Ülkeye ve millete faydalı hizmetlerde bulunmak adına, önce Allah'a sonrada millete güvenerek yola çıkan bir uzun adam. Yaşadığı sıkıntılara, karşılaştığı engellemelere rağmen bıkmadan ve usanmadan verilen bir mücadelenin baş aktörü. Karizmatik duruşuyla milletin gönlünde taht kurmuş bir insan. Sadece milletin değil, ümmetin de tek umudu olan alnı secdeli, dili dualı bir lider. Mazlumların savunucusu, zalimlerin korkulu rüyası olan bir yiğit. Millete efendi olmak için değil, hizmetkâr olmak için harcanan bir ömrün başrol oyuncusu. Türkiye'nin bir zamanlar hayalini bile kuramadığı sayısız yatırımları hayata geçirerek ülkenin ve milletin hizmetine sunan usta bir siyasetçi. Dosta güven, düşmana korku salan bir reis. Rahmetli Kaptan Ahmet amcanın oğlu, Tenzile teyzenin gözünün nuru biricik kuzusu, Karadeniz'in uşağı, Kasımpaşa'nın çocuğu, Emine hanımın hayat arkadaşı, Ahmet'in, Bilal'in, Esra'nın ve Sümeyye'nin babası Recep Tayyip Erdoğan.
Onun hayat hikâyesi her ne kadar doğum tarihi olan 26 Şubat 1954 yılında başlasa da, asıl hayat hikâyesi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde 17 Aralık 1997 yılında Siirt'te okuduğu bir şiirle başladı. Neydi bu şiir gelin hep birlikte bir kez daha hatırlayalım. Minareler süngü, kubbeler miğfer, Camiler kışlamız, müminler asker, Bu ilahi ordu dinimi bekler, Allahu Ekber, Allahu Ekber… İşte ne olduysa bu şiirden sonra oldu her şey. Aslında bu şiir Ziya Gökalp tarafından yazılmış, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından onaylanarak kitaplarda yerini almış bir şiirdi. Yani anlayacağınız müfredata girdikten sonra milyonlarca öğrenci tarafından okunan bu şiir yıllarca suç olmamış, Recep Tayyip Erdoğan okuyunca bir anda halkı kin ve düşmanlığa tahrik eden bir suç unsuru haline gelmişti. Adeta bir çöp yığını haline gelmiş olan İstanbul'u yeniden ayağa kaldırarak halkın gönlünde ve gözünde günden güne büyüyen Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın hızla yükselişinden rahatsız olanlar son çare olarak okuduğu şiirden medet umar olmuşlardı.
Hiç vakit kaybetmeden senaryosunu yazdıkları filmi, yazılı ve görsel basın aracılığıyla sahnelemeye başladılar. Günlerce gazetelerin manşetlerinden Erdoğan aleyhinde aslı astarı olmayan karalama kampanyası yaptılar. Sonunda istediklerini elde ederek Tayyip Erdoğan'ı o çok istedikleri Pınarhisar cezaevinin soğuk zindanına attırmayı başardılar. Ondan sonra da büyük güç olarak gördükleri gazetelerinden MUHTAR BİLE OLAMAZ… SİYASİ HAYATI BİTTİ… gibi manşetleri atmayı da ihmal etmediler. Birileri çözmeye çalıştıkları kirli hesabın çözümünü bulmuştu bulmasına ya, yalnız Allah'ında bir hesabı olduğunu akıllarına bile getirmemişlerdi. Tayyip Erdoğan 10 aylık cezasını çekeceği cezaevine giderken kendisini uğurlamaya gelen binlerce insana ne demişti. BU ŞARKI BURADA BİTMEZ demişti. Gerçekten de dediği gibi oldu. Bu şarkı burada bitmediği gibi, arkasından da birçok şarkının yazılmasına vesile oldu. Hani usta şair Sezai Karakoç şiirinde diyor ya ''Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır. Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır'' diye.
Gerçekten de her şey şairin dediği gibi oluyordu. İlahi bir güç birilerinin kirli oyunlarını bir bir bozuyordu. Ve nihayet Tayyip Erdoğan 4 ay hapis yattığı Pınarhisar cezaevinden çıktıktan sonra arkasına aldığı halk desteğine kayıtsız kalmayarak kurduğu AK Parti ile birlikte gençlik Kollarıyla başladığı siyasi hayatına bu defa Kurucu Genel Başkan olarak devam ediyordu. Halk Erdoğan dedikçe birilerinin uykusu kaçıyor. Hala nasıl bir yol buluruz da bu adamı siyaset sahnesinden sileriz hesapları yapıyorlardı. AK Parti 3 Kasım 2002 yılında yapılan Genel seçimlerde halkın büyük çoğunluğunun oyuna alarak tek başına iktidara geldiğinde Tayyip Erdoğan siyasi yasağından dolayı milletvekili olamamıştı. Şöyle bir düşünseniz ya halkın oylarıyla tek başına iktidar olan bir partinin genel Başkanı malum zihniyetin oynadığı kirli oyunlar sonucunda milletin vekili olamıyordu. İnanın insan bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu demekten kendini alamıyor. Adına ne derseniz deyin ama birileri için milletin bu güne kadar ne dediğinin hiçbir zaman önemi olmadı.
Onların her zaman tek bir amacı vardı. Kendilerinin menfi çıkarlarına ters düşecek harekette bulunanları yok etmekti. Ama yanlış hesap bir gün olur Bağdat'tan dönmeye mahkûmdu. Ne yaptılarsa olmadı. Yaptıkları haince hesaplar hep çözümsüzlükle sonuçlandı. Nihayet mecliste yapılan anayasa değişikliğiyle, Kanunlara uygun olarak yapılmadığına karar verilen Siirt seçimi iptal edilerek Recep Tayyip Erdoğan siyasi yasaklı olmasına neden olan Siirt'ten 9 Mart 2003 yılında halktan aldığı yüzde 84 oy oranıyla bu defa Milletvekili seçildi. Ne demiş atalarımız ''keser döner sap döner, gün gelir hesap döner.'' İşte her şey aynen böyle oldu. Geçmişte bu asil millet kendisine bidon kafalı, göbeğini kaşıyan adamlar diyen siyasetçileri sandığa gömerek, Millete hizmetkâr olma parolasıyla yola çıkan Erdoğan'ı artık Muhtar bile olamaz diyenlere inat belediye başkanı, milletvekili, Başbakan ve Cumhurbaşkanı yaptı. Bu şu demek oluyor. Artık bundan sonra milleti yok sayanları millette yok sayacak demek oluyor. Adına kitaplar yazılan Recep Tayyip Erdoğan hakkında daha yazılacak çok şeyler var aslında da, köşe yazımı fazla uzatmadan son bir cümleyle yazıma son vermek istiyorum. Artık bundan sonra Türkiye'de Tayyip Erdoğan dönemine kadar milletin kararına saygı duymadan siyaset yapanlar Erdoğan'ın gelişiyle birlikte bugün nasıl siyaset sahnesinden silinmişler ise Erdoğan'dan sonrada silinmeye ve kendi kurdukları kirli oyunlar içinde yok olup gitmeye devam edeceklerdir.
Kenan Akbaş
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te Bozkır Haber'e abone olun.
gfdsfgdbfjdsn
YanıtlaSil