Recent Comments

Sille Ve Bozkır

Geçtiğimiz hafta en son 2010 yılında ziyaret ettiğim Konya-Sille’ye gittim.  5 yıl önce gördüğüm Sille ile çok farklı o gün ki gördüğüm Sille.

Beldeye girer girmez gözüme çarpan ilk şey dere yatağının ıslahı ve yeniden imarı idi. Beldenin tarihi dokusuna uygun bir şekilde doğal taşlarla imar edilen dere yatağı üzerinde estetik değeri olan köprüler, dere yatağının sağında ki ticari işletmelerin otantik görünümleri ve tüm bunları ticari kazanca çevirmeye çalışan yerel satıcılar. Dere yatağı diyorum ama derede akan su var ile yok arasında olmasına rağmen, kusurlarına rağmen güzel dizelenmiş pompa ve fıskiye sistemi ile ayakta ve canlı görünen bir dere…
Beldeyi geziyorum. Beldede başarıya ramak kalmış bir yenileme çalışması yapıldığını; yenileme projesinin aşamalarından olan numaralandırma sisteminden arta kalan duvarlardaki kâğıtlardan anlayabiliyoruz. Cadde üzerinde olan binalar taş kaplama ile bir ahenge sokulmuş. Birçok ev gerçeğine uygun şekilde yenilenmiş ve birkaç tanesi sanat atölyesine döndürülmüş. Geziye devam ediyorum; bir şehrin en sağlam yapıları elbette ibadethaneleridir ki Sillede ki camiler bundan yeteri kadar faydalanmış. Sokaklar meşhur Sille Taşı ile kaplanmış. Tüm bunlara rağmen benim gözüm sürekli olarak beldenin ortasındaki derede. Bir an Bozkır’da akan o güzel derenin heybeti geliyor gözümün önüne ve üzülüyorum; biz maalesef deremizin kıymetinin ya farkında değiliz ya da kıymetlendirme konusunda yetersiziz diye düşündüm
Sille sokaklarında terk edilmiş, yıkılmış ve yıkılmak üzere olan tarihi binalar arasında sanatsal değer taşıyabilecek fotoğraf kareleri ararken evlerin birinden çıkan orta yaşlı bir amca bize seslenerek,  görmemiz gereken bir ev olduğunu istersek onu gösterebileceğini söyledi. Bu misafirperver daveti havada kaparak amca önde biz arkada bir evin kapısına geldik. Kapıda terk edilmişliğin acı ifadesi olan kilitsizlik ve ayrıklık karşıladı bizi. Amca binayı açtı, bizi içine davet etti. Eve girdiğimizde gördüğüm manzara beni çok etkiledi. Evin giriş katından ikinci katına çıkan ahşap merdivene sanki iki ebeveyn kavgasında atılmış eşyalar gibi atılan bir birinden renkli yorganlar vardı. Yorganlar çocuk yorganı idi. Bir an için gözümü kapadım ve 4 ayrı renkte olan yorganların sahibi dört ayrı çocuğu olan cıvıl cıvıl bir ev gördüm. Çocukların yatak odaları üst katta idi, geniş holü olan girişte ise mutfak ve banyo birde büyükçe bir oda vardı. Son zamanlarda eski ahşap gömme dolapları sökülüp cilalı suntalardan yapılan mutfak dolapları olan mutfakta bir zamanlar kim bilir ne güzel yemekler pişirdi evin annesi.. Ve çocuklar, daha sofra kurulmadan yemekten aşıran çocuklar, eve yorgun gelen babanın elini yüzünü yıkadığı lavabo... Ev sahipleri tarafından 8-10 yıl önce yenileme çalışmalarında devletten para koparma derdine düşen uyanık bir tüccara satılmış. İşe yarar eşyalar alınmış fakat korkulardan gizlenilen işlemeli yorganlar bırakılmış. Kısacası geçmiş paraya satılmış. Belki çok geçerli nedenleri vardı ev sahiplerinin ama bu öykünün hazinliğini değiştirmiyordu. Bu evde diğer birçok ev gibi kaderine terk edilmiş ve yıkılmayı göçmeyi bekliyordu. Her neyse. Evin ikinci katında gördüklerimde en az girişi kadar etkileyici güzellikte idi. Pencerelerdeki korkuluklar usta bir demircinin ruhunu üflediği sanat eserleri idi.

Evden ayrılıp Sille’nin meşhur Şeytan Köprüsüne doğru ilerlerken gördüğüm manzara beni çok üzdü. O kadar güzelliğe sahip olan beldenin her yeri çöplük gibiydi. Şeytan Köprüsüne ilerledikçe yol kenarlarındaki pislikler beldeye dair o ana kadar olan tüm iyi gözlemlerim üzerine dökülen zift gibi kapladı. Bir an aklıma Bozkır’ım geldi. Evet, belki Sille gibi şanslı değildi. Konya il merkezine yakınlık avantajını iyi değerlenirmiş Sillenin çöpleri ile dağların arasına sıkışıp kalan ama pırıl pırıl beldem geldi. Evet, yiğidi öldürüp hakkını yememek gerekirse Bozkır temizlik alanında son bir yıldır çok başarılı idi. Bunu anlamak için biraz geç kalmış olabilirim bu nedenle Bozkır Belediyesi fen işlerine, temizlik ekibine çok teşekkür ederim.
Sille geçmişinin tüm ihtişamına rağmen ne oldu nasıl oldu ise bir dönem terk edilmiş ve son yıllarda yeniden diriltilmeye çalışılırken Bozkırım terk edilmenin eşiğinde. Bunu görmemek için kör olmak gerekir. Şimdi varmak istediğim yere doğru yazıyorum. Silleyi bu gün Sille yapan terk edilmiş ama henüz yıkılmamış evleri ve tarihi değere sahip imaretleridir. Bizler bu değerleri iyi korumalıyız ki ilerleyen yıllarda olası bir iyileştirme çalışmasında işlenebilir, yeniden imar edilebilir ve Bozkır kültürünü gelecek nesillere taşıyacak olan mimari yapıların sayısı yapılacak olan masrafın getirisini götürüsünden fazla hale getirsin.

Son yerel seçimlerden bu yana Bozkırda her alanda ciddi, adım adım ve planlı bir şekilde yürütülen çalışmaların temelinde elbette ülkemizin istikrarının payı tartışılamaz boyuttadır. Devletimiz Bozkırı terk edilmeden kurtarmak istiyor. Peki, biz vatandaşlar olarak, birey olarak üzerimize düşeni yapıyor muyuz? Maalesef hayır! Gerek ilçe merkezi gerekse belde, köy ve mahallelerde devam eden tahribat korkutucu boyuttadır. Bunda ekonomik olarak yaşadığımız sıkıntıların payının büyüklüğü kadar ata yadigârlarına gereken değeri vermememizin de payı vardır. Belediye ekiplerinin tüm gücü ile yapmaya çalıştıkları pırıl pırıl, çiçek gibi Bozkıra attığımız çöplerden tutunda gelişigüzel parkedilen araçlara varıncaya kadar aklınıza ne gelirse…

Biliyorum, yazımı farklı bir biçimde tamamlamam gerekirdi ama aklımdan o kadar çok şey geçiyor ki toparlayamıyorum. Son söz olarak şunu söylüyorum. Bu Bozkır hepimizin ve biz ona ne kadar sahip çıkarsak o kadar daha hayatta kalır. Bozkırımızı sevelim ve koruyalım…

18-12-2015 Hüseyin DUMRU


Google News Takip Et
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? ’te Bozkır Haber'e abone olun.
Google News Takip Et
Son dakika gelişmelerden anında haberdar olmak için WhatsApp haber kanalımıza katılın.

Yorum Gönder

0 Yorumlar
* yapılan yorumlar denetlendikten sonra yayınlanmaktadır.