Devletin içinde, derinliklerinde neler oluyor bilemiyoruz elbette ama halkımıza baktığımızda çok güzel şeyler oluyor. Çanakkale ruhu, Kurtuluş savaşı ruhu yeniden canlandı ve umutlarımız yeniden yeşerdi. Fetö ülkeyi böleyim derken hiç beklemediği ve hiç istemediği bir şeyi başardı, her kesimden insanı bir araya getirip, yeniden bir millet olduğumuzu bize hatırlattı. Umarım bu ruhu yeniden kaybetmeyiz ve bu barış ortamı sonsuza kadar devam eder. Barış ve birliktelik deyince bazılarının aklına hemen tek fikir tek düşüncede olmak geliyor, evet Vatan-Bayrak-Toprak deyince tek düşüncedeyiz hepimiz ancak bu ülke farklılıklarıyla güzel, bunu unutmayalım. Bizim gibi düşünmüyor diye, bizim gibi yaşamıyor diye ötekileştirmeden, dışlamadan, mahalle baskılarına maruz bırakmadan, empati yaparak, birbirimize saygı duyarak yaşamayı öğrenmek zorundayız. Yeni kapı gerçekten demokrasimize "yeni kapı" olur İnşallah.
Ne yazık ki herkes aynı şeyleri söylüyor ama icraat aşamasında maalesef başarılı olamıyoruz. Herkes bu sorunun dışında olduğunu, kendisinin farklı görüşlere açık ve saygılı olduğunu söylüyor, ancak küçük bir olayda gerçek kişiliğini döküveriyor ortaya… Sağa, sola, dışarıya bakmayı bırakalım da artık ben nasıl bir insanım, nasıl düşünüyorum, kime ne haksızlık yapıyorum diye kendimizi gözden geçirmemiz, araştırmamız, okumamız ve önce kendimizi düzeltmeye başlamamız gerekiyor. Bireysel olarak kendimizi düzelttiğimizde toplum da düzelecektir.
Yine burada bir anımı anlatayım üzülerek; Yıllar önce okullarımızdan birine bir öğretmen atanmıştı, okulun bir çok sorunuyla bizzat ilgileniyor, okul dışında da öğrencileriyle alakadar oluyor,onları topluma faydalı bireyler olarak yetiştirmeye çabalıyordu. "Okuma yazma öğretmekle öğretmen olunmaz, sosyal projelerle bu çocukların faydalı bireyler olmasına katkı sağlamalıyız" diyordu. Cebinden para harcıyor, okulun ve öğrencilerin ihtiyaçlarını karşılıyordu. Okulda da sevilmişti ve her sohbette övgüyle bahsediliyordu hocamızdan… Bir gün bir öğretmen arkadaş yanıma gelip çok korkunç bir şey öğrendiğini, ne yapacağını şaşırdığını, bir çıkar yol bulamadığını anlattı. Şaşırdım, korktum kötü bir şey oldu sandım. Meğer ki kendini münevver sanan kişi, ağzını açtığında kardeşlikten, saygıdan sevgiden bahseden kişi, o yeni gelen çalışkan ve her gün övdüğü öğretmenin Alevi olduğunu öğrenmişti. Ne korkunç bir şeymiş bu ve kaç kez evinden getirdiği yemeklerden yemişmiş… Bir anda yaptığı bütün güzel işler gözünde silinmişti…
Tepem attı tabi ki. Ee dedim, ne varmış aleviyse sen sünnisin de ne yaptın şimdiye kadar bu çocuklara, bak gelir gelmez nasıl da çözdü sorunları, sen niye çözemedin yıllardır,iyi insan çok düzgün insan diye metihler diziyordun dedim… Bir insanın inancı kendisiyle Allah'ı arasındadır sen kimsin ki yargılıyorsun diye devam eden konuşmamız sonunda bana hak verse de içindeki ayrımcılığı gözlerinde görebiliyordum. Maalesef o öğretmen arkadaşımız alevi olduğunun duyulması ve insanların ona karşı davranışlarının değişmesi üzerine çok kalmadan gitti buradan. Oysa Bozkırımızın onun gibi insanlara çok ihtiyacı vardı ve hâlâ var.
Yani demek istediğim şu ki; artık insanları dış görünüşleriyle, inançlarıyla yaşam tarzlarıyla yargılayıp, ayrıştırıp, ötekileştirmek yerine, liyakat esasına bakarak, ülke için ne yaptığına, nasıl çalıştığına, işini iyi yapıp yapamadığına bakmak zorundayız. Bizim partiden, bizim cemaatten, bizim cenahtan gibi işleri bırakıp, işi ehline vererek yolumuza devam etmeliyiz.
Söylem olarak meydanlarda her gün haykırılsa da, en tepeden en aşağıya tüm sorumlular aynı kelimeleri kullanıp bundan sonra ayrım yok dense de gerçeği yaşayarak göreceğiz.
Millet birbirine kenetlenmişken, siz biz ayrımını bir kenara itmiş el ele devletine sahip çıkmışken, bu birliğe bomba koymadan, adil işler yapılması hepimizi mutlu eder. Ancak o zaman gerçekten büyük ülke oluruz. Haydi şimdi hepimiz oturup şu önyargılarımızı, hurafelerimizi bir gözden geçirelim…
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te Bozkır Haber'e abone olun.