Sayın başbakanımızın enerjisini ve bitmeyen ülkeye hizmet aşkını ekranlardan izlerken 1982 Mart ayında Burdur 57. Tugayında kısa devre askerlik yaparken oradaki gördüklerimi ve duyduklarıma dayalı bazı olaylar anımsattı. O günlerde epeyce yedek Subay adayı toplanmıştı. Bunların çoğu da bir ideolojinin eseri olmuşlardı. Askerliklerini yedek subay olarak yapmasalar maaş akacaklardı. Bütçe yeterli gelmeyecekti. Bu nedenle 12 Eylül yönetimi birikmiş olan yedek subay adaylarını bir çırpıda bitirmek istemişti. Bunların çoğu da ön lisans çıkışlıydı. Kısa devre askerlik yaptırarak birikmişleri eritmişti. Askerliğimizi yaptığımız Tugayın, sırtını dağlara vermişti. Bazen çöldeki gibi fırtına olurdu. İşte o an en keskin soğuklar olurdu. Soğuktan burnunda kızarıklık ve yara olmayan asker yoktu. Zaman zaman askerlere, Kurmaylar Subaylar tarafından 12 Eylül öncesiyle ilgili ülkeyi bölmeye çalışan sol fraksiyon ve diğer bölücülerle ilgili bilgi vermek için konferanslar verirlerdi. Askerler arasında, Subayın sözlerinin anlaşılmasına engel olmak amacıyla kasıtlı öksürükler olurdu. O zaman bunu yapmak cesaret işiydi. Demek ki, toplumsal olaylara katılmak insana cesaret veriyor.
O günlerde Egede Denizinde, Yunanlılarla ilgili bir sorun olduğu, savaş çıkma ihtimalinden söz ediliyordu. Fakat o zaman görebildiğim kadarıyla silahlarımız gülünç denecek kadar ilkeldi. O zamanlar düşünürdüm, askerler siyasetçilere bu eksiklileri bildirmiyorlar mı? Bu ülke silahsız ve eğitimsiz askerle savaşa girmekten dolayı tarihte çok harp kaybetmişti. Bulgar'ından, Yunan'ında çok şamar yediğimizi, ne zaman unutmuştuk? Yoksa tarih askerler için sadece bir tekerrürden ibaret miydi? Türk milletini yönetenler için ders almak yok muydu? Bu ilkel askeri malzemeleri gördüğümde, Enver Paşanın 93. Harbinde Ruslarla yaptığı savaşta, Mehmetçiğin malzemesizdik yüzünden ötürü ne hallere düşürüldüğünü, sefil manzaraları gözlerimiz önüne getirdiğimizde içimiz sızlamaktaydı.
Bir de Atatürk'ün yaptığı Kurtuluş savaşını düşünelim. 93. Harbinde hiçbir hazırlık yapılmadan çıplak askeri harbe cepheye sürerek zafer kazanma hırsına kapılmaya karşılık, M. Kemal Atatürk bunun tam aksini yaparak hareket etmişti. Atatürk askeri hazırlıkları araç ve gereçleri tamamlamadan meclisteki yapılan tazyiklere aldırmamış, askeri harekâta kalkışmamıştır. Tarihi tecrübelerde ona yol göstermiş olabilir. O günkü Tugay komutanının yeğeni, Amerika'dan gelmişti, Oda bizim beraber orada askerlik yapmaya gelmişti. Fakat torpil yoktu. Askerliğini bizimle birlikte eğitim alanında yaptı. Askerlerin gözünde o komutan daha da büyüdü. Günümüzde siyaset yapanlarda adil olan var mı? Basının duyurduklarını duyabiliyoruz. Duyduklarımız haksızlıkların hangi boyutlara dayandığını gösteriyor. Önceleri ideoloji ön plandaydı. Onun şerefi vardı. Şimdilerde şeref sadece akrabalar akraba ve yakınları korumaya geldi. Askeri tamamen sivil otoritelerin emrine alarak onlardaki kaliteyi de düşürecekler. Amaçlıyorlar bu mu?
Burada yazımın başlığında söz konusu ettiğim atom karınca sözüne gelelim: Bizimle beraber askerlik yapan bir yedek subay vardı. Gece nöbetti tuttuğu zamanlarda askerleri denetimlerinde habersiz sürünerek nöbetçi askerleri ansızın arkadan yakalardı. Tabi bizlerde mermi yoktu. Eski Kırıkkale tüfekleriyle nöbet tutardık. Arkadaşlar, Subayın adını atom karınca koymuşlardı. Sayın başbakanımız, Boğaziçi gibi bir üniversite akademisyenlik yaparak kalitesini göstermiştir. Hoca başarı bir akademisyendi. Başbakanı izlediğimde askerdeki as subayının heyecan ve motivasyonunu görüyorum. Başbakan hitabetlerinde zorlanmaktadır. Üzerinde baskı var izlenimi vermektedir. Çünkü kelimeler boğazında düğümlendiği için akıcılıktan uzak görülmektedir. Başbakanlık makamı ortaklığı kaldırmaz. Davut oğlu, ders verdiği kürsünde bağımsız olduğu gibi Başbakanlığında da masaya yumruğu vurarak Vekiller üzerinde otoritesini göstermelidir. Partide iki başlılık olmaz. İstenen uydu olması ise, Ona yakışmaz. Partide Başbakanın sözüne değil, Tayyip bey ne diyeceğiyle amel etmekteler. Böylece ülke ve devlette Tayyip beyin tek adamlık otoritesinin pekişmesine hizmet etmiş olur. Bu kibirli gidişe engel olmak ülkesini seven kişilik sahiplerinden öncelikle beklenir. Davutoğlu " FATİHİN DURUŞUNU "hatırlatmalıdır.
"Geçmiş dönemlerde Bankacı ve Mutemetler Müşterilerin parasını borsaya yatırırlar, kaybet ettikleri duyulunca cezasını canlarıyla öderlerdi. Ak parti ülkenin Ortadoğu'yla ilgili menfaattarı konusunu borsa oynadı ve kaybetti. Ceremesini kimin ödemesi gerekir? Bu sorgulama seviyesine yükselmiş halk olsaydı, devleti tahribata cesaret edemezlerdi. Helal olsun iki taraflıda kesir."
Cemal Çalışkan
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te Bozkır Haber'e abone olun.