Bozkır Kazâsı, Osmanlı Devleti’nin klasik döneminde, Karaman Eyâleti’nin sancaklarından biri olan Beyşehri Sancağı’na bağlı Seydişehri Kazâsı’nın iki nâhiyesinden biri idi. Bu durum 16. yüzyıl boyunca devam etti. 17. yüzyıl boyunca ise Bozkır, kazâ merkezi olmuş ve 1865 yılında da Bozkır’da belediye teşkilatı kurulmuştur. Bozkır Kazâsı’nın 19. yüzyıl sâlnâmelerine göre 59-60 köyü bulunmaktadır1.
Bozkır Kazâsı halkının, da‘vâlarını genellikle kendi kazâlarında bulan kâdıya giderek çözdürtmeleri ve buraya tescîl ettirmeleri tabiîdir. Ancak araştırma dönemi olan 1690-1720 yıllarına ait Bozkır Kazâsı’nın sicilleri günümüze kadar ulaşmamıştır. Bu itibarla, bu döneme ait kayıtları ancak Konya Mahkemesi sicillerinde bulmak mümkündür. İşte Bozkır Kazâsı halkı, aralarında ortaya çıkan anlaşmazlıklarda ve tescîl edilmesi gereken konularda, kendi kâdılarına müracaat ettikleri gibi, Konya Mahkemesi’ne gelerek ihtilâflarını Konya kâdısına da çözdürtmüş veya işlemlerini burada tescîl ettirmişlerdir. Bu sebeple Konya şer‘iye sicillerinde Bozkır Kazâsı ve köyleri ile ilgili kayıtlar da bulunmaktadır. Bu kayıtlar arasında genellikle alacak da‘vâları; darb, gasb ve yaralama da‘vâları gibi adlî olaylar yanında aile hayatı ile ilgili konular yani nikâh ve talâk gibi konular da yer almıştır. Ayrıca Konya şer‘iye sicillerinde, Bozkır Kazâsı’na tâbi köyler arasında meydana gelen mer‘a ve arazi sınırı anlaşmazlıkları ile sipâhi ve ehl-i örfle olan çeşitli arazi ve vergi da‘valarının kayıtlarını da görmek mümkündür. Bunlara ilaveten sicillerde, Bozkır Kazâsı ve köyleri ile ilgili merkezden gönderilen ve çeşitli konuları içeren yazılar yanında, kazânın devlete karşı olan yükümlülükleri çerçevesinde sefer için istenen emtiayı gösteren kayıtlara da rastlanılmaktadır. İşte bu çalışma, 1690-1720 yılları arasına âit 30 senelik bir dönemin şer‘iye sicillerinden2 tespit edilen belgelerden istifade ile hazırlanmıştır.
Konya sicillerinden tespit edilen bu belgeler, konularına göre tasnif edilerek değerlendirilecektir.
1- Alacak Da‘vâları İle İlgili Belgeler
Osmanlı toplumunda Müslim ve gayrimüslimler arasında hem sosyal hem de ticârî olarak sıkı bir ilişki bulunmaktadır. Her iki tarafın da borç para verecek kadar bir birine güvendikleri görülmektedir. Ancak bazen bu ticarî ilişkilerde problemlerin yaşandığını da görmek mümkündür. Meselâ Bozkır Kazâsı’na tâbi‘ Akkilise adlı köyden Abdullah Beg ibn Behlûl ve Alî bin Hızır adlı kimseler Konya Mahkemesi’nde, Akşemseddîn Mahallesi’nden Marderos veled-i Safer adlı zimmîyi her biri da‘vâ edip evvelâ Abdullah Beg söz alarak “Ben daha önce adı geçen zimmîye borç olarak ondört guruş verip teslîm edip ol dahî elimden alıp kendi işlerine sarf etmiş idi. Hâlâ zimmetindedir taleb ederim” demektedir. İkinci olarak Alî, “ben dahî adı geçen zimmîye borç olarak oniki guruş verip teslîm edip ol dahî elimden aldı ve kendi işlerine sarf etti şu ana kadar zimmetindedir taleb ederim” deyince durum Marderos’a sorulmuş; o da cevâbında “benim ondört guruş Abdullah Beg’e ve oniki guruş Alî’ye ödenmesi gereken borcum vardır” diye itirâf edince, borçlarını ödemesi için Marderos’a tenbîh olunmuştur3.
2- Nikâh İle İlgili Belgeler
Konu ile ilgili ilk belgemiz bir nikâh tescîlidir. Aslında Osmanlı toplumunda nikâhların tescîl ettirilmesine gerek yoktu. Ancak bazen kadınlar veya erkeklerin, mahkemeye gelerek nikâhlarının kıyıldığını tescîl ettirme ihtiyacı duydukları görülmektedir. İleride bir problem yaşamamak ve kendilerini, belki de, garanti altına almak için, bu yola daha çok kadınların başvurduğu ve mahkemeye gelerek nikâhlandıklarını tescîl ettirdiklerini görmekteyiz. Meselâ bu konuda, Bozkır Kazâsı’na tâbi‘ Akkilise köyü sâkinlerinden Fâtıma bint-i Mehmed nâm hatun güzel bir örnektir. Fâtıma Hatun, Konya Mahkemesi’nde, Abdî ibn Velî adlı kimse huzurunda “yedibin akça mehr-i mü’eccel ile nefsimi mezbûr Abdî’ye yirmi gün önce tezvîc ve tenkîh eyledim” deyince Abdî “ben dahî yazılan şekilde Fâtıma bint-i Mehmed’i bundan yirmi gün önce yedibin akça mehr-i mü’eccel ile tezevvüc ve kabûl eyledim” deyince durum kaydedilmiştir4.
Nikâh konusu ile ilgili bir diğer kayıt ise, bir nikâh isbâtı da‘vâsıdır. Karaman Eyâleti vâlisi olan Vezîr Alî Pâşâ tarafından mübâşir ta‘yîn olunan Osmân Ağa aracılığı ile Bozkır Kazâsı’na tâbi‘ Özlü köyü sâkinlerinden Halîl bin Alî adlı kimse, Konya Mahkemesi’ne Velî bin Hüseyin’i hazır ederek üzerine da‘vâ idüp “Bundan iki sene önce bin yüz on dört senesi Cemâziye’l-evvelin on beşinci günü ben şu anda mahkemede hâzır olan Âyşe bint-i Mûsâ adlı bikr-i bâliğayı şâhidler huzûrunda kendi rızâsıyla kırkbirbin akça mehr-i mü’eccel ile nefsim içün nikâh edip evime götürmek masrafını tedârik edemediğim içün, bu âna gelinceye kadar kendi evinde sâkine olmağla hâlâ evime götürmek istediğimde adı geçen Velî mâni‘ olmuşdur Velî’den su’âl olunup men‘ ve def‘ olunmasını matlûbumdur” deyince, Âyşe dahî “ben Halîl’e sözü edilen târîhde iznim ve rızâm ile belirtilen mehr-i mü’eccel üzerine akd-ı nikâh olunmuş iken sonradan Velî zorla birkaç nefer eşkıyâ ile evim basıp ben firâr eyledim. Velî’ye akd-ı nikâh olunmamış iken hâlâ Halîl’in evine girmeme mâni‘ olur” demektedir. Durum Velî’den sorulduğunda ise cevâbında “Âyşe bin yüz on beş senesi Şevvâlinin altıncı günü kendi rızâsıyla bana nikâh olunmuşdur daha önce Halîl’e nikâh olunduğunu bilmiyorum” diye cevap vermiştir. Bunun üzerine Halîl’den iddi’âsını ispatlayacak şâhid taleb olunmuş ve Konya’nın Kalenderhâne Mahallesi’den Mehmed bin Hasan ve Aksinle Mahallesi’nden İbrahîm Beg ibn Ahmed ile Pîrîpâşâ Mahallesi’nden Mustafâ bin İbrahîm adlı kimseler, şâhidliklerinde “bundan iki sene önce Cemâziye’l-evvelin on beşinci günü Âyşe bint-i Mûsâ bizim huzûrumuzda nefsini Halîl için akd-ı nikâha izn verip, Halîl dahî kırkbirbin akça mehr-i mü’eccel ile mezbûreyi tezevvüce rızâ virüp yine bizim huzûrumuzda akd-ı nikâh olundu ve iki taraf kabûl eylediler biz bu husûsa bu şekilde şâhidleriz şehâdet dahî ideriz” dediklerinde şâhidlikleri kabul edilmiş ve Velî, Âyşe’ye müdâhaleden men‘ edilmiştir5.
Nikâh ile ilgili bir başka belgede ise, kendisinin nikâhlı karısı olduğu iddi‘âsında bulunan bir kişinin, karım diye iddi‘â ettiği kadınla sütkardeş olduklarının ortaya çıkması üzerine da‘vâdan men‘ edildiğini görmekteyiz. Bozkır Kazâsı’na tâbi‘ Kozağaç köyüden es-Seyyid Halîl bin Osmân adlı kimse Konya Mahkemesi’nde, yine aynı kazâya tâbi‘ Karacaardıç köyünden es-Seyyid Mahmûd bin es-Seyyid Hasan’ı da‘vâ ederek “adı geçen es-Seyyid Mahmûd şu ânda mahkemede hâzır olan kızı Şerîfe Mihribânû nâm bikr-i bâliğayı velâyeten sagîri hâlinde bundan on sekiz sene önce ben dahî sagîr iken hâlâ hayâtda olan babam Osmân velâyeten bana akd-ı nikâh eylemişler bundan dolayı da benim nikâhlımdır. Ancak adı geçen Şerîfe Mihribânû nefsini bana teslîmden kaçınmaktadır. Şerîfe Mihribânû’dan ve babası es-Seyyid Mahmûd’dan durumun sorularak gereğinin yapılmasını istiyorum” deyince, durum Şerîfe Mihribânû ve babası es-Seyyid Mahmûd’dan sorulmuş; fakat bunlar iddi‘âları tamamıyla inkâr eylediklerinden başka, es-Seyyid Mahmûd cevâbında “kızım Şerîfe Mihribânû ile kendinden küçük karındaşı olan Abdullah’ın vâlideleri olup işbu mahkemede hâzır olan Fâtıma bint-i Hasan Beg nâm hatun oğlu mezbûr Abdullah’ı emzirirken, müdde‘î es-Seyyid Halîl altı aylık olup müddet-i rızâda mezbûre hatunu emmekle hürmet-i rızâ’ beynlerinde vâki‘ olmağın iddi‘â eylediği akd-ı mezbûr sahîh değildir” diye def‘ ile karşılık vermiştir. Bunun üzerine iddi‘âları reddeden es-Seyyid Mahmûd’dan sözlerini ispatlayacak şâhid istendiğinde Karaardıç köyünden es-Seyyid İbrahîm bin es-Seyyid el-Hâc Mehmed, es-Seyyid Ahmed bin es-Seyyid Hasan ve es-Seyyid Osmân bin es-Seyyid Ahmed adlı kimseler şâhidliklerinde “Şerîfe Mihribânû’nun sagîr karındaşı es-Seyyid Abdullah’ın vâlideleri Fâtıma bint-i Hasan Beg nâm hatunu oğlu es-Seyyid Abdullah emerken müdde‘î es-Seyyid Halîl altı aylık olup mezbûre hatunun memesinden emmekle hürmet-i rızâ’ beynlerinde vâki‘ olmuşdur biz bu husûsa şâhidleriz ve şehâdet dahî ideriz” diye şâhidlik ettiklerinde, şâhidlikleri kabul edilmiş ve emme olayı sâbit olmakla, es-Seyyid Halîl, da‘vâdan men‘ edilmiştir6.
Nikâhlısı olduğu iddi‘âsında bulunan ve iddi‘âsını ispatlayamadığı için da‘vâsından vaz geçenler de vardı. Meselâ Bozkır Kazâsı’na tâbi‘ Balıklağı köyünden Alî Beg bin Hasan, Konya Mahkemesi’nde aynı köyden Âyşe bint-i Mahmûd adlı bikr-i bâliğanın vekîli olan ammisi Osmân Efendi ibn Mehmed huzurunda, adı geçen Âyşe benim nikâhlımdır diye da‘vâ etmeye teşebbüs etmiş; fakat sonradan “eylediğim da‘vâda mubattal ve kâzib olmam ile da‘vâ-yı meşrûhamdan fâriğ olup Âyşe’nin zimmetini ibrâ ve iskât eyledim ba‘de’l-yevm müvekkile-i mezbûre Âyşe nefsini dilediği kimesneye tezvîc eylesün” diyerek da‘vâsından vaz geçmiştir7.
Nikâh ile ilgili bir başka kayıtta ise, nikâh da‘vâsı için vekîl tayin edildiğini görmekteyiz. Bozkır Kazâsı’na bağlı Sinandı köyünden eş-Şeyh Mahmûd Efendi ibn eş-Şeyh Abdullah Efendi, Konya Mahkemesi’nde, Belviran Kazâsı’na tâbi‘ Erkalan köyü sâkinelerinden Âyşe bint-i Süleyman Beşe nâm bikr-i bâliğanın, yine Belviran Kazâsı’na tâbi‘ Seniroğlanı köyünden Abdulgaffâr bin Mehmed ile olan nikâh akdi ile alakalı da‘vâ ve anlaşmazlıklarına kendisini vekîl ettiğini tescîl ettirmiştir8.
Karaman Eyâleti vâlisi olan Vezîr el-Hâc Osmân Pâşâ huzurunda yapılan mahkemede ise, Bozkır Kazâsı’na bağlı Avdan köyü sipâhisi Bostân Ağa ibn Abdullah Ağa ve adı geçen köyden Abdullah bin Halîl ile zevcesi Ümmi bint-i Alî, Hasan bin Alî ve zevcesi Selîme bint-i Mehmed adlı kimseler aynı köyden Mehmed bin Alî adlı kimseyi da‘vâ ederler. Önce Bostân Ağa söz alarak şöyle demektedir: “Adı geçen Mehmed kuttâ‘ü’t-tarîk eşkıyâsından olmağla kazâ-i mezbûrda Arpalubeli’nde balıkçı yolunda altı nefer kimse ile önüme inip elimden tüfengimi almıştır”. İkinci olarak Abdullah ile Ümmü söz alarak, “mezkûr Mehmed adı geçen köyde olan evime gece ile girip iki makreme ve bir guruşluk akçamızı aldığından başka zevcem Ümmü’ye tecâvüz eylemişdir”. Üçüncü olarak ise Hasan ile Selîme söz alarak, “adı geçen Mehmed köyde bulunan evime gece ile girip iki çift sahanımı aldığından başka zevcem Selîme’ye tecâvüz eylemişdir kendinden su’âl olunup mûcib-i şer‘îsi icrâ olunması matlûbumdur” dediklerinde, durum Mehmed’e sorulunca, cevâbında Bostân Ağa’nın önüne inip tüfengini aldığını kabul, lâkin diğerlerinin evlerine girip hanımlarına tecâvüz eylediğini bütünüyle inkâr etmiştir. Da‘vâcılardan iddi‘âlarını ispatlamaları taleb olunmuş; ancak onlar ileri sürdükleri iddi‘âları ispatlayamamışlardır. Bunun üzerine Mehmed’in keyfiyet-i ahvâli köyü ahâlisinden sorulduğunda, ahâli “mezbûr Mehmed kuttâ‘ü’t-tarîk eşkıyâsından olup Abdullah ve Hasan’ın ve sâ‘ir köy ahâlilerinin ehl ve ‘ıyâllerinin ‘ırzlarını hetk eylemesi ‘âdet-i müstemeresidir ve fesâd ehlidir” diye şâhidlik etmişlerdir. Bunun üzerine durum tespit edilip, gereğince hükm olunmuştur11.
Konu ile ilgili bir başka ilginç belge ise evlâdlıkdan reddetme olayıdır. Bozkır Kazâsı’na bağlı Ağcabınâr köyünden Mustafâ bin Sinân adlı kimse Konya Mahkemesi’ne gelüp, kadı huzurunda şöyle demektedir: “Sulbî oğlum Hüseyin nâm kimesne karye-i mezbûrede komşularıma cevr ve eziyet üzere olduğu mesmû‘um olmağla bîzâr olup red eyledim ba‘de’l-yevm mezbûr benden hukûk-ı ebeveyne mürâ‘ât12 talebinde olmayup ben dahî mezbûr ile oğulluk mu‘âmelesi itmemeğe azîmet idüp min külli’l-vücûh kat‘-ı alâka eyledim” dediği kaydedilmiştir13. Bu olayda, oğlunun ahâliye yaptığı eziyet ve kötülüklerden bıkan babanın, ondan kurtulmak için, evlâdlıktan reddetme yoluna gittiği anlaşılmaktadır.
Konu doğrudan Bozkırla ilgili olmamakla birlikte, ilginç olaylardan biri de Konya’nın Fakîhdede Mahallesi’nde cereyan etmiştir. Sözü edilen mahalleden Alî bin Ahmed adlı kimse, Konya Mahkemesi’nde es-Seyyid Mustafâ bin es-Seyyid Abdulkâdir’i da‘vâ ederek “Bu gün merkûm es-Seyyid Mustafâ beni haksız yere darb idüp eşek manâv Bozkır asılacağı diye küfretmekle benim gururuma dokunmuştur merkûm es-
Eyâlet-i Karaman muhâfızı el-Hâc Osmân Pâşâ’nın huzûrunda yapılan bir başka mahkemede ise Bozkır Kazâsı’na tâbi‘ Sinânlı nâm karye ve gayriden 54.475 akça ze‘âmete ortaklık şeklinde mutasarrıflar olan es-Seyyid Mustafâ Ağa ibn es-Seyyid Alî Ağa ve karındaşı es-Seyyid Hasan Ağa ibn es-Seyyid Alî Ağa ile es-Seyyid Mehmed Ağa ibn Şa‘bân ve Mustafâ Ağa ibn Alî nâm kimesnelerin vekîli Molla Hüseyin bin Mehmed, yine Bozkır’a tâbi‘ Fart köyü sâkinlerinden Ahmed bin Hasan, Velî bin Alî, Osmân bin Ömer Beg ve Bedel bin Ömer adlı kimseleri da‘vâ edip; “adı geçen kazâya tâbi‘ Kazıkdere köyü bizim ze‘âmetimiz köylerinden olup, bu köy sınırları dâhilinde olan Samaylıca ve Ballıca mezra‘aları bizim ze‘âmetimiz içindedir ve Kazıkdere ahâlileri zirâ‘at ede gelip elimizde olan sûret-i defter-i hâkânîde dahi bizim yaylağımız olarak kayıtlıdır. Ancak mezbûrlar bizim yaylağımızdır diye fuzûlen zabt ve tasarruf edip, bizim zirâ‘atimize mâni‘ olurlar. Elimizde olan sûret-i defter-i hâkânî ile fermân ve fetvâya bakılarak mezbûrlardan su’âl olunup yaylakları olduğuna sûret-i defter-i hâkânî dahî taleb oluna” diye bir kıt‘a fetvâ-yı şerîfe dahî ibrâz etmişlerdir. Bunun üzerine adı geçenler cevâblarında yaylağa çıkıp arâzi-i mezbûreyi zabt ve tasarruf eylediklerini ikrâr, lâkin 1050 târîhi iki kıt‘a köhne hüccet ibrâz edip sâhib-i arzdan arâzi-i mezbûreyi zabt ve tasarruflarına izin veren sened taleb olunduğunda ise sâhib-i arzdan hergangi bir senedleri olmadığını i‘tirâf eylemişlerdir. Neticede sipâhilerin ortaya koyduğu fetvâ, defter ve fermân gereğince, Fart köyü ahâlisi, Samaylıca ve Ballıca mezra‘alarından el çektirilmiştir18.
5-Rüsûm-ı Ra‘iyyet ve Öşür Da‘vâları
Bozkır Kazâsı ile ilgili olarak Konya Mahkemesi’ne intikal eden da‘vâlar arasında ra‘iyyet resmi ve öşür da‘vaları da yer almaktadır. Konya’nın Aksinle Mahallesi’nden olup Bozkır Kazâsı’na bağlı Ahurlu köyü za‘îmi Mehmed Ağa’nın subaşısı ve vekîli olan karındaşı Mustafâ Ağa’nın açmış olduğu da‘vâ bu konuya örnek gösterilebilir. Mustafâ Ağa, Konya Mahkemesi’nde, Alâ’iye Sancağı’na tâbi‘ Akseki Kazâsı’ndan İsma‘îl bin Bâli ve Mehmed bin Yûsuf adlı kimseleri da‘vâ edip, “mezbûrlar, müvekkilim Mehmed Ağa’nın ze‘âmeti karyesinden Ahurlu köyü toprağında yıllayup ve hayvanlarını otlatmalarıyla resm-i otlaklarını taleb eylediğimde ödemekten kaçınırlar adı geçenlerden su’âl olunup resm-i otlakları alıvirilmesi matlûbumdur” deyince, İsma‘îl ve Mehmed cevâblarında “bizler Arvana köyünde yıllayup ve hayvanlarımızı dahî orada otlatırız bu sebeble resm-i otlağımızı Arvana köyü sipâhîsi Süleymân Beg’e edâ ve teslîm ideriz Mehmed Ağa’nın ze‘âmeti köyü olan Ahurlu köyü toprağında yıllamayıp ve hayvanlarımızı dahî orada otlatmayız” diye inkâr etmişlerdir. Mustafâ Ağa’dan iddi‘âlarını ispatlaması istenmiş; ancak ispatlayamadığı gibi İsma‘îl ve Mehmed’e yemîn dahî vermemekle, açmış olduğu da‘vâdan men‘ edilmiştir19.
Vergi konusunda bir başka ilginç da‘va da, Göçü-i Kebîr Kazâsı’na bağlı Erkin köyü ve gayrıdan 32.498 akça ze‘âmete mutasarrıf olan Ahmed Ağa ibn Ahmed nâm kimesnenin açmış olduğu da‘vâdır. Ahmed Ağa, Konya Mahkemesi’nde Şeyhsadreddîn Mahallesi’nde oturan Ahmed bin Süleymân’ı da‘vâ edip, “adı geçen Ahmed, Bozkır Kazâsı’na bağlı Akçabınâr köyünün ra‘iyyet ve ra‘iyyeti oğullarından olmakla üzerine kânûnen edâsı lâzım gelen rüsûm-ı ra‘iyyetini taleb eylediğimde edâdan kaçınır su’âl olunup alıverilmesi matlûbumdur” demektedir. Durum kendisine sorulduğunda, Ahmed cevâbında, “ben on beş seneden beri Konya’da sâkin olup Ahmed Ağa’nın ze‘âmeti karyesinden karye-i mezbûre Akçabınâr’ın babam ve dedem ve benim ismim mestûr ve mukayyed sûret-i defterde ra‘iyyet ve ra‘iyyeti oğullarından olduğuma sûret-i defter ibrâz eylesün” demiştir. Sonuçta Ahmed Ağa sûret-i defter ibrâz edemediğinden, Ahmed’den resm-i ra‘iyyet talebinden men‘ edilmiştir20.
6- Tedâvi ile İlgili Kayıtlar (Rızâ Senedi)
Günümüzde de doktorların tedâvi esnasında başvurdukları bir uygulama olan rızâ senedi uygulaması, Osmanlı toplumunda yaygın bir şekilde görülmektedir. Bu usul doktor ile hasta arasında bir mukâvele olarak değerlendirilebilir. Bu usulde, tedâvi olmak isteyen hasta cerrâha müracaat ederek, tedâvi olmak istediğini bildirir. Ancak cerrâh tedâvi sırasında hastanın ölme ihtimaline karşı kendini garanti altına almak ve mahkeme tarafından takibe uğramamak veya hasta yakınları tarafından kendisine dava açılmamak için tedâvi olacak kişiden bir rızâ senedi alırdı. Bu senedde, hasta, eğer tedâvi sırasında ölürse, vârislerinin ve hâkimlerin cerrâhı rahatsız etmelemelerini ve ona da‘va açmamalarını istemektedir. İşte benzer bir rıza senedi Bozkır Kazâsı’na bağlı Akkilise köyünden Mehmed bin Sefer tarafından tedâvi olduğu Aslan bin Nikola’ya verilmiştir.
Buna göre Mehmed, Konya Mahkemesi’nde, Aslan veled-i Nikola nâm zimmî cerrâh muvâcehesinde “Ben fıtık marazına mübtelâ olup maraz-ı mezbûrun ilâcında mezkûr Aslan zimmînin hazâkat(mahâret üstâdlık) ve mahâreti olmağla ücretle mürâca‘at eyledim muktezâ-yı san’atı üzere ilâc eylesün eğer ifâkat bulursam febihâ ve eğer esnâ-yı ilâcda fevt olursam dem ve diyetime müte‘allık da‘vâdan zimmetini ibrâ eyledim vârislerim ve hükkâm-ı kirâm taraflarından bu husûs içün merkûm rencîde olunmaya” demektedir21.
7- Kölelerle İlgili Kayıtlar
Bilindiği gibi Osmanlı Devleti’nde sosyal hayatın en önemli unsurlarından biri de köleler ve câriyeler idi. Köle ve câriyeleri hemem hemen her alanda görmek mükündür. Ailenin bir ferdi gibi muamele gören köle ve câriyeler, bazen efendilerinin hizmetinden kaçmaktaydılar. Kaçan bu kölelerin yakalanmaları, yakalandıktan sonraki durumları çeşitli kurallara bağlanmış ve bu kurallar çerçevesinde işlem yapılmakta idi.
İşte efendisinin hizmetinden kaçan kölelerden biri de Bozkır Kazâsı’nın Aydınkışla köyünden Seyflioğlu Süleyman’ın kölesi Abdullah idi.
Konya’da Mîrâbiye Mukâta‘ası’na mâlikâne şeklinde mutasarrıf ve zâbit-i avâbık (kaçakları yakalama zâbiti) olan Mustafâ Çelebi ibn Hidâyetullah, Konya Mahkemesi’nde orta bolu açık kaşlı Arab Abdullah adlı köleyi hazır ederek “Bundan üç gün önce Abdullah, Konya’nın Sadırlar Mahallesi’nde kaçak köle olduğu hâlde tutulmuştur. Kendisine sorularak yetecek kadar nafaka bağlanmasını ve zâbit-i avâbık olduğum hasbiyle sahibi ortaya çıkıncaya kadar bana teslîm olunması matlûbumdur” demektedir. Bunun üzerine adı geçen köle Arab Abdullah’a sorulduğunda, o da cevâbında, Bozkır Kazâsı’ndan Aydınkışlası’ndan Seyflioğlu Süleymân’ın kölesi olup mülkünden kaçtığını itirâf etmiş ve kâdı tarafından kendisine yevmî dörder para nafaka bağlandıktan sonra, sahibi ortaya çıkıncaya kadar zâbit-i avâbık olan Mustafâ Çelebi’ye teslim edilmiştir. Ayrıca kâdı, zâbit-i avâbıka, ihtiyaç olması halinde, kölenin masrafları için borç alabilmek ve sahibi ortaya çıktığında harcamış olduğu paraları ondan geri tashil edebilemek için izin dahi vermiştir22.
8- Çeşitli Mükellefiyetlerle İlgili Kayıtlar
Bu konu ile ilgili 2 kayıt bulunmaktadır. Bunlar Bozkır Kazâsı’nın çeşitli tarihlere ait imdâd-ı seferiye tezkeresi ve imdâd-ı seferiye taksim defterlerinden oluşmaktadır. İlki Begşehri Sancağı’na tâbi‘ Bozkır Kazâsı ve ona bağlı köylerin ahalilerine isabet eden 244 guruş olan imdâd-ı seferiyesinin, Za‘îm Alî Ağa eliyle, 9 Cemâziye’l-âhir 1130 / 10 Mayıs 1718 tarihinde, hazîneye teslîm edildiğine dair kayıttır23.
İkinci kayıt ise, 1718 senesinde, Karaman Eyaleti’ne bağlı sancaklara taksim edilen imdâd-ı seferiye listesidir. Buna göre Karaman Eyaleti’ne bağlı sancaklardan olan Beyşehri Sancağı’nın Begşehri, Seydişehri, Bozkır, Kaşaklu, Kır-ili ve Göçü kazâlarının toplam imdâd-ı seferiyesi 5.000 guruşdur. Karaman Eyaleti’nden taleb olunan imdâd-ı seferiye yekûnu ise 41.250 guruş olmuştur24.
9- Diğer Kayıtlar
KAYNAKÇA
32, 35, 37, 38, 39, 41, 42, 43, 45, 47, 48 numaralı siciller.
Hicri 1290 Konya Vilâyeti Sâlnâmesi 6, (Bu günkü harflere çev: Mehmet Eminoğlu), Konya Büyükşehir
Belediyesi Yayınları: 140, Konya 2008.
Sak, İzzet, Konya Kadı Sicili 37 (1102-1103 / 1691-11692), Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları:
259, Konya 2016.
Sak, İzzet, Konya Kadı Sicili 41 (1115-1116 / 1703-1704), Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları:
260, Konya 2016.
Sak, İzzet, Konya Kadı Sicili 47 (1128-1129 / 1716-1717), Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları:
235, Konya 2016.
Sak, İzzet - Cemal Çetin, Konya Kadı Sicili 45 (1126-1127 / 1714-1715), Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları: 287, Konya 2016.
Solak, İbrahim - İzzet Sak, Konya Kadı Sicili 38 (1103-1104 / 1692-1693), Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları: 285, Konya 2016.
Solak, İbrahim - İzzet Sak, Konya Kadı Sicili 39 (1113-1113 / 1701-1702), Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları: 286, Konya 2016.
Bozkır Kazâsı halkının, da‘vâlarını genellikle kendi kazâlarında bulan kâdıya giderek çözdürtmeleri ve buraya tescîl ettirmeleri tabiîdir. Ancak araştırma dönemi olan 1690-1720 yıllarına ait Bozkır Kazâsı’nın sicilleri günümüze kadar ulaşmamıştır. Bu itibarla, bu döneme ait kayıtları ancak Konya Mahkemesi sicillerinde bulmak mümkündür. İşte Bozkır Kazâsı halkı, aralarında ortaya çıkan anlaşmazlıklarda ve tescîl edilmesi gereken konularda, kendi kâdılarına müracaat ettikleri gibi, Konya Mahkemesi’ne gelerek ihtilâflarını Konya kâdısına da çözdürtmüş veya işlemlerini burada tescîl ettirmişlerdir. Bu sebeple Konya şer‘iye sicillerinde Bozkır Kazâsı ve köyleri ile ilgili kayıtlar da bulunmaktadır. Bu kayıtlar arasında genellikle alacak da‘vâları; darb, gasb ve yaralama da‘vâları gibi adlî olaylar yanında aile hayatı ile ilgili konular yani nikâh ve talâk gibi konular da yer almıştır. Ayrıca Konya şer‘iye sicillerinde, Bozkır Kazâsı’na tâbi köyler arasında meydana gelen mer‘a ve arazi sınırı anlaşmazlıkları ile sipâhi ve ehl-i örfle olan çeşitli arazi ve vergi da‘valarının kayıtlarını da görmek mümkündür. Bunlara ilaveten sicillerde, Bozkır Kazâsı ve köyleri ile ilgili merkezden gönderilen ve çeşitli konuları içeren yazılar yanında, kazânın devlete karşı olan yükümlülükleri çerçevesinde sefer için istenen emtiayı gösteren kayıtlara da rastlanılmaktadır. İşte bu çalışma, 1690-1720 yılları arasına âit 30 senelik bir dönemin şer‘iye sicillerinden2 tespit edilen belgelerden istifade ile hazırlanmıştır.
Konya sicillerinden tespit edilen bu belgeler, konularına göre tasnif edilerek değerlendirilecektir.
1- Alacak Da‘vâları İle İlgili Belgeler
Osmanlı toplumunda Müslim ve gayrimüslimler arasında hem sosyal hem de ticârî olarak sıkı bir ilişki bulunmaktadır. Her iki tarafın da borç para verecek kadar bir birine güvendikleri görülmektedir. Ancak bazen bu ticarî ilişkilerde problemlerin yaşandığını da görmek mümkündür. Meselâ Bozkır Kazâsı’na tâbi‘ Akkilise adlı köyden Abdullah Beg ibn Behlûl ve Alî bin Hızır adlı kimseler Konya Mahkemesi’nde, Akşemseddîn Mahallesi’nden Marderos veled-i Safer adlı zimmîyi her biri da‘vâ edip evvelâ Abdullah Beg söz alarak “Ben daha önce adı geçen zimmîye borç olarak ondört guruş verip teslîm edip ol dahî elimden alıp kendi işlerine sarf etmiş idi. Hâlâ zimmetindedir taleb ederim” demektedir. İkinci olarak Alî, “ben dahî adı geçen zimmîye borç olarak oniki guruş verip teslîm edip ol dahî elimden aldı ve kendi işlerine sarf etti şu ana kadar zimmetindedir taleb ederim” deyince durum Marderos’a sorulmuş; o da cevâbında “benim ondört guruş Abdullah Beg’e ve oniki guruş Alî’ye ödenmesi gereken borcum vardır” diye itirâf edince, borçlarını ödemesi için Marderos’a tenbîh olunmuştur3.
2- Nikâh İle İlgili Belgeler
Konu ile ilgili ilk belgemiz bir nikâh tescîlidir. Aslında Osmanlı toplumunda nikâhların tescîl ettirilmesine gerek yoktu. Ancak bazen kadınlar veya erkeklerin, mahkemeye gelerek nikâhlarının kıyıldığını tescîl ettirme ihtiyacı duydukları görülmektedir. İleride bir problem yaşamamak ve kendilerini, belki de, garanti altına almak için, bu yola daha çok kadınların başvurduğu ve mahkemeye gelerek nikâhlandıklarını tescîl ettirdiklerini görmekteyiz. Meselâ bu konuda, Bozkır Kazâsı’na tâbi‘ Akkilise köyü sâkinlerinden Fâtıma bint-i Mehmed nâm hatun güzel bir örnektir. Fâtıma Hatun, Konya Mahkemesi’nde, Abdî ibn Velî adlı kimse huzurunda “yedibin akça mehr-i mü’eccel ile nefsimi mezbûr Abdî’ye yirmi gün önce tezvîc ve tenkîh eyledim” deyince Abdî “ben dahî yazılan şekilde Fâtıma bint-i Mehmed’i bundan yirmi gün önce yedibin akça mehr-i mü’eccel ile tezevvüc ve kabûl eyledim” deyince durum kaydedilmiştir4.
Nikâh konusu ile ilgili bir diğer kayıt ise, bir nikâh isbâtı da‘vâsıdır. Karaman Eyâleti vâlisi olan Vezîr Alî Pâşâ tarafından mübâşir ta‘yîn olunan Osmân Ağa aracılığı ile Bozkır Kazâsı’na tâbi‘ Özlü köyü sâkinlerinden Halîl bin Alî adlı kimse, Konya Mahkemesi’ne Velî bin Hüseyin’i hazır ederek üzerine da‘vâ idüp “Bundan iki sene önce bin yüz on dört senesi Cemâziye’l-evvelin on beşinci günü ben şu anda mahkemede hâzır olan Âyşe bint-i Mûsâ adlı bikr-i bâliğayı şâhidler huzûrunda kendi rızâsıyla kırkbirbin akça mehr-i mü’eccel ile nefsim içün nikâh edip evime götürmek masrafını tedârik edemediğim içün, bu âna gelinceye kadar kendi evinde sâkine olmağla hâlâ evime götürmek istediğimde adı geçen Velî mâni‘ olmuşdur Velî’den su’âl olunup men‘ ve def‘ olunmasını matlûbumdur” deyince, Âyşe dahî “ben Halîl’e sözü edilen târîhde iznim ve rızâm ile belirtilen mehr-i mü’eccel üzerine akd-ı nikâh olunmuş iken sonradan Velî zorla birkaç nefer eşkıyâ ile evim basıp ben firâr eyledim. Velî’ye akd-ı nikâh olunmamış iken hâlâ Halîl’in evine girmeme mâni‘ olur” demektedir. Durum Velî’den sorulduğunda ise cevâbında “Âyşe bin yüz on beş senesi Şevvâlinin altıncı günü kendi rızâsıyla bana nikâh olunmuşdur daha önce Halîl’e nikâh olunduğunu bilmiyorum” diye cevap vermiştir. Bunun üzerine Halîl’den iddi’âsını ispatlayacak şâhid taleb olunmuş ve Konya’nın Kalenderhâne Mahallesi’den Mehmed bin Hasan ve Aksinle Mahallesi’nden İbrahîm Beg ibn Ahmed ile Pîrîpâşâ Mahallesi’nden Mustafâ bin İbrahîm adlı kimseler, şâhidliklerinde “bundan iki sene önce Cemâziye’l-evvelin on beşinci günü Âyşe bint-i Mûsâ bizim huzûrumuzda nefsini Halîl için akd-ı nikâha izn verip, Halîl dahî kırkbirbin akça mehr-i mü’eccel ile mezbûreyi tezevvüce rızâ virüp yine bizim huzûrumuzda akd-ı nikâh olundu ve iki taraf kabûl eylediler biz bu husûsa bu şekilde şâhidleriz şehâdet dahî ideriz” dediklerinde şâhidlikleri kabul edilmiş ve Velî, Âyşe’ye müdâhaleden men‘ edilmiştir5.
Nikâh ile ilgili bir başka belgede ise, kendisinin nikâhlı karısı olduğu iddi‘âsında bulunan bir kişinin, karım diye iddi‘â ettiği kadınla sütkardeş olduklarının ortaya çıkması üzerine da‘vâdan men‘ edildiğini görmekteyiz. Bozkır Kazâsı’na tâbi‘ Kozağaç köyüden es-Seyyid Halîl bin Osmân adlı kimse Konya Mahkemesi’nde, yine aynı kazâya tâbi‘ Karacaardıç köyünden es-Seyyid Mahmûd bin es-Seyyid Hasan’ı da‘vâ ederek “adı geçen es-Seyyid Mahmûd şu ânda mahkemede hâzır olan kızı Şerîfe Mihribânû nâm bikr-i bâliğayı velâyeten sagîri hâlinde bundan on sekiz sene önce ben dahî sagîr iken hâlâ hayâtda olan babam Osmân velâyeten bana akd-ı nikâh eylemişler bundan dolayı da benim nikâhlımdır. Ancak adı geçen Şerîfe Mihribânû nefsini bana teslîmden kaçınmaktadır. Şerîfe Mihribânû’dan ve babası es-Seyyid Mahmûd’dan durumun sorularak gereğinin yapılmasını istiyorum” deyince, durum Şerîfe Mihribânû ve babası es-Seyyid Mahmûd’dan sorulmuş; fakat bunlar iddi‘âları tamamıyla inkâr eylediklerinden başka, es-Seyyid Mahmûd cevâbında “kızım Şerîfe Mihribânû ile kendinden küçük karındaşı olan Abdullah’ın vâlideleri olup işbu mahkemede hâzır olan Fâtıma bint-i Hasan Beg nâm hatun oğlu mezbûr Abdullah’ı emzirirken, müdde‘î es-Seyyid Halîl altı aylık olup müddet-i rızâda mezbûre hatunu emmekle hürmet-i rızâ’ beynlerinde vâki‘ olmağın iddi‘â eylediği akd-ı mezbûr sahîh değildir” diye def‘ ile karşılık vermiştir. Bunun üzerine iddi‘âları reddeden es-Seyyid Mahmûd’dan sözlerini ispatlayacak şâhid istendiğinde Karaardıç köyünden es-Seyyid İbrahîm bin es-Seyyid el-Hâc Mehmed, es-Seyyid Ahmed bin es-Seyyid Hasan ve es-Seyyid Osmân bin es-Seyyid Ahmed adlı kimseler şâhidliklerinde “Şerîfe Mihribânû’nun sagîr karındaşı es-Seyyid Abdullah’ın vâlideleri Fâtıma bint-i Hasan Beg nâm hatunu oğlu es-Seyyid Abdullah emerken müdde‘î es-Seyyid Halîl altı aylık olup mezbûre hatunun memesinden emmekle hürmet-i rızâ’ beynlerinde vâki‘ olmuşdur biz bu husûsa şâhidleriz ve şehâdet dahî ideriz” diye şâhidlik ettiklerinde, şâhidlikleri kabul edilmiş ve emme olayı sâbit olmakla, es-Seyyid Halîl, da‘vâdan men‘ edilmiştir6.
Nikâhlısı olduğu iddi‘âsında bulunan ve iddi‘âsını ispatlayamadığı için da‘vâsından vaz geçenler de vardı. Meselâ Bozkır Kazâsı’na tâbi‘ Balıklağı köyünden Alî Beg bin Hasan, Konya Mahkemesi’nde aynı köyden Âyşe bint-i Mahmûd adlı bikr-i bâliğanın vekîli olan ammisi Osmân Efendi ibn Mehmed huzurunda, adı geçen Âyşe benim nikâhlımdır diye da‘vâ etmeye teşebbüs etmiş; fakat sonradan “eylediğim da‘vâda mubattal ve kâzib olmam ile da‘vâ-yı meşrûhamdan fâriğ olup Âyşe’nin zimmetini ibrâ ve iskât eyledim ba‘de’l-yevm müvekkile-i mezbûre Âyşe nefsini dilediği kimesneye tezvîc eylesün” diyerek da‘vâsından vaz geçmiştir7.
Nikâh ile ilgili bir başka kayıtta ise, nikâh da‘vâsı için vekîl tayin edildiğini görmekteyiz. Bozkır Kazâsı’na bağlı Sinandı köyünden eş-Şeyh Mahmûd Efendi ibn eş-Şeyh Abdullah Efendi, Konya Mahkemesi’nde, Belviran Kazâsı’na tâbi‘ Erkalan köyü sâkinelerinden Âyşe bint-i Süleyman Beşe nâm bikr-i bâliğanın, yine Belviran Kazâsı’na tâbi‘ Seniroğlanı köyünden Abdulgaffâr bin Mehmed ile olan nikâh akdi ile alakalı da‘vâ ve anlaşmazlıklarına kendisini vekîl ettiğini tescîl ettirmiştir8.
3- Darb, Gasb ve Eşkıyalık Da‘vâları
Konya şer‘iye sicillerinde, Bozkır Kazâsı ve köyleri ile ilgili bir başka belge grubu ise darb, gasb ve eşkıyalık konuları ile ilgilidir ki, bu konularla ilgili beş adet belge tespit edilmiştir. Bunlardan ilki Bozkır Kazâsı’na tâbi‘ Karacaardıç köyüne aittir. Aynı köyden iken bundan önce ölen es-Seyyid Abdülkerîm bin es-Seyyid Mûsâ’nın mirası karısı Âyşe bint-i Mehmed ile oğulları ve kızlarına kaldıktan sonra, vârislerin vekîli olan es-Seyyid Sinan, Konya Mahkemesi’nde, yine Bozkır Kazâsı’na tâbi‘ Hisarcık köyünden es-Seyyid Mehmed bin Hüseyin’i da‘vâ edip, “es-Seyyid Mehmed şu anda mahkemede olmayan ba‘zı refîkleriyle bundan bir sene önce adı geçen Karacaardıç köyünde bulunan evimizi basıp babamın mirasından olan on guruş kıymetli üç kaftan, ikişer guruş kıymetli iki boğası kaftan, onüç guruş kıymetli bir sîm zarflı hançer, on guruş kıymetli bir sîm reşme, dört guruş kıymetli tüfenk, otuzbeş guruş hediyeli bir Kelâmullah ve yedi guruş kıymetli bir kuşağını es-Seyyid Mehmed gasben almıştır. Zikri geçen eşyanın aynı mevcud ise ayanısını, müstehlek ise kıymet-i şer‘iyelerini taleb eylediğimde vermede te‘allül eder su’âl olunup takrîri tahrîr olunmak taleb ederim” deyince, es-Seyyid Mehmed iddi‘âları tamamıyla inkâr etmiştir. Da‘vâcıdan iddi‘âlarını ispatlaması talep olunmuş; ancak ispatlayamadığı için da‘vâyı kaybetmiştir9.
Gasb ile ilgili bir başka olay ise Bozkır Kazâsı’na tâbi‘ Akkilise köyü ile ilgilidir. Olayda Bozkır Kazâsı’na bağlı Akkilise köyünden el-Hâc İbrahîm Beg ibn Yûsuf ve Mahmûd bin Mehmed adlı kimseler Konya Mahkemesi’nde, Levendât tâ’ifesinden Ahmed bin Ebûbekir ve Mahmûd bin Abdullah adlı kimseleri da‘vâ edip, “bundan yedi gün önce adı geçen Ahmed ve Mahmûd, Hatunsarây Nâhiyesi’ne bağlı Akvîrân köyünde bizi bazularımızdan ve ellerimizden bağlayıp ağzımıza ve dînimize küfrederek bizi darb edip bir at gemi, bir at kolanı ve yirmidörtbuçuk guruşumuzu cebren ve kahren almışlardır. Adı geçenlerden su’âl olunup zikr olunan eşya ve paramız alıverilip kânûnî gereği ne ise yapılmasını taleb ederiz” dediklerinde, Ahmed ve Mahmûd’a durum sorulmuş, onlar da cevâblarında “Bozkır Kazâsı’na bağlı Yağlıüyük köyüne bir husûs için hâlâ mütesellim olan Mîrzâ Ağa tarafından buyuruldu ile varıp Yağlıüyük ahâlileri itâ‘at etmeyip geri ‘avdet edip Akvîrân köyüne geldiğimizde, bir kimse el-Hâc İbrahîm Beg ve Mahmûd’u Yağlıüyük köyü ahâlisindendir diye haber virmekle adı geçenleri tutup Hâcı İbrahîm Beg’den yirmidört guruş ve Mahmûd’un bir at gemi ile bir at kolanını aldık” diye itirâf etmişlerdir. İtirâfları gereğince sözü edilen yirmidört guruş ile kolan ve gem Ahmed ve Mahmûd’dan alınarak el-Hâc İbrahîm Beg ve Mahmûd’a teslîm edilmiştir. Ayrıca el-Hâc İbrahîm Beg ile Mahmûd’a, bazularından ve ellirinden bağlayıp ağızlarına ve dînlerine küfredildiğine dâ’ir olan iddi‘âlarını ispatlamaları için süre verilmiştir10.
Konya şer‘iye sicillerinde, Bozkır Kazâsı ve köyleri ile ilgili bir başka belge grubu ise darb, gasb ve eşkıyalık konuları ile ilgilidir ki, bu konularla ilgili beş adet belge tespit edilmiştir. Bunlardan ilki Bozkır Kazâsı’na tâbi‘ Karacaardıç köyüne aittir. Aynı köyden iken bundan önce ölen es-Seyyid Abdülkerîm bin es-Seyyid Mûsâ’nın mirası karısı Âyşe bint-i Mehmed ile oğulları ve kızlarına kaldıktan sonra, vârislerin vekîli olan es-Seyyid Sinan, Konya Mahkemesi’nde, yine Bozkır Kazâsı’na tâbi‘ Hisarcık köyünden es-Seyyid Mehmed bin Hüseyin’i da‘vâ edip, “es-Seyyid Mehmed şu anda mahkemede olmayan ba‘zı refîkleriyle bundan bir sene önce adı geçen Karacaardıç köyünde bulunan evimizi basıp babamın mirasından olan on guruş kıymetli üç kaftan, ikişer guruş kıymetli iki boğası kaftan, onüç guruş kıymetli bir sîm zarflı hançer, on guruş kıymetli bir sîm reşme, dört guruş kıymetli tüfenk, otuzbeş guruş hediyeli bir Kelâmullah ve yedi guruş kıymetli bir kuşağını es-Seyyid Mehmed gasben almıştır. Zikri geçen eşyanın aynı mevcud ise ayanısını, müstehlek ise kıymet-i şer‘iyelerini taleb eylediğimde vermede te‘allül eder su’âl olunup takrîri tahrîr olunmak taleb ederim” deyince, es-Seyyid Mehmed iddi‘âları tamamıyla inkâr etmiştir. Da‘vâcıdan iddi‘âlarını ispatlaması talep olunmuş; ancak ispatlayamadığı için da‘vâyı kaybetmiştir9.
Gasb ile ilgili bir başka olay ise Bozkır Kazâsı’na tâbi‘ Akkilise köyü ile ilgilidir. Olayda Bozkır Kazâsı’na bağlı Akkilise köyünden el-Hâc İbrahîm Beg ibn Yûsuf ve Mahmûd bin Mehmed adlı kimseler Konya Mahkemesi’nde, Levendât tâ’ifesinden Ahmed bin Ebûbekir ve Mahmûd bin Abdullah adlı kimseleri da‘vâ edip, “bundan yedi gün önce adı geçen Ahmed ve Mahmûd, Hatunsarây Nâhiyesi’ne bağlı Akvîrân köyünde bizi bazularımızdan ve ellerimizden bağlayıp ağzımıza ve dînimize küfrederek bizi darb edip bir at gemi, bir at kolanı ve yirmidörtbuçuk guruşumuzu cebren ve kahren almışlardır. Adı geçenlerden su’âl olunup zikr olunan eşya ve paramız alıverilip kânûnî gereği ne ise yapılmasını taleb ederiz” dediklerinde, Ahmed ve Mahmûd’a durum sorulmuş, onlar da cevâblarında “Bozkır Kazâsı’na bağlı Yağlıüyük köyüne bir husûs için hâlâ mütesellim olan Mîrzâ Ağa tarafından buyuruldu ile varıp Yağlıüyük ahâlileri itâ‘at etmeyip geri ‘avdet edip Akvîrân köyüne geldiğimizde, bir kimse el-Hâc İbrahîm Beg ve Mahmûd’u Yağlıüyük köyü ahâlisindendir diye haber virmekle adı geçenleri tutup Hâcı İbrahîm Beg’den yirmidört guruş ve Mahmûd’un bir at gemi ile bir at kolanını aldık” diye itirâf etmişlerdir. İtirâfları gereğince sözü edilen yirmidört guruş ile kolan ve gem Ahmed ve Mahmûd’dan alınarak el-Hâc İbrahîm Beg ve Mahmûd’a teslîm edilmiştir. Ayrıca el-Hâc İbrahîm Beg ile Mahmûd’a, bazularından ve ellirinden bağlayıp ağızlarına ve dînlerine küfredildiğine dâ’ir olan iddi‘âlarını ispatlamaları için süre verilmiştir10.
Karaman Eyâleti vâlisi olan Vezîr el-Hâc Osmân Pâşâ huzurunda yapılan mahkemede ise, Bozkır Kazâsı’na bağlı Avdan köyü sipâhisi Bostân Ağa ibn Abdullah Ağa ve adı geçen köyden Abdullah bin Halîl ile zevcesi Ümmi bint-i Alî, Hasan bin Alî ve zevcesi Selîme bint-i Mehmed adlı kimseler aynı köyden Mehmed bin Alî adlı kimseyi da‘vâ ederler. Önce Bostân Ağa söz alarak şöyle demektedir: “Adı geçen Mehmed kuttâ‘ü’t-tarîk eşkıyâsından olmağla kazâ-i mezbûrda Arpalubeli’nde balıkçı yolunda altı nefer kimse ile önüme inip elimden tüfengimi almıştır”. İkinci olarak Abdullah ile Ümmü söz alarak, “mezkûr Mehmed adı geçen köyde olan evime gece ile girip iki makreme ve bir guruşluk akçamızı aldığından başka zevcem Ümmü’ye tecâvüz eylemişdir”. Üçüncü olarak ise Hasan ile Selîme söz alarak, “adı geçen Mehmed köyde bulunan evime gece ile girip iki çift sahanımı aldığından başka zevcem Selîme’ye tecâvüz eylemişdir kendinden su’âl olunup mûcib-i şer‘îsi icrâ olunması matlûbumdur” dediklerinde, durum Mehmed’e sorulunca, cevâbında Bostân Ağa’nın önüne inip tüfengini aldığını kabul, lâkin diğerlerinin evlerine girip hanımlarına tecâvüz eylediğini bütünüyle inkâr etmiştir. Da‘vâcılardan iddi‘âlarını ispatlamaları taleb olunmuş; ancak onlar ileri sürdükleri iddi‘âları ispatlayamamışlardır. Bunun üzerine Mehmed’in keyfiyet-i ahvâli köyü ahâlisinden sorulduğunda, ahâli “mezbûr Mehmed kuttâ‘ü’t-tarîk eşkıyâsından olup Abdullah ve Hasan’ın ve sâ‘ir köy ahâlilerinin ehl ve ‘ıyâllerinin ‘ırzlarını hetk eylemesi ‘âdet-i müstemeresidir ve fesâd ehlidir” diye şâhidlik etmişlerdir. Bunun üzerine durum tespit edilip, gereğince hükm olunmuştur11.
Konu ile ilgili bir başka ilginç belge ise evlâdlıkdan reddetme olayıdır. Bozkır Kazâsı’na bağlı Ağcabınâr köyünden Mustafâ bin Sinân adlı kimse Konya Mahkemesi’ne gelüp, kadı huzurunda şöyle demektedir: “Sulbî oğlum Hüseyin nâm kimesne karye-i mezbûrede komşularıma cevr ve eziyet üzere olduğu mesmû‘um olmağla bîzâr olup red eyledim ba‘de’l-yevm mezbûr benden hukûk-ı ebeveyne mürâ‘ât12 talebinde olmayup ben dahî mezbûr ile oğulluk mu‘âmelesi itmemeğe azîmet idüp min külli’l-vücûh kat‘-ı alâka eyledim” dediği kaydedilmiştir13. Bu olayda, oğlunun ahâliye yaptığı eziyet ve kötülüklerden bıkan babanın, ondan kurtulmak için, evlâdlıktan reddetme yoluna gittiği anlaşılmaktadır.
Konu doğrudan Bozkırla ilgili olmamakla birlikte, ilginç olaylardan biri de Konya’nın Fakîhdede Mahallesi’nde cereyan etmiştir. Sözü edilen mahalleden Alî bin Ahmed adlı kimse, Konya Mahkemesi’nde es-Seyyid Mustafâ bin es-Seyyid Abdulkâdir’i da‘vâ ederek “Bu gün merkûm es-Seyyid Mustafâ beni haksız yere darb idüp eşek manâv Bozkır asılacağı diye küfretmekle benim gururuma dokunmuştur merkûm es-
Seyyid Mustafâ’dan su’âl olunup mûcib-i şer‘îsi icrâ olunmasını taleb ederim” deyince, es-Seyyid Mustafâ iddi‘âları inkâr etmiştir. Bunun üzerine da‘vâcı Alî’den iddi‘âlarını ispatlayacak şâhit istenmiş, şâhitlerin Alî’nin dediklerini doğrulamaları üzerine, es-Seyyid Mustafâ’nın ta‘zîrle cezâlandırılmasına hükm edilip, cezânın infâzı için zâbitine teslîm olunmuştur14. Burada “Bozkır asılacağı” sözü hakaret ve küfür olarak kabul edilip, küfreden kimsenin cezâlandırılma yoluna gidildiği görülmektedir.
4- Mer‘a ve Arazi Anlaşmazlıkları İle İlgili Belgeler
4- Mer‘a ve Arazi Anlaşmazlıkları İle İlgili Belgeler
Konya Mahkemesi kayıtlarında Bozkır Kazâsı ile ilgili belgelerin bir kısmı da mer‘a ve arazi anlaşmazlıkları ile ilgilidir. Meselâ bunlardan biri Aldoğan köyü ile Ahurlu köyü arasında meydana gelen mer‘a da‘vâsıdır. Bozkır Kazâsı’na bağlı Aldoğan köyünden Mehmed bin Alî, Mustafâ bin Murtazâ, Süleymân Beg ibn Mehmed, Hatîb Mustafâ Efendi ibn Abdî, Ramazân bin İbrahîm ve daha pek çok kimse Karaman Eyâleti vâlisi olan Süleymân Pâşâ huzûrunda kurulan mahkemede, yine aynı kazâya bağlı Ahurlu köyü sipâhisi Mustafâ Beg ile adı geçen köyden Osmân Beg ibn Abdî, es-Seyyid Osmân bin Mahmûd, Hasan Efendi ibn Alî, İmâm Mehmed Efendi adlı kimseler ve sâ’irleri huzurunda her biri üzerlerine “Köylerimiz arasında olan cebel (dağ) eskiden beri âbâ ‘an ced çardaklar yapup mahallinde koyunlarımız varup otundan ve suyundan istifade edegeldiğimiz halde adı geçenler bizi çıkımdan ve koyunlarımızı otlatmaktan men‘ ederler su’âl olunup eskiden beri olduğu gibi çıkımdan ve koyunlarımızı otlatmaktan men‘ olunmamak üzere tenbîh olunması matlûbumuzdur” diye da‘vâ açmışlardır. Bunun üzerine, durum da‘vâlılara sorulduğunda, cevâblarında “gerçekten adı geçenler birkaç seneden beri mahall-i mezbûra çıkup ve koyunlarını otlatırlar” diye i‘tirâf edip; “lâkin bu sene kazâ-i mezbûrda nâ’ibü’ş-şer‘ olan Abdulvahhâb Efendi huzûrunda yapılan duruşmada kadîmî mer‘amız olduğunu huzûrlarında şâhidlerle isbât edip, mezbûrûnu men‘ ve elimize mahkeme tarafından hüccet-i şer‘iye verildikten sonra durumu devlet merkezine i‘lâm eylediğimizde bir def‘a şer‘le görülüp karara bağlanan da‘vânın tekrar görülmesi câiz değildir diye elimize fermân-ı şerîf-i ‘âlîşân verilmiştir” diyerek sözlerine uygun bir adet hüccet ve bir adet fermân ortaya koymuşlardır. Hüccete ve fermâna bakıldığında içerikleri tamamıyla sözlerine uygun olduğu görülmüştür. Neticede hem hüccet hem de fermân gereğince, iddi‘âcıların sâhib-i arzdan temessükleri ve senedleri olmadığından, da‘vâ açan Aldoğan köyü halkı da‘vâdan men‘ edilmiştir15.
Bir başka arazi da‘vâsı ise Bozkır Kazâsı’na bağlı Ahurlu köyü ile Yağlıüyük köyü halkı arasında geçmektedir. Kâfirçiftliği köyü toprağından olup Suğla tabir olunur Enişdibi demekle ma‘rûf bir tarafdan Hallâckayası, bir tarafadan Söğüdburnu, bir tarafdan Belmeçukuru ve bir tarafdan cebel-i ‘azîm ile mahdûd tahmînen bin Konya kilesi tohum ekilen arazi üzerinde olan anlaşmazlık, delillerin ışığında ve şâhitlerin şehâdetiyle Ahurlu köyü halkı lehine neticelenmiştir16.
Diğer bir arazi anlaşmazlığı ise Bozkır Kazâsı’na bağlı Sinânlı köyü za‘îmi ile Nuzumla köyü câmii hatîbi Molla Muslî bin Ahmed arasında geçmektedir. Buna göre Sinânlı köyü ve gayriden 54.470 akça ze‘âmete ortaklık şeklinde mutasarrıf olan es-Seyyid Hasan Ağa, es-Seyyid Mustafâ Ağa ibn es-Seyyid Alî Ağa ve es-Seyyid Mehmed Ağa ibn Şa‘bân adlı kimseler, Konya Mahkemesi’nde, Seydîşehri Kazâsı’na bağlı Nuzumla köyünden Hatîb Molla Muslî bin Ahmed’i, “Nuzumla köyünde bulunan câmi‘-i şerîf yakınında olan yarım dönüm, yine Büyükyer’de olan bir dönüm, Bozyer’de olan yarım dönüm, İnceyer’de olan yarım dönüm ve Kilisedibi’nde olan dört dönüm ki, toplam beş adet tarla bizim ze‘âmetimiz arâzisinde olup dört seneden beri Molla Muslî adı geçen câmi‘in vakfıdır diye fuzûlî olarak zabt eder su‘âl olunup işbu elimizde olan fetvâ-yı şerîfe ve mûcibince emr-i ‘âlîye nazar olunup kasr-ı yedine tenbîh olunması matlûbumuzdur” diye da‘vâ etmişlerdir. İddi‘âlar Molla Muslî’ye sorulduğunda “zikr olunan arâzileri câmi‘-i mezkûr vakfıdır diye bana haber vermeleriyle dört seneden beri vakf olmak üzere zabt ederim” diye cevap vermiştir. Bunun üzerine bahsi geçen arâzilerin câmi‘-i mezkûrun vakfı olduğuna Molla Muslî’den sened taleb olunduğunda, “vakf olduğuna elimde senedim yokdur” diye i‘tirâf etmiştir. Zâ‘imlerin ortaya koyduğu fetvâ ve fermâna bakıldığında ise “temlîk-i sultânî olmayınca ‘arz-ı mîrînin vakfiyeti sahîh olur mu el cevâb olmaz” diye buyrulmakla, fetvâ ve fermân gereğince Molla Muslî, adı geçen arâzilerden el çektirilmiştir17.
Bir başka arazi da‘vâsı ise Bozkır Kazâsı’na bağlı Ahurlu köyü ile Yağlıüyük köyü halkı arasında geçmektedir. Kâfirçiftliği köyü toprağından olup Suğla tabir olunur Enişdibi demekle ma‘rûf bir tarafdan Hallâckayası, bir tarafadan Söğüdburnu, bir tarafdan Belmeçukuru ve bir tarafdan cebel-i ‘azîm ile mahdûd tahmînen bin Konya kilesi tohum ekilen arazi üzerinde olan anlaşmazlık, delillerin ışığında ve şâhitlerin şehâdetiyle Ahurlu köyü halkı lehine neticelenmiştir16.
Diğer bir arazi anlaşmazlığı ise Bozkır Kazâsı’na bağlı Sinânlı köyü za‘îmi ile Nuzumla köyü câmii hatîbi Molla Muslî bin Ahmed arasında geçmektedir. Buna göre Sinânlı köyü ve gayriden 54.470 akça ze‘âmete ortaklık şeklinde mutasarrıf olan es-Seyyid Hasan Ağa, es-Seyyid Mustafâ Ağa ibn es-Seyyid Alî Ağa ve es-Seyyid Mehmed Ağa ibn Şa‘bân adlı kimseler, Konya Mahkemesi’nde, Seydîşehri Kazâsı’na bağlı Nuzumla köyünden Hatîb Molla Muslî bin Ahmed’i, “Nuzumla köyünde bulunan câmi‘-i şerîf yakınında olan yarım dönüm, yine Büyükyer’de olan bir dönüm, Bozyer’de olan yarım dönüm, İnceyer’de olan yarım dönüm ve Kilisedibi’nde olan dört dönüm ki, toplam beş adet tarla bizim ze‘âmetimiz arâzisinde olup dört seneden beri Molla Muslî adı geçen câmi‘in vakfıdır diye fuzûlî olarak zabt eder su‘âl olunup işbu elimizde olan fetvâ-yı şerîfe ve mûcibince emr-i ‘âlîye nazar olunup kasr-ı yedine tenbîh olunması matlûbumuzdur” diye da‘vâ etmişlerdir. İddi‘âlar Molla Muslî’ye sorulduğunda “zikr olunan arâzileri câmi‘-i mezkûr vakfıdır diye bana haber vermeleriyle dört seneden beri vakf olmak üzere zabt ederim” diye cevap vermiştir. Bunun üzerine bahsi geçen arâzilerin câmi‘-i mezkûrun vakfı olduğuna Molla Muslî’den sened taleb olunduğunda, “vakf olduğuna elimde senedim yokdur” diye i‘tirâf etmiştir. Zâ‘imlerin ortaya koyduğu fetvâ ve fermâna bakıldığında ise “temlîk-i sultânî olmayınca ‘arz-ı mîrînin vakfiyeti sahîh olur mu el cevâb olmaz” diye buyrulmakla, fetvâ ve fermân gereğince Molla Muslî, adı geçen arâzilerden el çektirilmiştir17.
Eyâlet-i Karaman muhâfızı el-Hâc Osmân Pâşâ’nın huzûrunda yapılan bir başka mahkemede ise Bozkır Kazâsı’na tâbi‘ Sinânlı nâm karye ve gayriden 54.475 akça ze‘âmete ortaklık şeklinde mutasarrıflar olan es-Seyyid Mustafâ Ağa ibn es-Seyyid Alî Ağa ve karındaşı es-Seyyid Hasan Ağa ibn es-Seyyid Alî Ağa ile es-Seyyid Mehmed Ağa ibn Şa‘bân ve Mustafâ Ağa ibn Alî nâm kimesnelerin vekîli Molla Hüseyin bin Mehmed, yine Bozkır’a tâbi‘ Fart köyü sâkinlerinden Ahmed bin Hasan, Velî bin Alî, Osmân bin Ömer Beg ve Bedel bin Ömer adlı kimseleri da‘vâ edip; “adı geçen kazâya tâbi‘ Kazıkdere köyü bizim ze‘âmetimiz köylerinden olup, bu köy sınırları dâhilinde olan Samaylıca ve Ballıca mezra‘aları bizim ze‘âmetimiz içindedir ve Kazıkdere ahâlileri zirâ‘at ede gelip elimizde olan sûret-i defter-i hâkânîde dahi bizim yaylağımız olarak kayıtlıdır. Ancak mezbûrlar bizim yaylağımızdır diye fuzûlen zabt ve tasarruf edip, bizim zirâ‘atimize mâni‘ olurlar. Elimizde olan sûret-i defter-i hâkânî ile fermân ve fetvâya bakılarak mezbûrlardan su’âl olunup yaylakları olduğuna sûret-i defter-i hâkânî dahî taleb oluna” diye bir kıt‘a fetvâ-yı şerîfe dahî ibrâz etmişlerdir. Bunun üzerine adı geçenler cevâblarında yaylağa çıkıp arâzi-i mezbûreyi zabt ve tasarruf eylediklerini ikrâr, lâkin 1050 târîhi iki kıt‘a köhne hüccet ibrâz edip sâhib-i arzdan arâzi-i mezbûreyi zabt ve tasarruflarına izin veren sened taleb olunduğunda ise sâhib-i arzdan hergangi bir senedleri olmadığını i‘tirâf eylemişlerdir. Neticede sipâhilerin ortaya koyduğu fetvâ, defter ve fermân gereğince, Fart köyü ahâlisi, Samaylıca ve Ballıca mezra‘alarından el çektirilmiştir18.
5-Rüsûm-ı Ra‘iyyet ve Öşür Da‘vâları
Bozkır Kazâsı ile ilgili olarak Konya Mahkemesi’ne intikal eden da‘vâlar arasında ra‘iyyet resmi ve öşür da‘vaları da yer almaktadır. Konya’nın Aksinle Mahallesi’nden olup Bozkır Kazâsı’na bağlı Ahurlu köyü za‘îmi Mehmed Ağa’nın subaşısı ve vekîli olan karındaşı Mustafâ Ağa’nın açmış olduğu da‘vâ bu konuya örnek gösterilebilir. Mustafâ Ağa, Konya Mahkemesi’nde, Alâ’iye Sancağı’na tâbi‘ Akseki Kazâsı’ndan İsma‘îl bin Bâli ve Mehmed bin Yûsuf adlı kimseleri da‘vâ edip, “mezbûrlar, müvekkilim Mehmed Ağa’nın ze‘âmeti karyesinden Ahurlu köyü toprağında yıllayup ve hayvanlarını otlatmalarıyla resm-i otlaklarını taleb eylediğimde ödemekten kaçınırlar adı geçenlerden su’âl olunup resm-i otlakları alıvirilmesi matlûbumdur” deyince, İsma‘îl ve Mehmed cevâblarında “bizler Arvana köyünde yıllayup ve hayvanlarımızı dahî orada otlatırız bu sebeble resm-i otlağımızı Arvana köyü sipâhîsi Süleymân Beg’e edâ ve teslîm ideriz Mehmed Ağa’nın ze‘âmeti köyü olan Ahurlu köyü toprağında yıllamayıp ve hayvanlarımızı dahî orada otlatmayız” diye inkâr etmişlerdir. Mustafâ Ağa’dan iddi‘âlarını ispatlaması istenmiş; ancak ispatlayamadığı gibi İsma‘îl ve Mehmed’e yemîn dahî vermemekle, açmış olduğu da‘vâdan men‘ edilmiştir19.
Vergi konusunda bir başka ilginç da‘va da, Göçü-i Kebîr Kazâsı’na bağlı Erkin köyü ve gayrıdan 32.498 akça ze‘âmete mutasarrıf olan Ahmed Ağa ibn Ahmed nâm kimesnenin açmış olduğu da‘vâdır. Ahmed Ağa, Konya Mahkemesi’nde Şeyhsadreddîn Mahallesi’nde oturan Ahmed bin Süleymân’ı da‘vâ edip, “adı geçen Ahmed, Bozkır Kazâsı’na bağlı Akçabınâr köyünün ra‘iyyet ve ra‘iyyeti oğullarından olmakla üzerine kânûnen edâsı lâzım gelen rüsûm-ı ra‘iyyetini taleb eylediğimde edâdan kaçınır su’âl olunup alıverilmesi matlûbumdur” demektedir. Durum kendisine sorulduğunda, Ahmed cevâbında, “ben on beş seneden beri Konya’da sâkin olup Ahmed Ağa’nın ze‘âmeti karyesinden karye-i mezbûre Akçabınâr’ın babam ve dedem ve benim ismim mestûr ve mukayyed sûret-i defterde ra‘iyyet ve ra‘iyyeti oğullarından olduğuma sûret-i defter ibrâz eylesün” demiştir. Sonuçta Ahmed Ağa sûret-i defter ibrâz edemediğinden, Ahmed’den resm-i ra‘iyyet talebinden men‘ edilmiştir20.
6- Tedâvi ile İlgili Kayıtlar (Rızâ Senedi)
Günümüzde de doktorların tedâvi esnasında başvurdukları bir uygulama olan rızâ senedi uygulaması, Osmanlı toplumunda yaygın bir şekilde görülmektedir. Bu usul doktor ile hasta arasında bir mukâvele olarak değerlendirilebilir. Bu usulde, tedâvi olmak isteyen hasta cerrâha müracaat ederek, tedâvi olmak istediğini bildirir. Ancak cerrâh tedâvi sırasında hastanın ölme ihtimaline karşı kendini garanti altına almak ve mahkeme tarafından takibe uğramamak veya hasta yakınları tarafından kendisine dava açılmamak için tedâvi olacak kişiden bir rızâ senedi alırdı. Bu senedde, hasta, eğer tedâvi sırasında ölürse, vârislerinin ve hâkimlerin cerrâhı rahatsız etmelemelerini ve ona da‘va açmamalarını istemektedir. İşte benzer bir rıza senedi Bozkır Kazâsı’na bağlı Akkilise köyünden Mehmed bin Sefer tarafından tedâvi olduğu Aslan bin Nikola’ya verilmiştir.
Buna göre Mehmed, Konya Mahkemesi’nde, Aslan veled-i Nikola nâm zimmî cerrâh muvâcehesinde “Ben fıtık marazına mübtelâ olup maraz-ı mezbûrun ilâcında mezkûr Aslan zimmînin hazâkat(mahâret üstâdlık) ve mahâreti olmağla ücretle mürâca‘at eyledim muktezâ-yı san’atı üzere ilâc eylesün eğer ifâkat bulursam febihâ ve eğer esnâ-yı ilâcda fevt olursam dem ve diyetime müte‘allık da‘vâdan zimmetini ibrâ eyledim vârislerim ve hükkâm-ı kirâm taraflarından bu husûs içün merkûm rencîde olunmaya” demektedir21.
7- Kölelerle İlgili Kayıtlar
Bilindiği gibi Osmanlı Devleti’nde sosyal hayatın en önemli unsurlarından biri de köleler ve câriyeler idi. Köle ve câriyeleri hemem hemen her alanda görmek mükündür. Ailenin bir ferdi gibi muamele gören köle ve câriyeler, bazen efendilerinin hizmetinden kaçmaktaydılar. Kaçan bu kölelerin yakalanmaları, yakalandıktan sonraki durumları çeşitli kurallara bağlanmış ve bu kurallar çerçevesinde işlem yapılmakta idi.
İşte efendisinin hizmetinden kaçan kölelerden biri de Bozkır Kazâsı’nın Aydınkışla köyünden Seyflioğlu Süleyman’ın kölesi Abdullah idi.
Konya’da Mîrâbiye Mukâta‘ası’na mâlikâne şeklinde mutasarrıf ve zâbit-i avâbık (kaçakları yakalama zâbiti) olan Mustafâ Çelebi ibn Hidâyetullah, Konya Mahkemesi’nde orta bolu açık kaşlı Arab Abdullah adlı köleyi hazır ederek “Bundan üç gün önce Abdullah, Konya’nın Sadırlar Mahallesi’nde kaçak köle olduğu hâlde tutulmuştur. Kendisine sorularak yetecek kadar nafaka bağlanmasını ve zâbit-i avâbık olduğum hasbiyle sahibi ortaya çıkıncaya kadar bana teslîm olunması matlûbumdur” demektedir. Bunun üzerine adı geçen köle Arab Abdullah’a sorulduğunda, o da cevâbında, Bozkır Kazâsı’ndan Aydınkışlası’ndan Seyflioğlu Süleymân’ın kölesi olup mülkünden kaçtığını itirâf etmiş ve kâdı tarafından kendisine yevmî dörder para nafaka bağlandıktan sonra, sahibi ortaya çıkıncaya kadar zâbit-i avâbık olan Mustafâ Çelebi’ye teslim edilmiştir. Ayrıca kâdı, zâbit-i avâbıka, ihtiyaç olması halinde, kölenin masrafları için borç alabilmek ve sahibi ortaya çıktığında harcamış olduğu paraları ondan geri tashil edebilemek için izin dahi vermiştir22.
8- Çeşitli Mükellefiyetlerle İlgili Kayıtlar
Bu konu ile ilgili 2 kayıt bulunmaktadır. Bunlar Bozkır Kazâsı’nın çeşitli tarihlere ait imdâd-ı seferiye tezkeresi ve imdâd-ı seferiye taksim defterlerinden oluşmaktadır. İlki Begşehri Sancağı’na tâbi‘ Bozkır Kazâsı ve ona bağlı köylerin ahalilerine isabet eden 244 guruş olan imdâd-ı seferiyesinin, Za‘îm Alî Ağa eliyle, 9 Cemâziye’l-âhir 1130 / 10 Mayıs 1718 tarihinde, hazîneye teslîm edildiğine dair kayıttır23.
İkinci kayıt ise, 1718 senesinde, Karaman Eyaleti’ne bağlı sancaklara taksim edilen imdâd-ı seferiye listesidir. Buna göre Karaman Eyaleti’ne bağlı sancaklardan olan Beyşehri Sancağı’nın Begşehri, Seydişehri, Bozkır, Kaşaklu, Kır-ili ve Göçü kazâlarının toplam imdâd-ı seferiyesi 5.000 guruşdur. Karaman Eyaleti’nden taleb olunan imdâd-ı seferiye yekûnu ise 41.250 guruş olmuştur24.
9- Diğer Kayıtlar
Konya şer‘iye sicillerinde yukarıdaki verilenlerden başka konularda da, belgeler bulunmaktadır. Bunlardan biri, Begşehri Sancakbegi Alî Pâşâ tarafından haps edilen mahkûmlardan dördünün hapiste ölmesi ve geriye kalanlarının serbest bırakılması, serbest bırakılanların da paşadan da‘valarının olmadığının tescili ile ilgilidir. Belgenin önemine binâen bu belgeyi geniş bir şekilde vermek istiyoruz.
“Bi’l-fi‘l Eyâlet-i Karaman’a mutasarrıf olan Alî Pâşâ hazretlerinin taraf-ı ‘âlîlerinden mütesellim-i sâbık Hüseyin Ağa meclis-i şer‘-i şerîfe Bozkır Kazâsı’na tâbi‘ Sırıstad nâm karye ahâlisinden Mustafâ bin Alî ve diğer Mustafâ bin Mehmed ve Receb bin Mehmed ve Abdulgaffâr bin Mustafâ nâm kimesneleri ihzâr ve mahzarlarında takrîr-i kelâm idüp sâbıkan Begşehri Sancağı’nda mutasarrıf olan İbrahîm Pâşâ mezbûrların karyesine bir husûs içün geldikde karye-i mezbûre ahâlisi cem‘iyet idüp pâşâ hazretleriyle mücâdele ve muhârebe etmeleriyle husûs-ı mezbûr içün fermân-ı ‘âlî ile Alî Pâşâ hazretleri kazâ-i mezbûra vardığında karye-i mezbûre ahâlisinden mezbûrları ve bunlardan gayrı dört nefer kimesneyi ahz idüp habs içün bu tarafa irsâl etmeleriyle habs olunmuşlar idi bi-emrillâhi te‘âlâ dört nefer fevt olup mezbûrlar ıtlâk olunmuşlardır bir akça ve bir habbeleri alınmayup ve darb ve sâ’ir bir vecihle eziyet olunmamışdır su’âl olunup takrîrleri tahrîr olunması matlûbumdur didikde gıbbe’s-su’âl mezbûrlar cevâblarında mukaddemâ bizim her birimiz kendi mesâlihimiz içün âhar karyelerde olup kendi karyemizde değiller iken vech-i muharrer üzere mücâdele ve muhârebe vâki‘ olup ba‘de’l-eyyâm biz dahî karyemize gelüp menzillerimizde sâkinler iken Alî Pâşâ dergâh-ı ‘âlî kapucubaşılarından Receb Ağa ile kazâ-i mezbûra gelüp husûs-ı merkûm içün şer‘le mürâfa‘a murâd etmekle karyemiz ahâlisi bizi müdâra‘a içün irsâl etmeleriyle vardığımızda bizi ve bizden gayrı dört nefer kimesneyi Alî Pâşâ ahz edüp habs içün bu tarafa irsâl etmişidi mahbûsda iken bi-emrillâhi te‘âlâ dört nefer kimesne fevt olup hâlâ biz ıtlâk olundukda bir akça ve bir habbemiz alınmayup ve aslâ darb ve sâ’ir bir vecihle cevr ve eziyet olunmamışdır pâşâ-yı mûmâ-ileyh hazretleri ile merkûm mütesellim-i sâbık Hüseyin Ağa’da cevr ve eziyet ve emvâl ve erzâka müte‘allık da‘vâ ve nizâ‘ımız yokdur dedikleri ketb olundu”25. Bu belgede sözü geçen dört kişinin ölümü olayı ile ilgili olarak, bu kimselerin hapiste darb sonucu mu, yoksa ecelleri ile mi öldüğü konusunda bazı şüpheler ortaya çıkmaktadır. Bu şüpheleri ortadan kaldırmak düşüncesi ile mütesellimin, ölümlerin normal ölüm olduğu konusunda hapsedilen diğer kimselerin sözlü onayını almak durumunda kaldığı anlaşılmaktadır.
Bir diğer belge ise Rakka, Hama ve Humus taraflarına iskân edilmeleri için gönderilen; ancak iskân yerlerine gitmeyerek Karaman, Bozkır ve Aydın taraflarına kaçan Türkmen ve Ekrâd tâ’ifesinin tutularak cezâlarının verilmesi hakkında gönderilen fermân gereğince, 26 Muharrem 1103 / 7 Ekim 1692 tarihinde gönderilen ve 4 Safer 1104 / 15 Ekim 1692 tarihinde kaydedilen müfettiş buyuruldusudur26.
Sonuç
Sonuç olarak diyebiliriz ki; Bozkır Kazâsı ve köyleri halkı, aralarında ortaya çıkan ihtilâfları ve da‘vâları veya tescîl edilmesi gereken her türlü konuyu, kendi kâdılarına gördükdükleri gibi; dönemin şartlarına bakmadan, belki de birkaç günlerini de yollarda ve Konya’da geçirmek suretiyle, Konya Mahkemesi’ne getirmekte herhangi bir beis görmemişlerdir. Konya şer‘iye sicillerine kaydedilen bu belgeler, bölgenin sosyal, kültürel ve ekonomik hayatı hakkında oldukça ilginç bilgiler içermektedir.
ULUSLARARASI SEMPOZYUM: GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE BOZKIR
204 KONYA ŞER’İYE SİCİLLERİNDE BULUNAN BOZKIR KAZÂSI İLE İLGİLİ BAZI KAYITLAR
(1690-1720)
İzzet SAK
ULUSLARARASI SEMPOZYUM: GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE BOZKIR
AÇIKLAMALAR
* Prof. Dr., Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi
1 Hicri 1290 Konya Vilâyeti Sâlnâmesi 6, (Bu günkü harflere çev: Mehmet Eminoğlu), Konya Büyükşehir Belediyesi Yayınları: 140, s.139 vd.
2 Araştıma için 32, 33, 35, 36, 37, 38, 39, 40, 41, 42, 43, 44, 45, 46, 47, 48 numaralı Konya Şer’iye Sicilleri taranmış; ancak bunlardan 33, 36, 40, 44, 46 numaralı defterlerde Bozkır Kazâsı ile ilgili kayda rastlanılmamıştır. Bu defterlerde toplam 22 adet belge tespit edilmiştir.
3 İbrahim Solak- İzzet Sak, Konya Kadı Sicili 39 (1113-1113 / 1701-1702), Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları: 286, Konya 2016, s.336; KŞS 39 / 206-1 (8 Ramazân 1113 / 6 Şubat 1702).
5 İzzet Sak, Konya Kadı Sicili 41 (1115-1116 / 1703-1704), Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları: 260, Konya 2016, s.194; KŞS 41 / 135-1 (9 Cemâziye’l-evvel 1116 / 9 Eylül 1704).
6 İzzet Sak- Cemal Çetin, Konya Kadı Sicili 45 (1126-1127 / 1714-1715), Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları: 287, Konya 2016, s.418; KŞS 45 / 189-3 (17 Safer 1127 / 22 Şubat 1715).
7 Sak-Çetin, s.250; KŞS 45 / 120-4 (24 Zî’l-ka’de 1126 / 1 Aralık 1714).
8 KŞS 32 / 46-3 (25 Cemâziye’l-evvel 1110 / 29 Kasım 1689).
9 KŞS 43 / 16-3 (25 Safer 1119 / 28 Mayıs 1707).
“Bi’l-fi‘l Eyâlet-i Karaman’a mutasarrıf olan Alî Pâşâ hazretlerinin taraf-ı ‘âlîlerinden mütesellim-i sâbık Hüseyin Ağa meclis-i şer‘-i şerîfe Bozkır Kazâsı’na tâbi‘ Sırıstad nâm karye ahâlisinden Mustafâ bin Alî ve diğer Mustafâ bin Mehmed ve Receb bin Mehmed ve Abdulgaffâr bin Mustafâ nâm kimesneleri ihzâr ve mahzarlarında takrîr-i kelâm idüp sâbıkan Begşehri Sancağı’nda mutasarrıf olan İbrahîm Pâşâ mezbûrların karyesine bir husûs içün geldikde karye-i mezbûre ahâlisi cem‘iyet idüp pâşâ hazretleriyle mücâdele ve muhârebe etmeleriyle husûs-ı mezbûr içün fermân-ı ‘âlî ile Alî Pâşâ hazretleri kazâ-i mezbûra vardığında karye-i mezbûre ahâlisinden mezbûrları ve bunlardan gayrı dört nefer kimesneyi ahz idüp habs içün bu tarafa irsâl etmeleriyle habs olunmuşlar idi bi-emrillâhi te‘âlâ dört nefer fevt olup mezbûrlar ıtlâk olunmuşlardır bir akça ve bir habbeleri alınmayup ve darb ve sâ’ir bir vecihle eziyet olunmamışdır su’âl olunup takrîrleri tahrîr olunması matlûbumdur didikde gıbbe’s-su’âl mezbûrlar cevâblarında mukaddemâ bizim her birimiz kendi mesâlihimiz içün âhar karyelerde olup kendi karyemizde değiller iken vech-i muharrer üzere mücâdele ve muhârebe vâki‘ olup ba‘de’l-eyyâm biz dahî karyemize gelüp menzillerimizde sâkinler iken Alî Pâşâ dergâh-ı ‘âlî kapucubaşılarından Receb Ağa ile kazâ-i mezbûra gelüp husûs-ı merkûm içün şer‘le mürâfa‘a murâd etmekle karyemiz ahâlisi bizi müdâra‘a içün irsâl etmeleriyle vardığımızda bizi ve bizden gayrı dört nefer kimesneyi Alî Pâşâ ahz edüp habs içün bu tarafa irsâl etmişidi mahbûsda iken bi-emrillâhi te‘âlâ dört nefer kimesne fevt olup hâlâ biz ıtlâk olundukda bir akça ve bir habbemiz alınmayup ve aslâ darb ve sâ’ir bir vecihle cevr ve eziyet olunmamışdır pâşâ-yı mûmâ-ileyh hazretleri ile merkûm mütesellim-i sâbık Hüseyin Ağa’da cevr ve eziyet ve emvâl ve erzâka müte‘allık da‘vâ ve nizâ‘ımız yokdur dedikleri ketb olundu”25. Bu belgede sözü geçen dört kişinin ölümü olayı ile ilgili olarak, bu kimselerin hapiste darb sonucu mu, yoksa ecelleri ile mi öldüğü konusunda bazı şüpheler ortaya çıkmaktadır. Bu şüpheleri ortadan kaldırmak düşüncesi ile mütesellimin, ölümlerin normal ölüm olduğu konusunda hapsedilen diğer kimselerin sözlü onayını almak durumunda kaldığı anlaşılmaktadır.
Bir diğer belge ise Rakka, Hama ve Humus taraflarına iskân edilmeleri için gönderilen; ancak iskân yerlerine gitmeyerek Karaman, Bozkır ve Aydın taraflarına kaçan Türkmen ve Ekrâd tâ’ifesinin tutularak cezâlarının verilmesi hakkında gönderilen fermân gereğince, 26 Muharrem 1103 / 7 Ekim 1692 tarihinde gönderilen ve 4 Safer 1104 / 15 Ekim 1692 tarihinde kaydedilen müfettiş buyuruldusudur26.
Sonuç
Sonuç olarak diyebiliriz ki; Bozkır Kazâsı ve köyleri halkı, aralarında ortaya çıkan ihtilâfları ve da‘vâları veya tescîl edilmesi gereken her türlü konuyu, kendi kâdılarına gördükdükleri gibi; dönemin şartlarına bakmadan, belki de birkaç günlerini de yollarda ve Konya’da geçirmek suretiyle, Konya Mahkemesi’ne getirmekte herhangi bir beis görmemişlerdir. Konya şer‘iye sicillerine kaydedilen bu belgeler, bölgenin sosyal, kültürel ve ekonomik hayatı hakkında oldukça ilginç bilgiler içermektedir.
ULUSLARARASI SEMPOZYUM: GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE BOZKIR
204 KONYA ŞER’İYE SİCİLLERİNDE BULUNAN BOZKIR KAZÂSI İLE İLGİLİ BAZI KAYITLAR
(1690-1720)
İzzet SAK
ULUSLARARASI SEMPOZYUM: GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE BOZKIR
AÇIKLAMALAR
* Prof. Dr., Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi
1 Hicri 1290 Konya Vilâyeti Sâlnâmesi 6, (Bu günkü harflere çev: Mehmet Eminoğlu), Konya Büyükşehir Belediyesi Yayınları: 140, s.139 vd.
2 Araştıma için 32, 33, 35, 36, 37, 38, 39, 40, 41, 42, 43, 44, 45, 46, 47, 48 numaralı Konya Şer’iye Sicilleri taranmış; ancak bunlardan 33, 36, 40, 44, 46 numaralı defterlerde Bozkır Kazâsı ile ilgili kayda rastlanılmamıştır. Bu defterlerde toplam 22 adet belge tespit edilmiştir.
3 İbrahim Solak- İzzet Sak, Konya Kadı Sicili 39 (1113-1113 / 1701-1702), Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları: 286, Konya 2016, s.336; KŞS 39 / 206-1 (8 Ramazân 1113 / 6 Şubat 1702).
5 İzzet Sak, Konya Kadı Sicili 41 (1115-1116 / 1703-1704), Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları: 260, Konya 2016, s.194; KŞS 41 / 135-1 (9 Cemâziye’l-evvel 1116 / 9 Eylül 1704).
6 İzzet Sak- Cemal Çetin, Konya Kadı Sicili 45 (1126-1127 / 1714-1715), Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları: 287, Konya 2016, s.418; KŞS 45 / 189-3 (17 Safer 1127 / 22 Şubat 1715).
7 Sak-Çetin, s.250; KŞS 45 / 120-4 (24 Zî’l-ka’de 1126 / 1 Aralık 1714).
8 KŞS 32 / 46-3 (25 Cemâziye’l-evvel 1110 / 29 Kasım 1689).
9 KŞS 43 / 16-3 (25 Safer 1119 / 28 Mayıs 1707).
10İzzet Sak, Konya Kadı Sicili 47 (1128-1129 / 1716-1717), Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları: 235, Konya 2016, s.584; KŞS 47 / 227-1 (15 Rebî‘ü’l-evvel 1129 / 27 Şubat 1717).
11KŞS 48 / 181-3 (22 Safer 1131 / 14 Ocak 1719).
12 Hıfz etmek, göz ucuyla bakmak.
13İzzet Sak, Konya Kadı Sicili 37 (1102-1103 / 1691-11692), Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları: 2259, Konya 2016, s.375; KŞS 37 / 226-3 (9 Şa’bân 1103 / 26 Nisan 1692).
14Sak-Çetin, s.432; KŞS 45 / 194-2 (26 Safer 1127 / 3 Mart 1715).
15 Sak-Çetin, 312; KŞS 45 / 147-1 (23 Zî’l-hicce 1126 / 30 Aralık 1714).
16 Sak-Çetin, s.490; KŞS 45 / 217-1 (25 Rebî’ü’l-evvel 1127 / 31 Mart 1715).
11KŞS 48 / 181-3 (22 Safer 1131 / 14 Ocak 1719).
12 Hıfz etmek, göz ucuyla bakmak.
13İzzet Sak, Konya Kadı Sicili 37 (1102-1103 / 1691-11692), Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları: 2259, Konya 2016, s.375; KŞS 37 / 226-3 (9 Şa’bân 1103 / 26 Nisan 1692).
14Sak-Çetin, s.432; KŞS 45 / 194-2 (26 Safer 1127 / 3 Mart 1715).
15 Sak-Çetin, 312; KŞS 45 / 147-1 (23 Zî’l-hicce 1126 / 30 Aralık 1714).
16 Sak-Çetin, s.490; KŞS 45 / 217-1 (25 Rebî’ü’l-evvel 1127 / 31 Mart 1715).
17KŞS 48 / 172-4 (15 Muharrem 1131 / 8 Aralık 1718).
18 KŞS 48 / 210-1 (11 Rebî‘ü’l-evvel 1131 / 1 Şubat 1719).
18 KŞS 48 / 210-1 (11 Rebî‘ü’l-evvel 1131 / 1 Şubat 1719).
19Sak, Konya Kadı Sicili 47, s.124; KŞS 47 / 51-4 (14 Cemâziye’l-âhir 1128 / 5 Haziran 1716).
20 KŞS 48 / 186-2 (23 Safer 1131 / 15 Ocak 1719).
21 KŞS 35 / 205-3 (30 Muharrem 1102 / 3 Kasım 1690).
20 KŞS 48 / 186-2 (23 Safer 1131 / 15 Ocak 1719).
21 KŞS 35 / 205-3 (30 Muharrem 1102 / 3 Kasım 1690).
22KŞS 48 / 105-2 (25 Receb 1130 / 24 Haziran 1718).
23 KŞS 48 / 3-3 (9 Cemâziye’l-âhir 1130 / 10 Mayıs 1718).
24 KŞS 48 / 279-1 (27 Rebî‘ü’l-evvel 1130 / 28 Şubat 1718).
23 KŞS 48 / 3-3 (9 Cemâziye’l-âhir 1130 / 10 Mayıs 1718).
24 KŞS 48 / 279-1 (27 Rebî‘ü’l-evvel 1130 / 28 Şubat 1718).
25Solak-Sak, Konya Kadı Sicili 39, s.368; KŞS 39 / 229-1 (12 Şevvâl 1113 / 12 Mart 1702).
26 İbrahim Solak- İzzet Sak, Konya Kadı Sicili 38 (1103-1104 / 1692-1693), Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları: 285, Konya 2016, s.449; KŞS 38 / 274-1 26 Muharrem 1103 (7 Ekim 1692). Vasale fî 4 Saferi’l-hayr sene 1104 (15 Ekim 1692).
26 İbrahim Solak- İzzet Sak, Konya Kadı Sicili 38 (1103-1104 / 1692-1693), Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları: 285, Konya 2016, s.449; KŞS 38 / 274-1 26 Muharrem 1103 (7 Ekim 1692). Vasale fî 4 Saferi’l-hayr sene 1104 (15 Ekim 1692).
KAYNAKÇA
32, 35, 37, 38, 39, 41, 42, 43, 45, 47, 48 numaralı siciller.
Hicri 1290 Konya Vilâyeti Sâlnâmesi 6, (Bu günkü harflere çev: Mehmet Eminoğlu), Konya Büyükşehir
Belediyesi Yayınları: 140, Konya 2008.
Sak, İzzet, Konya Kadı Sicili 37 (1102-1103 / 1691-11692), Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları:
259, Konya 2016.
Sak, İzzet, Konya Kadı Sicili 41 (1115-1116 / 1703-1704), Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları:
260, Konya 2016.
Sak, İzzet, Konya Kadı Sicili 47 (1128-1129 / 1716-1717), Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları:
235, Konya 2016.
Sak, İzzet - Cemal Çetin, Konya Kadı Sicili 45 (1126-1127 / 1714-1715), Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları: 287, Konya 2016.
Solak, İbrahim - İzzet Sak, Konya Kadı Sicili 38 (1103-1104 / 1692-1693), Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları: 285, Konya 2016.
Solak, İbrahim - İzzet Sak, Konya Kadı Sicili 39 (1113-1113 / 1701-1702), Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları: 286, Konya 2016.
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te Bozkır Haber'e abone olun.