız olacaktır şimdiden affola.
Bozkırda kısa bir süre önce
facebookta kurulan Bozkır amatör fotoğrafçılar kulübünde planladığımız
bir geziydi. Geziye rağbet olmayınca gezi güzergahında değişiklik yapıp;biraz
uzatıp gezi güzergahmızı Bozkır-Dere-Dikilitaş Yaylası-Sülek Yaylası-Dipsiz
Göl-Kındam-Göktepe- İlvat Gölü-Merdiven Yaylası-Hanmuarı-Sarıot Yaylası- Aygır
Gediği ve dönüş olarak değiştirdik
16 ağustos sabahı saat 06:30 da Bozkır ilçe merkezinden Musa
Barut ve bendeniz Hüseyin DUMRU motorsikletle yola çıktık. Dere Köyünde Baki
GÖK bize dahil olacaktı ama motorsiklete benzin almak için geriden takip etmek
zorunda kaldı.
Sabah serinliğinde vurduk yollara. Yol uzun güzellikler ve
sürprizler bizi bekliyor. Sabah yedi
sularında Dikilitaş Yaylasında idik. Rakım: 1900
Dikilitaş yaylasında halkımızın minare diye adlandırdığı zirveden gün doğumunu izlemek bambaşkadır. Minarede habitat zengindir. Ama en ayırt edici özelliği kekikleridir. Bölgede benim tespitlerime göre en yüksek aromalı kekikler minarede yetişir. İnsan burada 6 ayda doğurur.
Minarede kekikler ve kekik çiçeklerinde harıl harıl çalışan arıları fotoğrafladık.
Duyulan motorsiklet sesi beklediğimiz kişiye aitti Baki
Gök namı diğer hoca hevesle geliyordu tozlu yollardan. Önce yayla evimizi
kontrol etti baktı ve bizi orada
bulamayınca hemen arılığın oraya yöneldi. Peşinden bizde yaylaya indik.
Planımıza göre kahvaltıyı yayla evinde yapacaktık. Evi bir
çeki düzene koyduktan sonra ocakbaşına geçip ocağımızı yaktık. Menü sıradandı,
patates kızarması, tahin,peynir,domates biber. Menüyü özel ve lezzetli kılan
ise işin doğallığı. Yediğimiz tüm ürünler keni mamülümüzdü. Çay demlendi
patates kızartıldı sofra hazır. Afiyetle
yedik. Çayımızı sindirirken yayla
ahalisinden Bekirin Dudunun Hayşa ablamız ziyaretimize geldi. Allaha çok şükür
ki hala bozulmamış geleneklerimizden birisini sergileyerek yoğurt ikramında bulundu. Yoğurta ne yoğurt
amma.. Tadını bilenler bilir yayla yoğurdunun.Biz ne zaman yaylaya gitsek konu
komşu hiç boş koymaz kimi yoğurt kimi
keş, kimi yumurta. Her daim ikram hazırdı dışarıdan gelene. Yedik içtik yarabbi
şükür deyip yola devam ediyoruz.
Dikilitaş Yaylasından Süleğe gidiyoruz. Uzun yazıdan Eldoğan
oluklarına… Eldoğan olukları seyrek ardıç ağaçlarının arasında biz bozkır
düzlüğüdür. Bizim yaylamız için ayrı bir anlamı vardır. Pikniğe gidilecek
yerler listesinde ilk sıradadır yayla ahalisi için. Eldoğan oluklarını geçiyor
sola dönüyoruz. Zirveye çıktığımız zaman bizi bir anda irileşen asırlık ardıç
ağaçları karşılıyor Rakım: 1911
.Hemen sol taraf Erenler diye adlandırılan bir
tepe. Ermiş bir zatın mezarı olduğuna inanlıyor. Zirveden aşağı doğru yeni yapılan orman
yolundan iniyoruz. Orman yolu yapılırken devrilen asırlık çınarları görüp
üzülmemek elde değil. Ama olası yangınlara müdahale için de yol şart. Ve
kıvrıla kıvrıla inen yoldan Ahırlı Beş Muarına iniyoruz. Adı üstünde beş ayrı
pınar vardı bir zamanlar. Şimdi ise iki göz kaldı geriye. Onunda etrafı çöplüğe
çevrilmiş insanlarca. Bu insanları anlamak mümkün değil. Güzelim doğayı kirletip giderken nasıl
vicdanlarrı rahat ediyor inanın
anlamıyorum. Beş muardan su içip yola devam ediyoruz. Oradan süleğe giden
yoldan geriye dönüp sorkun yaylasından süleği birkaç kare pozlayıp devam ediyoruz.
Sülek ovasından Dipsiz göle giden yolda oluşan deltalar
görülmeye değer, özellikle bahar aylarında rengarenk çiçekleri ile eşşsiz bir
güzelliktir.
Dipsiz göle varıyoruz. Rakım 1708. Torosların eteğinde minik bir göl.Nazar boncuğu gibi masum bir duruşu vardır. Yörük çocuklar gölde balık tutmaya çalışıyor,
Çatlı yayla bakkal Hasan Hüseyin DURTULUK seyyar satıcılık yapıyor. Bakkal malzemesi aklınıza ne gelirse, bizde iki ekmek alıyoruz.
Yola devam Sülek Yaylasından Gındam diye anılan ve bizi Göktepe ye ulaştıracak olan dik ve çakıllı yola doğru ilerliyoruz. Yol bahar sularının ikiye ayırdığı kayalığın sağından giden sarp bir yol. Solumuzda baharda gürleyen suyu hayal edebileceğiniz bir su yolu var. Sağınız kekik tarlası mübarek.
İlk mola yerimiz 1990 rakımlı bir yayla adını unuttum. On on beş kadar bir ev var. Yaylanın girişinde ulu söğütlerin arasına yapılmış adeta köşkü andıran bir köş yapılmış Köşte kurutulmak için ipe dizilen biberler patlıcanlar asılı.
İnsan o köşde 5 ayda doğururJ Yayla ahalisi
konuksever ve konuşkan tanışıp konuştuk, yol hakkında bilgi aldıktan sonra
müsaade alıp yola devam ediyoruz. Tırmanmaya devam.
Yol üzerinde zirveye yakın bir yerde tamamen mermerden
yapılan ve buz gibi suyu akan bir çeşme var Rakım 2100 sülekten tutunda sarıota
kadar tüm oba ayaklarınızın altında. Muhteşem bir manzara.Dağlar geven ve deve
dikenleri ile kaplı.İnsan burda 4 ayda doğurur
Zirveye çıkıyoruz nihayet rakım 2230.
Solumuzda geldiğimiz,
gördüğümüz güzergah; sağımız ise hiç bilmediğimiz yeni güzellikler. Zirveden aşağı doğru
iniyoruz. Yol boyu küçük su akıntıları her yer su bu dağda.
Zirveden bakınca
bahar aylarında güçlü bir su akıntısı olduğu ve akıntının bir göl oluşturduğu görülüyor. Hemen yanında
bir yayla.Kıvrılan yollardan o çekilmiş gölün olduğu yere iniyoruz. Genç taylar
sürüyoruz motorsikleti boş arazide… Çocuk gibi şenleniyor insan.
Sonbahar çiçekleri erken çıkmış bu yıl. Hakları kalmasın diye onların boydan vesikalıklarını çekiyoruz
Vakit öğleyi geçti uzun
bir yemek molası vermemizin zamanını
hatırlatıyor karnımızın gurultusu.
Yaylanın mümkün olduğu kadar kenarında olan çeşmenin yanına
durup ateş yakmak için üç ayrı koldan
ayrılıp çalı çırpı toplamaya gidiyoruz.
Ben göl suyunu yutan düdenlerin olduğu kayaçlardan geçmiş yıllarda
yeşerip kuruyan sığır kuyruğu otlarını
gözüme kestirdim. Bulduğum kadarıyla çeşmenin yanına gelinde Baki
hocanın etrafının çocuklar tarafından sarıldığını görüyorum. Bir yandanda orta
yaşlı bir teyzemizle sohbet ediyor hoca.
Çocuklar pırıl pırıl,tertemiz,bahardaki kar suyu gibi saf çocuklar…
Adının Emine olduğunu öğrendiğimiz teyzemize soruyoruz
“burası neresi?” Yörük şivesi ile “bey”
“beğ” “beğü” ile başlayan sonu çukuru
ile biten bir şeyler söylüyor. Ve yaylanın adının Beyçukuru olduğunu
anımsıyorum iş yerime gelen yörüklerin anlattıklarından hafızamda kaldığı
kadarıyla. Evet rakım 2017 ve biz Beyçukurundayız.
Derken doktor Musa
geliyor elinde üç beş çalı ile. Rastladığı bir teyzenin “guzum siz kimsiniz” sorusuna”.. işte geziyoruz, be Bozkırda
doktorum, arkadaş öğretmen falan “ diyince teyzenin bakışlarını değiştirip
yanından uzaklaşıp diğer kadınlara “yalan söylüyor, hiç gara çaydanlıklı doktor
olur mu?” diye fısıldaştıklarını anlatıyor gülerek..
Etrafımız bir anda meraklı bir kalabalıkla kapanıyor.
Anlaşılan yaylalı inanmamış bizlerin sıradan bir gezgin olduğumuza. Hepsinde
dedektif gibi şüpheli gözler ve sözler.. Biz meramımızı anlatmaya çalışırken
seyyar satıcılık yapan Çatlı Ahmet abi geliyor . O bizleri tanıdığını ve sözlerimizin
doğruluğunu teyyit ediyor, yayla halkı ve biz rahat bir nefes alıyoruz. Ondan sonrası Anadolunun
gerçek hikayesi… İkramların ardı arkası kesilmiyor; yayla yoğurdundan tutunda
tereyağı, yumurta marul,keş,peynir. Biz yeter getirmeyin dedikçe geliyor
ikramlar. Hani bizimkisi de istemem yan cebime koy gibi bir geri çevirme. 2017 metrede yemek
bulmuşum niye geri çevireyim ki.
Sağolsunlar bize erzak çantamızı hiç
açtırmadılar desek yeridir. Ben ömrümde böyle güzel tereyağı yemedim.
Yumuşacık, yeni yayılmış tereyağı, o yağda pişen yayla yumurtası yemede yanında
yat.Tabi meraklı kalabalık gittikçe çoğalıyor.Tanışıyoruz herkesle.
Süleyman amca, yaş 76 ama görseniz 50-55 dersiniz.
Yaşlanırmı o insan yaylada 3 ayda doğurur insan. Yaylanın hikayesini
anlatıyor.: İndiğimiz yol kenarında bulunan etrafı çevrili mezarlığı işaret
edip,” eskiden burada bir beğ konaklarmış, burayı çok severmiş, bu nedenle de
ölünce oraya defnetmişler. Yaylamızın adı oradan gelir. Aksekililerle sıkı bir
anlaşma yapmışlar. Yaylanın yollarının yapılmasına karşılık o gölü dolduran su
kaynağını içme suyu olarak vermişler. Kenan Evren döneminde olaylar çıkmış,
yaylayı ellerinden almak istemişler, kaymakamı,jandarmayı döverek göndermişler.
Mahkemelik oluncada gelen hakim ve savcıya birer koç ikram edip usulca aba altında sopa gösterip lehlerine
karar çıkmalarını sağlamışlar.
Bu arada baki hoca ve
yaylanın çocukları yumurtasına futbol maçı yapıyorlar. Yaylanın
en haşere çocuğu Süleyman amcanın aynı adlı torunu hemen kaleye geçiyor. Biraz oynadıktan sonra süleymanın kaleden azleden annesi geçiyor
kaleye ve iki gol kurtarıyor. Çocukların ifadesine gören baki hoca maçtan
kaçerrken Baki hocada maçı kazandıkları için bıraktığını ve hakkettiği yumurtaları istediğini söylüyor. Süleyman durup durup cebinden çıkardığı
torpili patlatınca 80 yaşlarında ki iki büklüm teyze mıh gibi doğrulup süleyman
hakkında hiç iyi sözler söylemiyordu.Gırgır şamata ile zaman nasıl geçti hiç
anlamadık.
Çocukların konuşmasında kulağıma geçen “kar kuyusu” nun
yerin sordum Yakınmış çocuklar tarifledi.İlvat gölünün nerde olduğunu sordum.
Yakın olduğunu söyleyip yolun tarifini
verdiler.Müsade alıp yola çıkıyoruz.
Yaylayı 1-1,5 km geçince solda bir çeşme var.O çeşmenin tam
karşısında araçların izini takip ediyoruz. Araya araya kar kuyusunu buluyoruz.
Kuyuya girmek için sırt üstü sürünmek gereksede giriyoruz. Önden ben ,
sonra doktor Musa ve en son Baki hoca.
Kuyu bir tabiat harikası. Muciceye yakın
. Düşünün ağustosun en sıcak günlerinde
2000 metre yükseklikte bir çukurda üşüyorsunuz. Kuyunun içi pırıl pırıl kar
dolu. Doktor Musa benden cesur davranıp
kuyunun dehlizine doğru ilerliyerek fotoğaf çekiyor. Fotoğraftan anlıyoruz ki o
karanlık dehlizde buz sarkıtları ve eriyen kar sularını yutan bir düden
var. Yanımızda getirdiğimiz poşetlere
kar doldurup çıkıyoruz. Kar
kuyusunun 25 metre altında içerisi su
dolu olan bir kuyu daha var.Su soluk yeşil. İnsan ürperiyor, ya düşersem diye.
Biraz soluklanıp yola devam ediyoruz ve karşımızda İlvat Gölü. Rakım 1957
Göl su seviyesinin bahar aylarında 3 metreyi geçtiğini izlerden anlıyabiliyoruz. Şu an ise bataklık sayılabilecek kadar az. Dağların suya yansımasını fotoğraflayıp vakit geç olmadan bildiğimiz bir yola girmek için ayrılıyoruz.
Bizi çok kötü bir yol bekliyor. yol yapıldığı günden bu yana hiçbir iş makinesi geçmemiş olsa ki taşlı kayalı bir yol. Zorlu bir 7-8 kmden sonra nihayet tanıdık bir yere geldik. Burası 1980 rakımında bir mermer ocağı. Baktığınız zaman beğenmediğiniz taşları bem beyaz mermer olarak görmek insana herşeyin görüldüğü gibi olmadığını anlaması için yeter bence.
Buradan da şunu söylemek istiyorum bu
ocaklar işletime kapatıldıktan sonra tabiatıın sürekliliğini sağlayacak şekilde
terkedilsin lütfen. Gördüğümüz manzara “ tüketen medeniyet canavarının “çirkin
yüzü idi.
Mermer ocağından ayrılıp çok eski yıllarda kum ocağı olarak
işletilen İnceler Yaylasının yanından geçip Kumlu Boğaza giriyoruz.1-2 km
uzunluğunda ki bu boğazdan akan güçlü akıntı getirdiği kumları buraya bıraktığı
için buraya Kumlu Boğaz demiş yöre halkı. Kumlu boğazın çıkışı ise Merdiven
Yaylası. Merdiven Yaylası da aslında Sülek Yaylası gibi lokal bir isimden
ziyade bölgede ki diğer yaylalarıda kaplıyor.Yaylanın adı ise yol üzerinde
hemen solda rahatlıkla görebileceğiniz, insanlar tarafından define amaçlı
tahrip edilen eski bir tapınak olduğu
rivayet edilen kayaca işlenmiş 7-8
basamaklı merdiven şeklinden alma.
Merdivenin sonunda büyük bir kabristan var. Bundan sonra
sürekli bir iniş bizi Han muarına götürüyor.
Gurup suyunun çıktığı yerin üzerinden geçiyoruz.Bir zamanların fenomeni
olmuş “ sudan geçen adam” videosunun çekildiği
yerden geçip Han muarına iniyoruz
. Han muarı buz gibi suyu ile
selamlıyor bizi. Aleykümselam deyip , bir evladın annesinin bağrına sokulur
gibi giriyoruz çimenliğe. Artık neredeyse gelenekselleşen bir han muarında
iftar gezimiz geliyor aklımıza, gülümseyerek yad ediyoruz Yakup Çetinin şişte
çorap kurutmasını.. Han muarı kıymetini
bilene muhteşem bir güzellik. İnsan
burada 2 ayda doğurur.Biraz su koyup birer bardak kahve içip yemeği Aygır
Gediğinde yemek üzere yola devam ediyoruz.
( Değerli devlet büyüklerim,kaymakamımız,belediye
başkanımız, KOSKİ müdürümüz sizden şahsi ricamdır. Ne olur ne amaçla olursa olsun dokunmayın Han muarına.
Oraya girecek olan bir iş makinesi sonu olur bu tabiatın)
Sırasıyla Sarıot ve
Çat yaylasını geçiyoruz. Bakkal Hasan Hüseyin
amcadan iki ekmek daha alıp
Aygıra inişe geçiyoruz.
Karacahisar yol ayrımının oradan akşam karanlığında çalı çırpi toplayıp Aygıra
gidiyoruz.Akşam yemeği , çay sohbet derken saat 22:00 oluyor ve bizim için
güzel bir gezinin sonu geliyor.
Bu geziye beni kırmayıp eşlik eden Dr.Musa Barut’a, biricik
eniştem Baki GÖK’e yörük Süleyman amcaya, Emine teyzeye ve ismi aklıma gelmeyen
diğer yörüklerimize bu güzel gün için
sonsuz teşekkür ederim. Allah sizlerden razı olsun. İkramlarınızın karşılığını hem bu dünyada hem mahşerde
alasınız.
Allaha emanet olunuz. Hüseyin DUMRU.22-08-2014
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te Bozkır Haber'e abone olun.
gezi notları konusunda muhteşemsiniz, akıcı sıkılmadan takip edilebiliyor,yalnız han pınarından daha iyi bir yere gitmeyin,hafazan allah insanoğu doğumu bir güne filan indirirse,dünyanın hali nice olur düşünemiyorum bile, klavyeye basan parmaklarınıza sağlık,
YanıtlaSilyola çıkmak yoldan çıkmaktır der eskiler
YanıtlaSil