Hac süresi 28 ve 29. Ayetlerde Yüce Allah'ın bizlere hacc'ın faziletlerini şöyle bildirdiğine şahit oluyoruz.
28. Ayet Mealen;
Gelsinler ki, kendilerine ait birtakım menfaatlere şahit olsunlar ve Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği (kurbanlık) hayvanlar üzerine belli günlerde (onları kurban ederken) Allah'ın adını ansınlar. Artık onlardan siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin.
29. Ayet mealen
Sonra kirlerini gidersinler, adaklarını yerine getirsinler ve Beyt-i Atik'i (Kâbe'yi) tavaf etsinler.
İnsanları Hac yapmaya ve kendileri lehine bilmedikleri bir takım faydalar temin etmeye, bugüne kadar şeytanın ve nefsin saptırmasıyla düştüğü yanlışlardan biriken kirlerinden arınmaya açık bir davettir bu iki ayet.
Böylelikle bu ayetlerle Asr suresinin 'İNSAN MUHAKKAK ZİYANDADIR' hükmünün nasıl telafi edilebileceğinin, hafifletilebileceğinin şifrelerine de mazhar oluyorduk.
Galü belada Eles'tü bi rabbiküm? Ben sizin rabbiniz değilmiyim?
(Araf 172) Sorusuna muhatap olan ruhlarımız şimdi de LEBBEYK ALLAHÜMME LEBBEYK diye nida ederek 'BUYUR ALLAHIM EMRİNE AMADEYİM, HUZURUNA GELDİM' diyecek olmanın lezzetini tadıyordu.
Biz de bu umuda talip olarak, aynı zamanda 1981 yılında böyle bir hac yolculuğuna uğurladığımız ve Medine-i Münevvere'de Resulullah'a ve Mevla'sına kavuşan rahmetli babamla buluşma ümidiyle, eşim Hediye Hanımla beraber sefere çıktık.
Kendimizi umre yapmak üzere tavaf alanına attığımızda, Adem ve Havva'nın her renkten, her coğrafyadan evlatlarının arasına karıştık. Artık ayrışmaların, tanımlamaların, gruplaşmaların hiçbir önemi ve yerinin olmadığı, insanları bir tarağın dişleri gibi birbirine eşitleyen bir nevi mahşer meydanındaydık.
Bedenler bedenlere yaslanarak İslam kardeşliği ve hoşgörüsü içerisinde herkes kendi dilinin döndüğünce yaradanına naz makamından sesleniyordu. Af ve mağfiret, rıza makamı, Firdevs cenneti, kevser şarabı,salih evlat, saliha eş, hastalıklara şifa, borcun edası….
her mümin kendi payına düşen rahmet yağmurunu yakalamaya çalışıyordu.
Siyah, Sarı, Beyaz, Kızıl bütün renkler bir meydanda yörüngesinde felekler arasında dönen gezenler misali dönmedeydik. Herkes sarhoştu, aşkın bu en aşkın hali de ninsanın aklını başından alıyordu.
Şairin dediği gibi;
'Sen hiç gördün mü ? aklı başında seven ?
Tanımlamasını fiilen yaşıyorduk.
Meydanın Safa ve Merve tepesinin bulunduğu, hacıların tavaftan sonra say ibadetini gerçekleştirdiği taraftan Hz.
İbrahim'in, Hacer ve İsmail'in o Kudüs'te El Halil'de içimize sindirdiğimiz bilindik hatıraları davet ediyordu. Hacer validemizin evladına bir zarar gelir endişesiyle aşağı yukarı 200-250 metre mesafedeki iki tepe arasında telaşla 4 gidiş 3 geliş yaptığı ve kan, ter içinde kaldığı bu makamda, Ruhül Kudüs'ün kanadıyla eşelediği hem Hacer'in hem İsmail'in susuzluğunu gideren ZEM ZEM bizi de susuzluğumuzu gidermeye çağırıyordu.
Hani İbrahim Kabe'yi inşa ettikten sonra melekten ' insanları davet et' vahyini aldığında etrafına bakınıp, sadece yırtıcı hayvanların ve az bir insanın bulunduğu bu yerde kime sesimi duyurabilirim endişesiyle etrafına bakınması ile her yıl sadece hac dönemi 3-5 milyon insanın bu davete icabet ettiği, diğer ziyaretlerle birlikte yılda 10 milyonlarca insanın ziyaret ettiği beyti atiğin sırrına mazhar olmak istiyordu insan. Neydi bizleri bu eve çeken bu karşı konulmaz cazibe neydi?
Dünyada'mıydık, Araf'tamıydık, kestirmek zordu. Cennet'in kokusu yokluyordu belli belirsiz anlarda.
Büyün sıfatlarından arınmış olarak Abd (Arapça kul) sıfatıyla, sadece Allah'tan sakınma ve Takva konusunda derece derece sıralandığımız, ancak zahiren, dünya gözüyle bizim müşahade edemediğiniz bir sıralama içinde Allah'a yaklaşma gayreti içindeydik.
Böylelikle umre ibadetimizi tamamladık. Allah'a bize bu imkanı bahşettiği için 2 rekat şükür namazıyla şükrümüzü eda ettik. Tatlı bir yorgunlukla dinlenmeye çekildik.
Selam ve dua ile
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te Bozkır Haber'e abone olun.