İnsan olarak yaptığımız ve en iyi bildiğimiz iş suçu ve sorululuğu başkalarına yüklemektir. Özellikle çocuklarımızın eğitiminde kendimizi sorumlu görmek yerine öğretmenleri, komşuları arkadaşları, çevreyi sorumlu görmek gibi bir alışkanlığımız var. "Okulda yeterince terbiye vermiyorlar, öğretmenler ilgilenmiyor" gibi serzenişleri sıkça duyuyoruz. Sosyal hayatta çocuklarımızın nasıl davranması gerektiğini ve daha bir çok şeyi elbette çocuk okulda öğrenecektir ancak çocuk okulda öğrendiklerini tatbik edebilmesi için büyüklerinden de uygulamalı olarak görmesi şarttır. Yere çöp atmayın diyen öğretmeni yere çöp atarken gören çocuk neyi örnek almalıyım diye düşünür, öğretmenin anlattığını mı yoksa yaptığını mı? Aynı şey aile için de geçerlidir, kitap oku diyen annenin hiç okumadığını gören çocuk neye inanmalıdır. Öğretmen okulda binlerce kez okumanın önemini anlatsa da eve geldiğinde "bırak şu kitabı da iki test çöz, boş işlerle uğraşıyorsun" diye eleştirilince ne yapsın çocuk… Yaptığı şey genellikle kendisine verilen kitapları okuyup öğretmene hoş görünmek, başka kitap okumayarak aileye hoş görünmek. Bu konuda örnekler çoğaltılabilir, basit bir konu gibi de görünebilir ancak bu tür davranışlar çocuğun kişiliğini oluşturmaya başlar ve topluma karışıp ikilemde kaldığında, doğru olanı yapmak yerine,yanlışta olsa iki tarafı da memnun edecek işler yapmaya başlar.
Çarşıda sıkça karşılaştığımız bir olayı anlatayım; tuvaletim geldi diyen çocuğa annesi "şu ağacın arkasına git yap" diyor, çocuk "olmaz görürler" diye itiraz edince anne "ben bakıyorum kimse görmüyor haydi yapıver uğraştırma beni" diyor. Bizler "az ileride tuvalet var götür oraya, buraya yaptırılır mı" dediğimizde "çocuk bu ne olacak ki " gibi cevaplar alıyoruz. Şimdi bu çocuğun bilinçaltına ekilen tohuma bir bakalım. "Kimse görmüyorsa, yanlış yaptığımı kimse bilmiyorsa yapmanın bir sakıncası yok". İşte bilinçaltımıza ekilen bu yanlış tohum büyüdükçe bizi daha da ele geçiriyor ve kimse görmüyorsa yere çöp atmanın, kimse görmüyorsa çalmanın, kimse görmüyorsa vazifeyi kötüye kullanmanın, kimse görüyorsa kamu malına zarar vermenin sakıncası olmadığını düşünen bireylerle doluyor toplum. Sonra her birimiz toplumun bozulduğundan dem vurup, öğretmenlere suçu yükleyerek kendi sorumluluğumuzdan kaçıyoruz.
Bunları neden anlattığıma gelelim, Belediyemiz İlçe merkezindeki tüm umumi tuvaletleri yenilemişti, çokta iyi yapmıştı, bir yerin gelişmişliğinin aynasıdır umumi yerler, bu yüzden ne gerekiyorsa yapıldı. Bir süre havlu ve tuvalet kağıtları da konuluyordu, misafirlerimizi gönül rahatlığıyla gönderebiliyorduk. Ancak bir süre sonra kağıtlar konulmaz oldu, sebebini sorduğumda malum cevapları aldım. Ayrıntısına giremiyorum, anladınız siz. Bir gün baktık ki aynalar yelerde parçalanmış, sabunluklar kırılmış… Bu kadarda değil kapılar resmen çakmakla yakılmış. Diğer iğrençlikleri anlatmaya gerek yok… Mesele sadece tuvaletlerle de sınırlı değil, gece yarısı parklardaki lambaları kıranlar, aydınlatmaları parçalayanlar, girişteki takları kurşunlayanlar, tabelaları hedef tahtası yapanlar… Tüm bunları yapanlara ruh hastası deyip geçebiliriz ama işin özüne inmezsek ve bu tür insanlar nasıl yetişiyorlar nasıl bu kadar zalim ve sorumsuz oluyorlar diye düşünmez ve çocuklarımıza doğru ile yanlışı daha evde öğretmeye başlamazsak, "büyüyünce öğrenir,okula gidince öğrenir" deyip üzerimizdeki sorumluluğun farkına varmazsak, yıllar sonrada aynı konulardan şikayetçi olmaya devam ederiz.
Kısacası evde farkında bile olmadan riyaya alıştırdığımız çocuklarımız bugün ve yarın bu toplumun yetişmiş bireyleri olduklarında da riyaya devam edeceklerdir. Bu sebeple toplumun düzelmesini istiyorsak önce evde kendi çocuklarımızı eğitmek zorundayız. Aksi halde yıllar sona bile "toplum çok bozuk beyler" diye dert yanacağız…
Filiz Kılınçel
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te Bozkır Haber'e abone olun.