Rahmetli babam Ali Güzeldülger ile ilgili hatıralarımı yokladığım zaman, hafızam beni öncelikle Adana'nın Bahçe kazasına götürür. 11.12.1967 de babam Bahçe'de göreve başladığında doğumuma 38 gün kadar kalmıştı. Anne ve babama sorma fırsatım olmadı babamın doğumumda başımızda olup olmadığını, ancak kaderin garip bir cilvesi olarak 18.01.1958 de tayin edildiği Bozkır Müftülüğünde 9 yıl kadar görev yapan babacığım 18.01.1967 de muhtemelen gurbette benim doğumumu haber almış olmalı.
Kıymetli Anneciğim Sabriye hanıma Bozkır'dan neden ayrıldığımızı sorduğumda , Ali Bircan isimli bir zatın yakınını Diyanet kadrosuna aldırmak istediğini, Babamın da onu imtihan ettiğini, imtihanda yeterli görülmediği için bu şahsa görev verilmediğini, dönemin içişleri bakanı Faruk Sükan'a parti vasıtasıyla babamın şikayet edildiği ve memleketimiz Bozkırdan önce Korgan'a oradan da Bahçe Kazasına tayininin yapıldığını ifade etmiştir. Rahmetli babam bu konudan hiçbirzaman şikayetlenmemiş ve başına gelen musibetleri Bakara Suresi ayetlerinde buyurulduğu gibi mevla'nın hayra tebdil etmesini niyaz etmiştir.
Yine annemden dinlediğim hatıralarda bana olan hasretinden dolayı şiirler yazdığını ifade etmiştir. Ancak maalesef bu şiirlerden bugüne ulaşan bir nüshaya rastlayamadım. Çocukluğumda elinde çoğu zaman Mehmet Akif Ersoy'un Osmanlıca Safahat isimli eserinden yüksek sesle ve ayakta coşkuyla şiir okuduğunu hatırlıyorum, Şairliğimin babamın şiirsever tabiatından neşet ettiğini düşünüyorum.
Rahmetli Babacığımın en belirgin özelliği kalbinin temiz ve saf oluşuydu, kötülükten, artniyetten bir kırıntı dahi görmüş, duymuş değilim. Şikayetçisi yoktu. Duyduklarına hemen inanan bir yapısı vardı. Toplumda her kesimden insanla iletişim içindeydi, kapısı herkese açıktı, insanlar arasında siyasi görüş, zenginlik, yoksulluk vb. kriterlere önem atfetmez, elinden geldiğince Allah'ın Hak dinini çevresine anlatmaya ve sevdirmeye çalışırdı.
Babacığımın dedeleri Hüseyin efendi, dere nahiyesinde sanatkar bir yapı ustasıydı. Halihazırda Dere Mahallemizde Orta Cami, olarak bilinen ibadethane ve müştemilatını babamın dedesi inşa etmiştir. Caminin duvarına yerleştirilen bir taşa ''Bismillah amele Hüseyin'' ibaresini yontmuş ve künyesini eserin mimarı olarak camiye yerleştirmiştir. Bu nedenle soyadı kanunu çıktığında Güzeldülger soyadını almıştır ailemiz.
Rahmetli babacığım, ilk derslerini imam ve hafız olan babası Mehmet efendi'den almıştır. Genç yaştayken annesi Azime hanım vefat etmiş, annesine olan sevgisini de ilk doğan kız çocuğuna ismini vererek, kızını annesine olan sevgisinin bir tezahürü olarak annesini sever gibi sevmiştir.
İlk mektebi üstün başarı ile 16.05.1942 de bitirmiş ve Ahırlı Nahiyesinde mukim Tevfik Efendi'nin rahle-i tedrisinde islami ilimler tahsil etmek üzere medreseye kaydolmuştur.
Babacığım Tevfik efendiden Arapça Sarf, Nahiv, Mantık, Kıraat, Hadis, Fıkıh, Feraiz, Cebir gibi hem pozitif hem de İslami ilimler tahsil etmiştir.
Üstün zekâ ve gayretiyle üstadının bütün ilmini kendisinde toplamayı başarmış, Çoğu zaman kitap okurken oracıkta uyuyakalırmış. Bir gün rüyasında yeşil sarıklı zatları medreselerini ziyaret eder halde görmüş, sabah hocasına rüyasını anlattığında ise hocası ona "Evlat sen bizi sahipsiz mi zannettin?" diyerek hocası latife etmiştir.
Her açıdan zor bir dönem olan 1945-1956 yılları arasında Tevfik Efendi küçük bir köy evinde verdiği derslerde talebelerinin ulaştığı seviyeden duyduğu memnuniyeti; "Oturduğumuz ahır sekisi/Çaldığımız İstanbul türküsü'' diyerek neşeyle dile getirmiştir.
Medreseye ilgi yoğun olup civar köylerden pek çok talebe ilme talip olarak Ahırlıya gelmiş ve ilim tahsil etmiştir.
Rahmetli babam çoğunlukla hocasından birebir yani karşılıklı eğitim aldığından hocasının ilmini damla damla hafızasına nakşetmiştir.
Medrese tahsilini tamamladıktan sonra bir süre Apa nahiyesinde imamlık yapmış olup, ramazan ayında gelen bir davet üzerine de Tarsus'a gitmiş, ilim sohbetlerine iştirak etmiş, hatta bir mecliste konulara hakimiyeti ve cevapları meclisin yaşlı ve ilim sahibi insanları tarafından dikkati celbedip, yaşı itibariyle kapıya yakın oturan babamı baş köşeye davet edip yanlarına oturtmuşlar, ondaki yüksek ilimden ramazan ayı boyunca istifade etmişler, ramazan ayının bitmesine yakın da 'aman hocam memleketine dönme, yeme, içme, iaşe herşeyine kefiliz, buradan seni evlendirelim ' diye ilgi alaka göstermiş olsalar da Rahmetli annemle evlenmek üzere Bozkır'a geri dönmüştür.
Babacığım hocasından aldığı icazetle Ankara'ya müftü yardımcılığı sınavına gidecektir. Tevfik Efendi, talebesine sınav heyeti başkanına verilmek üzere bir zarf verir. Babam ayağında kara lastik, üstünde köylü kıyafetiyle sınav salonuna girer ve kendisini takdim ederek zarfı heyete teslim eder. Heyet başkanı zarfı açar. Mektupta, "Bu gelen benim en gözde talebemdir. Kendisine kenarda köşede kalmış ne kadar zor soru varsa, sorabilirsiniz" yazılıdır. Babam hocasının kendisine yardım edeceğini düşünürken, Tevfik Efendi talebesinin keskin zekâ ve ilmine olan güvenini sınav heyetine ispatlamak istercesine bu muzip notu kaleme almıştır.
Sınavda heyetin takdirine şayan olarak Müftü Yardımcılığı görevi alarak Diyanet İşleri Başkanlığı nezdinde islama hizmet etmek üzere yola koyulmuştur.
1957 yılında Kütahya Müftü Yardımcılığı, sonrasında sırasıyla, Bozkır, Adana-Bahçe, Doğanhisar ve Hadim ilçelerinde Müftülük hizmetinde bulunmuştur. Özellikle Bozkır Müftülüğü döneminde pek çok talebe yetiştirmiştir. Osman Güleç , Abdülkadir Taşpınar , Halil İbrahim Altuntaş, Bademlili Ali, Bademlili Seyit, Bademlili Mustafa Öztürk, Meyreli Ömer Gündoğdu, Işıklarlı Bozkır Camii Müezzini Kadir hocam gibi hocaefendileri burada zikredebiliriz.
Babam ayrıca Yukarı Mahalledeki Büyük Kuran Kursu ve Camii'ni Bozkırımız'a kazandırmıştır. 1973'de İmam Gazali'den Türkçe'ye kazandırdığı İman ve İhlas ile İslam ve Sapıklık isimli iki eseri halkımızın hizmetine sunmuştur. Yayınlanmak üzere sağlığında bu eserlerden ayrı tercüme çalışmaları da olmuştur.
Rahmetli babacığım, Tabiatla uğraşmayı çok severdi, Hadim'de görev yaparken şehre 7 km uzakta bir bahçe almıştı, orada her türlü sebzeyi eker yetiştirirdi, otları biçer düvenle at üzerinde otları saman haline getirip hayvanı olan Hadimlilere verirdi.
1981 yılının hac döneminde Diyanet İşleri Başkanlığı kafile başkanı olarak kendisini görevlendirmişti. 30 yıla yakın hizmeti bulunduğu ve emeklilik zamanı yaklaştığı için bizi Bozkıra göndermiş kendisi Hadim'de kalmıştı. Hadim'den bizimle vedalaşmak üzere Bozkıra geldi. Ben o zaman Lise 2. Sınıftaydım, öğlen yemeği için eve geldiğimde babam evdeydi, sarıldık hasret giderdik, yemekten sonra annemle ve kız kardeşimle vedalaştı, ben de okula döneceğim için birlikte yola çıktık. Kapıdan adımını atar atmaz 'Lebbeyk Allahümme Lebbeyk, Lebbeyke La Şerikeleke Lebbeyk' nidalarıyla telbiye getirmeye başladı. Yukarı mahalleden aşağı merkeze doğru yürümeye başladık, ben neden yüksek sesle telbiye getirdiğini sordum, Evden Hac niyetiyle ayrılmakla Telbiye getirmenin müstehap olduğunu ifade etti, ayrıca Mekke ve Medine'nin çok güzel olduğunu, o topraklara gidersen bir daha buralara geri dönmek istemezsin diyerek bana da tavsiyede bulundu.
Yolda ilerlerken bana bir sırrını açtı, Babacığımın bu kutsal topraklara ikinci seyehatiydi, İlkinde yaşlı ve gidecek gücü bulunmayan dedem Hafız Mehmet efendinin niyetiyle, onun verdiği parayla, onun nam ve hesabına hac görevini ifa etmişti.
Babam o gidişinde Mısırlı alim bir zatla karşılaşır, o babamı tanır, babam da onu, iki yabancı alim , Yüce Allah'ın lütfuyla rüyalarında birbirine gösterilir ve zamanı ve mekanı tahakkuk ettiğinde de birbirlerine kavuşurlar. Oturup sohbet ederler, hasret giderirler.
Babacığımın bu sırrını yaklaşık 6-7 yıl bize açmaması ve bu gidişinde benimle paylaşmasını şimdi daha manidar buluyorum doğrusu.
Babacığımı otogarda İmam Hatip hocaları ile yolcu ettik, bu onu son görüşüm oldu.
Sonradan öğrendiğimize göre Babam kafilesine kutsal topraklarda kalmak isteyenlerin kendisiyle birlikte dua etmelerini istemiş, mekke'de şeytan taşlama vazifesi günü, kafilesinden bir hacı kaybolmuş, babam da o hacıyı uzun saatler güneş altında aramış, ancak bulamamış, şeytan taşlama vazifesinden geri kalmamak için yola koyulmuş, ancak güneş vücuduna iyice tesir ettiğinden, tünellerin girişinde yere yığılıp kalmış, medrese arkadaşı Dereli Mustafa Çınar hocam da o esnada o bölgeden geçiyormuş, 'Şurada bir türk hacı var bayılmış' sesini duyunca o yöne yönelmiş, bir de bakmış babam orada yatıyor, hemen müdahil olmuş (Allah ondan razı olsun) , babamı hastahaneye yetiştirmişler. Babam mekkede hastahanede müşahede altına alınmış, tedavisi devam ederken kafile medineye hareke edince babamı da medinedeki hastahaneye nakletmişler.
Bu arada babamın durumu kötüleşmiş ve Medinede rahmete kavuşmuş. Kendisi Diyanet İşleri Teşkilatının girişimiyle Cennet-ül Baki Kabristanına, Mustafa Çınar hocamın tarifiyle Hz. Osmanın mezarına doğru yüzünüzü döndüğünüzde size göre sağ tarafınızda kalan adalardan birine defnedilmiş.
Allah Rahmete kavuşan Üstadı Tevfik Efendi'den ve onun talebelerinden razı olsun inşallah.
Abdullah Güzeldülger, İstanbul, 13.01.2016
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te Bozkır Haber'e abone olun.
Hocamızı 10 yıl önce ilkkez kaleme alıp herkese duyurduk ama bir cümle de olsa geçseydik iyi olurdu diye düşündüm. Bozkıra ait tüm değerli adamları yazdım kalıcı hale getirmek için ancak pek bilinmedik.maalesef tevfik efendi yazımız alıp kopyala yapıştır yapmışlar.neyseki sağlık olsun. Saygılarımla.
YanıtlaSilAbdullah abi eline sağlık. Babanızı kaleme aldığınız bu yazı ile ilçemizin bir manevi mimarı hakkında bilgi sahibi olduk. Medine ufuklarında Allah'ın nuruyla, ümmetini selamlayan gül yüzlü nur Peygamberin selamı şefaati Ali hocamızın üzerine olsun. Amin.
YanıtlaSilHayati SALLAN
GSB Başdenetçi-ANKARA
Çok duygulandım mekanı cennet olur inşallah.Ne mutlu ki Abdullah Güzeldülger gibi güzel bir insanı topluma kazandırdığı için,Allah ondan razı olsun.
YanıtlaSil