Ülkemizin işsizlik, hayat pahalılığı, siyasetçiler gibi öyle büyük sorunları var ki, onları konuşmaktan olsa gerek nüfusumuzdaki değişkenlikleri doğru dürüst gündeme getirip konuşamıyoruz.
Oysa ki, ileriye dönük en büyük sorunlardan birisi hiç kuşkusuz nüfusumuzdaki değişkenliklerdir.
Türkiye İstatistik Kurumunun(TÜİK) her yıl açıkladığı veriler bu tehlikeli gidişi net olarak ortaya koymaktadır.
TÜİK'in 2020 ve öncesi yıllara ait bazı verileriyle bu tehlikeli gidişi açıklamaya çalışacağım.
Bir ülkenin geleceği için nüfus çok çok önemlidir.
Siyonizmin en önemli projelerinden biri hatta en önemlisi dünya nüfusunu azaltmaktır.
Bunun için nüfus planlaması adı altında faaliyetlerini yerli işbirlikçi vakıf ve dernekler aracılığıyla yürütmüşlerdir.
Bir zamanlar ülkemizde nüfus planlaması adı altında yürütülen faaliyetlerin hangi vakıf ve dernekler aracılığıyla yapıldığına bir bakınız.
Bu faaliyetlerinin ürünlerini bugün aldıklarını görüyoruz. Nüfusumuz kısmi artış göstermekle birlikte yaş gruplarına göre değişkenliklerde bu olumsuzluk durumunu yaşamaktayız.
Türkiye'de ikamet eden nüfus, 31 Aralık 2020 tarihi itibarıyla bir önceki yıla göre 459 bin 365 kişi artmakla birlikte yıllık nüfus artış hızı 2019 yılında binde 13,9 iken 2020 yılında binde 5,5 olmuştur.
Yani, nüfus artış hızımız bir yılda yüzde 50'nin altına düşmüştür ki, bu durumun açıklaması felakete doğru hızla koşuyoruz, demektir!
Bir başka üzerinde durulması gereken hususta kasaba ve köy nüfusunun her geçen yıl düşmesi veya bilinçli olarak düşürülmesidir.
Türkiye'de 2019 yılında %92,8 olan il ve ilçe merkezlerinde yaşayanların oranı, 2020 yılında %93 olurken belde ve köylerde yaşayanların oranı %7,2'den %7'ye düşmüştür.
Kırsal nüfusun azalmasının sonucu olarak tarım ve mera hayvancılığı da azalmıştır. Bu durumu sağlıklı gıda üretimi açısından ele almalıyız.
Ayrıca, kırsal nüfusun azaltılması kültürel dokunun bozulmasına da yol açmaktadır. Çünkü, gelenek ve kültürün en iyi korunduğu yerler köylerimizdi.
Üzücü ama köylerin nüfusu azaldığı gibi bir takım faaliyetlerle gelenek ve kültürel yönden de zayıflatılmıştır.
Milletin efendisi köylü efsanesi bitmiştir!
Yine, TÜİK verilerine göre;
Türkiye'nin 2007 ve 2020 yılı nüfus piramitleri karşılaştırıldığında, doğurganlık ve ölümlülük hızlarındaki azalmaya bağlı olarak ortanca ve yaşlı nüfusun arttığı görülmektedir.
Türkiye'de 2019 yılında 32,4 olan ortanca yaş, 2020 yılında 32,7'ye yükseldi. Diğer yandan çocuk yaş grubu olarak tanımlanan 0-14 yaş grubundaki nüfusun oranı %26,4'ten %22,8'e gerilerken, 65 ve daha yukarı yaştaki nüfusun oranı ise %7,1'den %9,5'e yükseldi.
İşte nüfusumuz açısından tehlike çanlarının çaldığının en somut göstergesi ortanca ve yaşlı nüfusun artması, çocuk nüfusunun ise azalmasıdır.
Yaşlı nüfusun artmasının hayat şartlarının iyileşmesi gibi sebeplerle mantıklı ve makul bir açıklaması olsa da; çocuk nüfusun bir yılda %26,4'ten %3,6 oranında %22,8'e düşmesinin ülkemiz açısından makul bir açıklaması olamaz!
Şu iyi bilinmeli ki, nüfus bir ülke için zenginliktir. Eğer, genç nüfus yığınlar halinde sorun olarak karşımıza çıkıyorsa bunun sorumlusu genç nüfus değil, bu dinamik nüfustan yaralanamayanlardır.
Burada en büyük kabahat ve sorumluluk ülkeyi yönetenlere aittir!
Ülkemiz coğrafyasının bazı dezavantajları olsa da genel olarak avantajlı bir coğrafyaya sahip olduğumuzda göz ardı edilmemelidir.
Bir ülke düşünün!
Bu ülke, 52 milyon nüfusu ve 100 bin kilometrekare çoğu dağlık dezavantajlı bir coğrafyada kuruludur.
İşte bu ülke; dünyanın en büyük ihracatçılarından olup Samsung, LG, Hyundai, Kia, Ssangyong gibi sayısız markaya sahip Güney Kore'dir.
Güney Kore, bırakınız 52 milyonu 100 milyon insanı kendi dezavantajlı coğrafyasında besler. Ayrıca, her alanda gelişmiş bir ülkedir.
Kendi ülkemizi siz kıyaslayınız.
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te Bozkır Haber'e abone olun.