Son günlerin gündemden düşmeyen, hemen hemen her aklı selim insanın tepkisini üzerine çeken; kendilerini akademisyen olarak tanımlayan şahısların "BU SUÇA ORTAK OLMAYACAĞIZ" başlıklı bildirinin farklı bir bakış açısıyla değerlendirmesi gerekliliğini düşündüm. Bildiriyi bir hatırlayalım.
"Türkiye Cumhuriyeti; vatandaşlarını Sur'da, Silvan'da, Nusaybin'de, Cizre'de, Silopi'de ve daha pek çok yerde haftalarca süren sokağa çıkma yasakları altında FİİLEN AÇLIĞA VE SUSUZLUĞA MAHKÛM ETMEKTE, yerleşim yerlerine ancak bir savaşta KULLANILACAK AĞIR SİLAHLARLA SALDIRARAK, yaşam hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı başta olmak üzere anayasa ve taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ile koruma altına alınmış olan hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlal etmektedir. BU KASITLI VE PLANLI KIYIM Türkiye'nin kendi hukukunun ve Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası antlaşmaların, uluslararası teamül hukukunun ve uluslararası hukukun emredici kurallarının da ağır bir ihlali niteliğindedir. DEVLETİN BAŞTA KÜRT HALKI OLMAK ÜZERE TÜM BÖLGE HALKLARINA KARŞI GERÇEKLEŞTİRDİĞİ KATLİAM VE UYGULADIĞI BİLİNÇLİ SÜRGÜN politikasından derhal vazgeçmesini, sokağa çıkma yasaklarının kaldırılmasını, gerçekleşen insan hakları ihlallerinin sorumlularının tespit edilerek CEZALANDIRILMASINI, yasağın uygulandığı yerde yaşayan vatandaşların uğradığı maddi ve manevi zararların tespit edilerek tazmin edilmesini, bu amaçla ulusal ve uluslararası bağımsız gözlemcilerin yıkım bölgelerinde giriş, gözlem ve raporlama yapmasına izin verilmesini talep ediyoruz. DEVLETİN VATANDAŞLARINA UYGULADIĞI ŞİDDETE hemen şimdi son vermesini talep ediyor, bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak sessiz kalıp bu katliamın suç ortağı olmayacağımızı beyan ediyor, bu talebimiz yerine gelene kadar siyasi partiler, meclis ve uluslararası kamuoyu nezdinde temaslarımızı durmaksızın sürdüreceğimizi taahhüt ediyoruz."
Yukarıda yer alan bildirinin içeriğinde yer alan bazı ifadelere tepki göstermemek, isyan etmemek için insanın düşünce melekelerini kaybetmesi gerekir. Tepki tamam; esas üzerinde durulması gereken bu insanlar kim, bunlar uzaydan mı yoksa başka bir ülkeden mi geldiler?
-Hakikaten kim bunlar?
İşin kolayına kaçıp bunlar Ermeni, Rum, Rus; olmadı Yahudi, İngiliz uşağı v.s. suçlamalarıyla gerçeklerin üzerini mi örtelim?
Devletine ve milletine karşı bu kadar kin içeren bildiriye imza atan bu insanların kahir ekseriyeti Türkiye Cumhuriyeti'nin okullarında öğrenim görmüştür. İmza atan bin küsur kişi olsa bile bu zihniyete sahip insanların düşündüğümüzün çok çok üzerinde olduğunu bilmeliyiz.
Şehirlerde mevzilenen; evleri, yer altını cephanelik yapan ve her gün güvenlik kuvvetlerimizi ve insanlarımızı katleden bir şer örgütüne "silahları bırakmaları" için çağrıda bulunmaları gerekirken; devletimizi ve güvenlik güçlerimizi ağır bir şekilde suçlayan bu insanların içinde bulundukları ruh halini nasıl tarif edebiliriz.
-Bu nasıl zihniyet bunalımı; bu çılgınlık niye; bu düşmanlık kime?
-Söyleyecek sözü olan varsa söylesin!
Bu sadece iktidara, cumhurbaşkanına, başbakana düşmanlıkla açıklanamaz. Bunun temelinde bir şeyler olmalı, bu insanlar bu hale nasıl geldiler?
Yarınlarımıza daha güvenli bakabilmemiz için bu insanları bu hale getiren sebepler her neyse onu araştıralım ve gelecek nesillerimizi bu tür zihin erozyonlarından muhafaza edelim.
Hiç gecikmeden eğitim sistemimizi yeniden dizayn edelim; okullarımızı sınava hazırlama merkezlerinden çıkarıp milletin değerlerinin, milletin evlatlarına aktarıldığı merkezler haline dönüştürelim.
Bu bildiriye imza atanlar hakkında disiplin ve adli soruşturma yapalım ama; en önemlisi başta devletin kurumları olmak üzere hepimiz şapkamızı önümüze koyup bir değil; bin düşünelim!
Bu zihniyet sendromunun çözümü için daha ayrıntılı bilgi sahibi olmak isteyenlere "FELAKETİN EŞİĞİNDE UMUDU DÜŞLEDİM" adlı kitabı alıp okumalarını tavsiyede ediyorum.
ALİ DUTAL
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te Bozkır Haber'e abone olun.